Gündem
21 Ara 2010 08:39 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:53

ARTIK HİÇBİRŞEY GİZLİ KALMAYACAK, KLASİK GAZETECİLİK ALTÜST OLDU!

WikiLeaks'in hem diplomaside hem de basında yarattığı travmanın yansımalarını tartışıyoruz günlerdir...

ABD’nin gizli kriptolarını yayınlayarak şimşekleri üzerine çeken WikiLeaks’in hem diplomaside hem de basında yarattığı travmanın yansımalarını tartışıyoruz günlerdir... Tartışmaya farklı bir boyut katmak için hem ABD’yi, hem de diplomasiyi çok iyi bilen duayen bir gazetecinin kapısını çaldık. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin 2010 Basın Özgürlüğü Ödülü’nün de sahibi olan Sedat Ergin, şu aralar Balyoz soruşturması hakkında çıkarmak istediği yeni kitabı için harıl harıl çalışsa da, bizi kırmadı. Cumartesi günü İstanbul’daki evinde ziyaret ettiğimiz Ergin’e biraz da kendi serüveninden yola çıkarak, uluslararası ilişkiler ve WikiLeaks ile beraber gazeteciliğin nereye gittiğini analiz ettirdik...

ABD’nin gizli diplomatik yazışmalarını yayınlamaya başlamasıyla beraber, hergün kapalı kapılar ardında konuşulan yeni bir detayı öğreniyoruz. Konuyu hem diplomasiyi hem de ABD’yi çok iyi bilen bir isim olan Hürriyet gazetesi yazarı Sedat Ergin’e sorduk. Ergin’in yanıtları şöyle:

WikiLeaks’in ABD’nin gizli belgelerini yayınlamasını bir gazetecilik başarısı olarak görüyor musunuz?

WikiLeaks olayı bugüne dek hiç karşılaşmadığımız, yüz yüze gelmediğimiz bir durum.  Dolayısıyla basın açısından ne anlama geldiğini açıklamak için zaman biraz erken. Klasik gazetecilik kalıplarına girdiğini söyleyemeyiz. Ama biz yine de meseleye işin prensibinden yaklaşmak durumundayız. Gazetecilik son tahlilde toplumun haber alma, öğrenme hakkını savunan, bunu her şeyin üstünde tutan bir uğraş ise toplumun üstelik derinlemesine bilgilendiği bir durumu da desteklemek durumundayız.

Türk basınında bu nedenle WikiLeaks için “ABD’nin Ergenekon’u” gibi yorumlar yapılıyor. Siz ikisi arasında paralellik kuruyor musunuz?

İkisi arasında hiçbir paralellik kuramıyorum. Nasıl kurulduğunu da anlayabilmiş değilim. Ama Türkiye’de her şeyi Ergenekon’la irtibatlandırmak, ya da ona benzetmek gibi bir alışkanlık geliştiği için çok da şaşırmadım. Ergenekon belli oluyor ki,  artık dünyadaki olayları izah etmek için de bir referans olarak kullanılmaya başlandı.

Hem Washington’u hem Ankara’yı çok iyi bilen bir gazeteci olarak, “kripto” dediğimiz yazışmaların bir ülkenin dış politikasını belirlemede ne kadar etkili olduğunu düşünüyorsunuz?  

Kripto dediğiniz aslında gizli diplomasi yazışmalarına verilen genel ad. Bu merkezden büyükelçiliklere gönderilen bir talimat telgrafı olabildiği gibi, yoğunluk itibarıyla çoğunlukla büyükelçiliklerden merkeze çekilen telgraflar kastedilir. Yazışmaların gizli kalması isteniyorsa, kripto sistemi ile şifrelenerek mesajı ele geçirebilecek olanların da  çözemeyecekleri, okuyamayacakları bir hale getiriliyor metinler. Böylece, haberleşme emniyet altına alınıyor. Bu nedenle bu tür yazışmalara “kripto” deniyor. Ama gizli bir metin değilse, örneğin o gün çıkan gazetelerin basın özetlerine ilişkin bir mesajsa şifrelenmeden “açık telgraf” olarak gönderiliyor. Bir dönem en önemli casusluk faaliyeti, ülkelerin belli aralıklarla değiştirdikleri bu kripto şifrelerinin anahtarlarını elde geçirmekti. Böylelikle, bütün gizli yazışmalar çözülebiliyordu. Bildiğim kadarıyla teknolojinin geldiği noktada kripto şifreleri artık elektronik ortamda günlük olarak değiştirilebiliyor. WikiLeaks olayında yabancı istihbarat servislerinin milyonlarca dolar harcayarak ele geçirmek isteyecekleri bilgiler masrafsız bir şekilde bütün dünya vatandaşlarının bilgisine sunulmuş oldu.

