İnfial
22 Ara 2015 09:43 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 18:15

Ara Güler’i illâ ipe çekmek mi lâzım?..

Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar, ünlü fotoğraf ustası Ara Güler’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın fotoğraflarını çekmesi sonrası başlayan tartışma ve saflaşmaları ele aldı…

Toplum olarak “siyasal tepkiler”imiz gitgide acayipleşiyor. Ruh sağlığımız giderek “tehlikeli” bir hal alıyor. Topluca delirmeye doğru gidiyoruz ama halen “akıllıymışız” numarası çekmekte üzerimize yok. Birbirimizin her tavrını, her adımını, her söylemini “paranoyak” hassasiyetlerle takip ediyoruz. Bu uğurda harcayamayacağımız değer, çiğnemeyeceğimiz norm kalmadı. Her söylenenden, her yapılandan nem kapıyoruz! 

Üzerinde anlaşabildiğimiz tek konu karşılıklı nefret havası. Bu konuda ne kadar “tavizsiz” olmakla övünüyoruz. Artık öfke barındırmayan doğru düzgün bir cümle dahi kuramaz olduk. Bunun için hepimizin “paket gerekçeleri” var. Onları sayıklayıp durmamız yetiyor. Bu yüzden Türkiye’nin etnik parçalanma tehlikesi bile solda sıfır kaldı.

Asıl bölünme “şizofrenik” diyebileceğimiz ölçülerde her birimizin kişiliğinde yaşanıyor. Sağlıklı düşünebilme becerilerimizi gitgide yitiriyoruz. Böylesi bir toplumda değil temel siyasi meselelerde anlaşmak, ortak bir sonuca varmak basit, sıradan, gündelik bir konuda dahi anlaşabilmek mümkün değildir. Kimse bir saniye durup “Ben ne yapıyorum?” diye kendisine sorma ihtiyacı duymuyor…

İNSAN HARCAMAKTA ÜZERİMİZE YOK!

Burada ara tonlara, makul yaklaşımlara, itidalli insanlara yer yok. Teşvik görenler, sırtı sıvazlananlar tümüyle aksine davrananlar. Mevcut atmosferde “olumlu” hiçbir örnek, hiçbir yerde kendisine “hayat alanı” bulamıyor. Kazayla uç verse hemen boğulmaya, sindirilmeye, yok edilmeye, tartışma dışına atılmaya çalışılıyor. Artık sadece “dostlar” ve “düşmanlar”, “bizimkiler” ve “ötekiler”, “hainler” ve “sadıklar” var. Toplumsal kamplaşmada 12 Eylül öncesinin bir başka benzerini yaşar hale geldik. Tek fark silahlar çekilmiyor. Bu gidişle o da olursa şaşırmam!

Hiç şüphesiz olayın bu boyutlara varmasının en önemli sebebi son yıllarda yaşadığımız siyasi dalgalanmalar, tutumlar, iktidarın, muhalefetin, sorumlu mevkidekilerin geren politikaları, entelektüellerin içine girdikleri marazi saflaşma hali, vb gibi tavırlar. Bunun müsebbibi önemli ölçüde şimdiye kadarki “yandaş asabilikler” olsa da artık onu da “aşmış” bir noktaya ulaşmış bulunuyoruz. Bunu hep birlikte başardık!

Şimdi ise önceleri ona “tepki” gibi duran “karşıt asabilikler” de iyice kabarmış durumda. Artık olur olmadık hemen her konuda, her fırsatta uç veriyor. Bulduğu her bahane ile “düşman belledikleri” her kimseler kabaran nefret dalgasını üzerine boca ediveriyor. Her kişi, her olay, her söz ona göre değer kazanıyor ya da değersizleşiyor. Ak ve kara dışında tüm renkleri unutuverdik!

Maalesef muhalif kesimlerde de son zamanlarda ivmesi giderek yükselen garip bir “hırçınlaşma hali” yaşanıyor. Bu durum içinde bulundukları zemini hırpalayıcı zorlayıcı tavırlara yol açıyor. Üstelik pratik politika açısından da hiçbir yararı yok. Dahası vakumuna kapıldıkları öfkeli halet-i ruhiye bu işi onlardan daha iyi başaran, adeta işin “ustası” olmuşların yörüngesinde hareket etmelerine yol açıyor. Farkında olmasalar bile!..

ARA GÜLER BU “LİNÇ”İ HAK EDİYOR MU?

Her neyse; bana göre bu tavır değerli fotoğraf ustamız Ara Güler‘e alınan tavırlarda bir kez daha su yüzüne çıkıyor. Ara Güler’in bugüne kadar politik bir misyonu olmadığı halde sanki “büyük bir ihanet” ya da “döneklik” içinde imiş gibi algılanması gerçekten ilginç. Belli ki Ara Güler bugüne değin politik aktivitelerde rol oynayan bir isim değildi. Kendisi bizzat öne çıkan “politik bir figür” olmamıştı bugüne kadar. Dolayısıyla “öyleymiş gibi” bakılması ve buna göre muamele görmesi de enteresan. Ara Güler politik tutum alışta çok öne çıkan, politik hareketler içinde bir insan olsaydı belki bu durum bazı açılardan tartışılabilirdi. Fakat değil. Birinci nokta bu...