WikiLeaks sitesine konulan 30.12.2004 tarihli belgede yer alan “İki kaynağımız bize Erdoğan’ın İsviçre bankalarında 8 hesabı olduğunu söyledi” ifadesi çok tartışıldı. Bu kriptonun içeriği, kaynak gösterilen kişiler veya kaleme alınış bakımından sizi şaşırttı mı?

Bu kadar hassas bir iddianın bu şekilde kimlikleri belli olmayan iki kaynağa atfedilerek verilmesini yadırgadım. Görev yaptığınız ülkenin başbakanı hakkında çok ağır bir suçlama getiriyorsunuz. Gönderdiğiniz telgrafın içinden çıkan bilgi Washington’da bütün Amerikan Yönetimi’ne yayılacak ve başbakana karşı bakışı şekillendirecek. Bu kadar hassas bir konunun kaynak gösterilmeden yazılmaması gerekir. O zaman her duyduğunu yazan gazetecinin durumuna düşersiniz. Doğrusu ben bunu diplomasi yazışmalarında esas alınması gereken ölçüler açısından çok profesyonelce bulmadım. Ancak bunu Büyükelçi Edelman’ın değil, o dönemde büyükelçiliğin siyasi müsteşarı olarak görev yapan ve kamuoyunda da zaman zaman tartışılmış bir isim olan John Kunstadter’in yazdığını tahmin ediyorum. Ama yine de sefaretin kripto odasından çıkan mesaj büyükelçiyi bağlar tabii ki…

ÇOK AZ KRİPTOYU BÜYÜKELÇİLER YAZAR

Peki bu telgrafların ne kadarı gerçekte büyükelçinin elinden çıkmıştır?

Çok azı aslında. Büyükelçi çoğunluk sefaret dışındadır, ülkeyi gezmektedir, dışarıda randevuları vardır. Ama büyükelçiliğin işleyen bir çarkı vardır, sefir çoğunluk dışarıda olduğunda işi iki numara götürür. Dolayısıyla telgrafların önemli bir bölümü sefaretteki diplomatlar tarafından yazılır ama merkeze hep büyükelçinin imzasıyla gider, bildiğim kadarıyla sefir yurt dışında değilse… Normal uygulamada sefirin her telgrafı görmesi gerekir ama bunun her zaman pratik olarak mümkün olduğunu zannetmiyorum. Burada önem taşıyan büyükelçinin sefaretin raporlamasına getirdiği kurallar, ölçüler ve bakıştır. Bir genel yayın yönetmeninin gazetenin çizgisini, üslubunu belirlemesi gibi diyelim… 

WikiLeaks belgeleri ile ilgili bir diğer ilginç durum da, siteden doğrudan belgeleri alan gazetelerin hangi gün hangi belgelerin sızacağı konusunda belirleyici olmaları. Bu kurumlar bir anlamda “kartel” oluşturup, habercilik değil, gündem belirlemekle suçlanıyor. Siz bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Gazetecilik açısından kuşkusuz ideal bir durum değil. Ama WikiLeaks de kendini sağlama almak açısından bu yola gitti. “Atlatma haber” dediğiniz zaman, bir gazetenin kendi çabası ile gün ışığına çıkarttığı, o gazeteye özel olan bir haber anlaşılır. Oysa burada gazetelerin katkısı WikiLeaks’in kendilerine sunmuş olduğu belgeleri değerlendirmekten ibaret. Bu saygın yayın organları da bir anlamda WikiLeaks’in sözcüsü durumuna düştüler. Ama son tahlilde toplumun haber alma hakkı bakımından yaklaşırsanız onlar da oldukça canlı bir gazetecilik yapmış oldular. Ama bir basın kartelinin oluştuğu da ortada. Son tahlilde bizim ne yazacağımıza da bu gazetelerin filtresi tayin etmiş oluyor. Bu da onları ayrıcalıklı bir konuma getiriyor, basında eşit rekabet koşullarını altüst ediyor. Bu anlamda büyük bir haksızlık var tabii… Doğrusu, bunların herkese aynı anda açılması olurdu. Ama o zaman da ortaya muazzam bir keşmekeş çıkacağını hesaba katmak lazım. 

ÖNÜNÜZE GELEN HER BELGEYE ATLAMAYACAKSINIZ

Zaman zaman bizde de gazetelere “belge servisi edildiği” sır değil. Size de belge servis edildi mi muhabirlik yaptığınız yıllarda? Servis edilen belgelerden haber yaptığınız oldu mu? Nasıl bir yöntem izlediniz?   

Bir kere servis edilmenin de çok doğru bir tabir olduğu kanısında değilim. Kendisine gelen bir belgeden haber yapmayan gazeteci var mı, bilmiyorum. Bütün mesele size gelen belgenin içeriğinin doğru olup olmadığını tahkik etmeniz ve aynı zamanda size verilmesiyle neyin amaçlandığını da tartmanızdır. Önünüze gelen her belgenin üstüne atlamayacaksınız. Bunun çok nahoş tecrübeleri yaşandı Türk basınında.  Yaşanmaya da devam ediliyor bugün.   

WikiLeaks belgelerinin verilişinde sistemli bir manipülasyon var mı?

İşin çok başındayız. Daha açıklanacak binlerce belge var. Bizi ne gibi sürprizlerin beklediğini bilmiyoruz. Neyin ne olduğunu muhtemelen Wikileaks’in elindeki belgelerin tümü açıklandığı zaman anlayabileceğiz. En iyisi bu olaya nihai teşhisi o zaman koymak. Şu ana kadar okuduklarımızdan tematik bir akış var gibi gözüküyor. Örneğin Türkiye ile ilgili açıklanan belgelerde AKP hükümetine atfedilen yolsuzluklar,  Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği, dış politikada eksen değişikliği ve İran’ın nükleer niyetleri gibi temalar biraz ön plana çıkmış gibi gözüküyor. Eğer belge akışında dürüst davranırlarsa bu güven yaratır. Ama belgelerin açıklanması belli bir kurgu içinde gitmeye devam ederse bu soru işaretlerine yol açar. Ama dediğim gibi daha işin başındayız.
 
KLASİK GAZETECİLİK ALTÜST OLDU

İnternete gizli yazışmaların konulması ile herkesin haberin orijinal kaynağına ulaşması gibi değişik bir durum da ortaya çıktı. Bugüne kadar haber, hep biz gazetecilerin süzgecinden geçen bir şey oldu. Sizce bu yaklaşım daha mı sağlıklı? Gazeteciliğin geleceği böyle mi olacak?

WikiLeaks ile klasik gazetecilik kavramları altüst olmuş durumda. Bu olaydan sonra belki gazeteciliğin sınırlarını, ölçülerini yeniden tartışmaya açacağız. Ancak karşılaştığımız durumun olağan bir durum olmadığını da teslim etmeliyiz. Ben yine de asırlar süren mücadeleler ve tartışmalarla biçimlenmiş olan evrensel gazetecilik ölçülerinin çok değişeceği kanısında değilim. Ama WikiLeaks olayının geleneksel gazetecilikteki ihtiyatlı ve kontrollü bakışı sarsacağını, gazeteciliği biraz daha cesur olmaya iteceğini söyleyebilirim.

EN BÜYÜK BECERİKSİZLİK ÖYKÜSÜ

ABD gibi süper güç olarak gördüğümüz bir ülkenin gizli belgelerinin bu şekilde sızmasını nasıl yorumluyorsunuz? ABD devleti içerisinde bir güç savaşına mı tanıklık ediyoruz, yoksa sadece basit bir beceriksiz yönetim hali mi mevcut?