İkincisi; bu bağlamda Ara Güler hep bir “fotoğraf sanatçısı” (Kendisi fotoğrafı bir sanat olarak görmese de) kimliği ile öne çıktı. Genel hayat çizgisine de bakılınca da Güler’in kendisine bundan öte bir misyon biçmediği anlaşılıyor. Daha ziyade işini iyi yapmaya çalışan, belki belli fikirleri hatta siyasi tercihleri olsa bile, esas “ideolojisinin” sadece “mesleği” olduğu imajını verdi. Dolayısıyla olduğundan fazla “anlamlar” yüklenmesi bu açıdan da yanlış. Burada bir parti militanından, belli misyonlar yüklenmiş “bir “aydın”dan (Kendince bazı özellikleri olsa bile) söz edemiyoruz yani ki…

Üçüncüsü; -anladığım kadarıyla- belli ki Ara Güler biraz hırçın, hafif dalgacı ve hayli tepkici biri. Hani üzerine gittiğinizde, “şunu yapma” dediğinizde inadına tam tersini yapan, baskıya, yönlendirmeye gelemeyen tiplerden. (Ya da kimseye “Eyvallah’ı olmayan adamlar” dan!) Yahut -biraz da yaşından dolayı- hassasiyetlere sahip. Belki belli kırgınlıkları, öfkeleri, bıkmışlıkları, alınganlıkları olması da mümkün. (Cumhuriyet Gazetesi’ne tepkisi gibi) Kim bilir, kimlere ne kızgınlıkları var? Sanmıyorum ama Erdoğan’a giderek belli çevrelerden (Hani “Bu da size kapak olsun” türünden!) onun hıncını da almak istemiş olabilir. Bu anlamda duygusal şifrelerini tam çözemediğimiz bir tür “mesaj”a bile yorulabilir!..

Nitekim daha yeni sayılabilecek bir röportajında (Tempo Dergisi’nden Burak Tatari’nin yaptığı) söyledikleri içinde bulunduğu “Halet-i ruhiye”yi anlatıyordu. Bol küfürlü (Bu  arada daha önceki ayıp el hareketli fotoğrafını da unutmamak lâzım!) ama aynı zamanda çok doğal olarak ifade ettiği (Nedense okurken bana Rahmetli Can Yücel’i çağrıştırmıştı) duyguları onun içinde bulunduğu “tepkici” ruh halini zaten özetliyordu.

Burada “Dünya değişti. Biz de değişiyoruz. Antibiyotik devri bile bitti. Ama şunu söyleyeyim; insanlar aptallaştı. Birkaç değerli profesör dışında üniversite dediğin aptallar yığınıdır. Gerisi b.ktur…” dedikten sonra “İnsanları sevmek istiyorum ama pez….nkler sevilecek mahluklar değiller. Çok b.ktan herifler var aramızda. Yalnız tahsil olarak değil. Ruh olarak fena adamlar var. Bir an evvel ölmeyi, rahat etmeyi tavsiye ederim.” demesi yaklaşımını ele veriyordu. Ki ben bu son sözünü çok tutmuştum. (Tam çerçeve yapılıp çalışma odanızın duvarına asılacak söz!) Öyle ki içinde bulunduğumuz “rezil insanlık durumu” nu değme felsefeci ondan iyi tanımlayamazdı…
Kaldı ki burada daha önce Bertrand Russel, Winston Churchill, Arnold Tonybee, Picasso, Salvador Dali gibi dünyaca ünlü isimlerin ve bizde de Bülent Ecevit, Kemal Kılıçdaroğlu başta olmak üzere birçok politikacının fotoğraflarını çekmiş bir kişiden bahsediyoruz. Erdoğan’ı niçin çekmesin? Yani adamın zaten işi bu.

Öte yandan kimilerinin göstermeye çalıştığı gibi Ara Güler’in “Maddi çıkar”, “Ün kazanma”, “Erdoğan’a yaranma”, vb gibi saiklerle hareket ettiğini ve edeceğini hiç sanmıyorum ve bu gibi tavırları ayıpsıyorum. Olaya böyle bakmak hem çok kaba hem de mantıksızdır. Çünkü Güler’in bunların hiçbirine ihtiyacı yoktur. Çok klişe itirazlar ve abuk laflar bunlar…

OLAYI “MEMLEKET MESELESİ”NE ÇEVİRMENİN GEREĞİ YOK!

O yüzden olayı bence acayip bir “memleket meselesi”ne çevirmenin alemi yok. Bu yönde her zorlama olayı daha da saçmalaştırmaktan ve komikleştirmekten öteye gidemez. Karşı çıkılacak onca şey varken bula bula bunu mu buldunuz?

Maalesef Türkiye’de son dönemlerde her olay, her durum çok kolay ve çabuk “politik bir anlam” kazanır ve manasız saflaşmalara, suçlamalara, gerginliklere yol açar oldu. Bu da onlardan biri bana göre. Hiçbir “politik sonucu” yoktur demiyorum ama abartıldığı kadar değil. Üstelik bu kadar kolay politikleştirme politikanın da içini boşaltıp, adeta adi bir “mahalle kavgası”na çeviriyor. Zaten şu an tüm toplumca yaşadığımız da bundan öte değil!..

Bu vakaya dair son ve samimi kanaatim budur!..

NOT: Bu yazı yazıldıktan ve yayına verildikten sonra Cumhuriyet'in özür dilediğini öğrendim. Cumhuriyet Gazetesi Ara Güler'den özür dilemekle ve en önemlisi kamplaştırma mantığını görmesiyle bence doğru yapmıştır. 

22. 12. 2015.

atillaakar@gmail.com