Gazeteci olarak 6 yıl Washington’da yaşadım. Amerika tecrübem bana şunu öğretti:  Amerika’ya atfedilen sofistikasyon, mükemmellik ile o ülkede yönetimin karar alma mekanizmalarının işleyişi arasında doğrudan bir orantı, korelasyon yoktur. En iyi üniversiteler, en iyi düşünce kuruluşları, en ileri teknoloji ve para her şey oradadır, ama bütün bunlar onların her şeyi mükemmel yapacakları ve en doğru kararı alacakları anlamına gelmez. Amerikan sisteminin çok başlı yapısı ve son derece karmaşık işleyişi zamanında ve doğru karar alınmasını çoğunlukla engelliyor. Sonuçta, pek çok şeyi yüzlerine gözlerine bulaştırıyorlar. Irak’a bakın, İran Contra ve Watergate skandallarına bakın..  Size sayısız örnek verebilirim. Her seferinde “what went  wrong?” (nerede hata yaptık) deyip yeniden yola koyulurlar. Ama Amerika’da işlerin sıkça böyle yürüdüğü konusunda Türkiye’de kimseyi ikna edemezsiniz. Çünkü neredeyse herkes Amerika’da sistemin mükemmel işlediğini, onların her şeyi bildiklerini, çok iyi tartarak karar verdiklerini, Amerika bir adım atmışsa muhakkak gerisinde çok iyi hesaplanmış bir şey olduğunu düşünür. Siz de bu şekilde üretilen komploları, biraz bıyık altından gülerek izlersiniz. Unutmayalım ki, süper güçler çuvalladıkları zaman yaptıkları hatanın büyüklüğü de o kadar büyük oluyor. Amerika’da bu kadar mükemmel işleyen bir sistem olsaydı en gizli yazışmalarının bulunduğu havuzu üç milyon kişinin erişimine açarlar mıydı? Bence, ABD tarihinin en büyük beceriksizlik öykülerinden biri bu.

DİPLOMATİK YAZIŞMALARDA KONTROLLÜ DİL

WikiLeaks skandalı sizce önümüzdeki dönemde diplomasiyi nasıl etkileyecek?

Ben gazetecilikten çok diplomasiyi etkileyeceğini düşünüyorum. Bir kere haberleşme emniyeti daha çok önem kazanacak. İkincisi gizli diplomatik yazışmalarda çok daha dikkatli, kontrollü bir dil kullanılacak. Ama daha önemlisi galiba artık kapalı kapılar ardında yürütülen diplomasiden şeffaflığın ve dürüstlüğün çok daha ön planda olacağı bir diplomasi dönemine gireceğiz.  Bence en ağır hasarı gazeteciliğe değil diplomasiye yaptı WikiLeaks. Çünkü diplomasinin mahremiyetini ortadan kaldırdı. Diplomasi gücünü ve rahatlığını kapalı kapılar arkasında yürütülmesinden, gizlilikten alıyordu.

SÖYLEMLE NİYET ÖRTÜŞMÜYOR

Peki o gizlilik duvarı kalkınca ortaya ne çıktı?

Uluslararası sistemin gerçekte nasıl işlediğini bütün çıplaklığıyla gördük. Samimi bir tablo çıkmadı ortaya. Aslında çok da bilmediğimiz bir şey değildi, sadece daha yakından gördük. Devletler diplomaside gizlilik duvarının arkasına saklanarak ikili bir dil kullanıyor. Kamuoyuna karşı kullanılan dil ile kapalı kapılar ardında o mesele üzerine geliştirilen bakış ve o konudaki gerçek niyetler örtüşmeyebiliyor. Açıklanan politikalar ile gerçek politikalar çoğunluk birbirini tutmuyor. Ama son tahlilde menfaatler belirleyici olduğu için gerçek düşünceler hiçbir zaman açığa vurulmuyor. Suriye’nin İran’la çok sıkı fıkı olduğunu görüyoruz fotoğraflarda ama WikiLeaks’e baktığımızda Suriye’nin de İran’ın nükleer hedeflerinden ne kadar korktuğunu görüyoruz. Ya da Körfez ülkelerinin İran’dan korkup Amerika’ya “İran’ın bu tehdidini ortadan kaldırın” diye ricacı olduklarını öğreniyoruz.  Bunları öğrenmek bizim yerleşik algılarımızı kırıyor.

Bu çelişkiler Türkiye ile ilgili kriptolarda kendini nasıl gösteriyor?

İkili dil, Türkiye’nin AB tam üyeliği konusunda bariz bir şekilde ortaya çıkıyor. Pek çok  ülke Türkiye’nin tam üyeliğine karşı olmakla birlikte Türkiye’yi rencide etmemek için ya da başka politik nedenlerle tam üyeliği kuvvetle destekliyormuş gibi gözüküyor.  Örneğin bizler gazetelerden Almanya Dışişleri Bakanı Westerwelle’nin Türkiye’nin AB tam üyeliğinin samimi bir destekçisi olduğunu okuyorduk.  Ama WikiLeaks bize Westerwelle’nin aslında bu hedefi pek de gerçekçi bulmadığını anlattı.  Aslında WikiLeaks olayının beni en çok üzen tarafı, Türkiye’nin tam üyeliği konusunda Avrupa’daki karar vericilerin zihinlerine ne kadar olumsuz bir bakışın yerleştiğini gösterdi. WikiLeaks, sonuçta resmi diplomasi dünyasının üzerinden örtüyü kaldırdı ve bu dünyanın aslında önemli ölçüde yanıltma, niyet gizleme üzerinden yürüdüğünü ortaya koydu. Şimdi yeni dönemde dış politikanın daha dürüst, daha şeffaf olması gündeme gelecek, kamuoylarının bu yöndeki baskısı artacak. Diplomaside hesap verilebilirlilik kavramı ön plana çıkacak.

Bu durum basının rolüne nasıl yansır?

Yeni dönemde basın da resmi açıklamalardan çok o açıklamaların arkasındaki gerçeğin ortaya konması talebiyle karşılaşacaktır. Bir başka anlatımla, kamuoyları da gazetecilere “resmi açıklamayı boş ver, sen bize arkasındaki gerçeği anlat” mesajını verecektir. Sonuçta basının dünyanın her yerinde resmi söylemi daha çok sorgulaması gerekecek.

SİYASETÇİLER YENİDEN GÜVEN İNŞA ETMELİ

Peki ne yaparlarsa yapsınlar yabancı siyasetçilerin, diplomatların söylediklerine bundan sonra itibar edecek miyiz?

Kuşkusuz kamuoyları daha şüpheci olacak.  İtibar sorunu kamuoylarının değil. Siyasetçilerin, diplomatların inandırıcı olabilmek için dürüst oldukları konusunda kamuoylarını ikna etmeleri gerekecek. Bu, onların görevi. Bu güveni belki sil baştan inşa etmeleri gerekecek.

WikiLeaks Türk dış politikasını nasıl etkiledi?

Türkiye açısından da bazı başlıklarda ikili bir dil kısmen gözüktü. Örneğin dışişleri bürokrasisinin bürokrasinin İran’ın nükleer hedefleri konusunda ne kadar tedirgin olduğunu ama bir yandan da Amerikalıları İran’a karşı sertlik politikasından caydırmak için çok samimi bir şekilde çaba sarf ettiğini gördük. Benim çok merak ettiğim konular var, onlar ne zaman açıklanacak ya da açıklanacak mı bilmiyoruz… Mesela Başbakan Erdoğan’ın ABD Başkanları Bush ve Obama ile baş başa yaptığıı görüşmelerin tutanaklarını çok merak ediyorum. Keza 1 Mart tezkeresi öncesinde Amerikalılara kuzey cephesinin açılması konusunda hangi Türk yetkilinin ne mesaj verdiğini, bu konuda hangi taahhütlerin yapıldığını öğrenmek isterdim.

Sizin Washington ve Ankara’dayken yaptığınız pek çok haber yıllarca Türkiye’de gündemi belirledi. Türkiye ve ABD’deyken elinize gizli yazışmaların geçtiği ve haberleştirdiğiniz birkaç örneği anlatır mısınız?

Ben Washington’da görev yaparken 1980’li yılların sonunda ünlü Bilgi Edinme Yasası’nı kullanıp Türkiye belgelerini açtıran ilk gazeteciyim. Bunun için ABD Dışişleri Bakanlığı’nın ilgili birimiyle çok uzun yazışmalar yaptım. Önce yabancı gazeteci olduğum için kabul etmeye yanaşmadılar. Vazgeçmedim,  ısrar ettim ve bazı dosyaları açtırdım.  Bu şekilde Amerikalıların 27 Mayıs ihtilalini nasıl rapor ettiklerini gün ışığına çıkartan pek çok belgeyi inceledim, bu konuda önemli bir yazı dizisi hazırladım. Kez 12 Mart ve 12 Eylül’le ilgili bazı belgeleri de açtırdım. Örneğin rahmetli Özal’ın 12 Eylül’den sonra Amerikalılara yeni kabinede Başbakan Yardımcısı olacağını haber verdiği belgeyi bulup yazdım. Dolayısıyla bu tür Amerikan kriptolarıyla çok aşina olduğumu söyleyebilirim. Amerikalılar haber kaynaklarını saklamak için çoğunlukla hassas metinlerde telgraflardaki isimlerin üzerine çiziyorlardı.  Silmeyi unuttukları durumlarda muazzam haberler çıkardı. Özal haberi böyleydi mesela. Bu tür telgraflarda çok edebi anlatımlara kaçan diplomatlar olduğu gibi çok kuru yazanlar da vardır. Son tahlilde renkli bir anlatımla merkezi de etkilemek, dikkat çekmek isteyenler de olabilir. Her birinin üslubu farklıdır. Erdoğan’la ilgili telgrafta böyle bir üslup kaygısı da var, zaten Aşık Veysel’in bir sözüyle bitiyor. Klasik bir kripto değil.

GAZETECİLER DİPLOMATLARI UYARACAK

-Amerikalı diplomatlarla konuşan gazetecilere yönelik eleştrilere ne diyorsunuz?

Amerikalı diplomatlar zamanlarının büyük bölümünü gazetecilerle değil siyasetçilerle, bürokratlarla konuşarak geçirirler. Ben de Ankara’da görev yaptığım yıllarda pek çok Amerikalı diplomatla, Büyükelçiyle tanıştım. Gazetecinin görevi temas etmektir. Haber böyle gelir, havayı böyle koklarsınız. Bir sohbette siz iki soru sorarsanız o da size bir soru sorar ve değerlendirmenizi almaya çalışır. Diyelim bir akşam yemeğinde aynı masaya oturduğunuz ABD Büyükelçisi size “Bu CHP kongresinden ne çıkar?” diye sorsa, siz “vallahi ben yabancı diplomatlara yorum yapmıyorum” diyerek susacak mısınız? “Kılıçdaroğlu yavaş yavaş partiye hakim oluyor” şeklinde her yerde açıkladığınız görüşlerinizi anlatırsanız ve büyükelçi de bunu merkeze adınızı vererek rapor eder ve bu da WikiLeaks’e sızarsa, gelin çıkın işin içinden. Normalde diplomatlar gazetecilerle konuşurken “off the record-yazmak yok” diye uyarırlar. Şimdi roller değişiyor, diplomatlarla konuşurken bizim gazeteciler olarak “size anlatacaklarım kriptolarınızda yazılmak için değildir, lütfen off the record ” diye uyarmak gerekiyor anlaşılan.   İşin şakası bir tarafa, ben burada gazetecilerden çok siyasetçilerin durumunun daha kritik olduğunu düşünüyorum. 

ARTIK HİÇBİRŞEY GİZLİ KALMAYACAK

Assange’a karşı cinsel taciz suçlamasıyla yürütülen operasyonu “siyasi” buluyor musunuz?

Bana biraz manidar geliyor. Çapkın bir arkadaş olduğu belli. Ama bakın onun cinsel yaşamı da deşifre oldu. Buradaki ironi yeni dünyayı anlatıyor. Artık hiçbir şeyin gizli kalmadığı ya da kalmayacağı varsayımıyla hareket ettiğimiz bir döneme gireceğiz. Herkes adımını buna göre atacak. 

Şenay YILDIZ / AKŞAM