YİĞİT BULUT, YANLIŞ İŞLER YAPAN İYİ BİR İNSANDIR!

Eski eşi Yiğit Bulut'un Doğan ailesiyle ilgili bazı sırları ortaya dökmesine fena halde kızan Aydın Doğan'ın yeğeni ve Kanal D'nin başarılı spikeri Şule Zeybek,Medyaradar'ın usta röportajcısı Yüksel Şengül'e konuştu...

Aydın Doğan’ın yeğeni ve Kanal D’nin başarılı spikeri Şule Zeybek, son günlerin flaş isimlerinden birisi oldu. Eski eşi, çocuklarının babası, Habertürk TV Genel Yayın Yönetmeni Yiğit Bulut’un Doğan ailesiyle ilgili bazı sırları ortaya dökmesine fena halde kızan Zeybek, önce onu ikaz etti, ardından da kapısını çalan Medyaradar’ın usta röportajcısı Yüksel Şengül’e ilk kez konuştu...

RÖPORTAJ:YÜKSEL ŞENGÜL 

Habertürk TV Genel Yayın Yönetmeni Yiğit Bulut’un Mehmet Ali Birand’la başlayan söz düellosuna eski eşi Kanal D spikeri Şule Zeybek de “Öyle şeyler söylerim ki kimsenin yatacak yeri, sığınacak dalı kalmaz” çıkışından sonra olacakları herkes gibi biz de Medyaradar ailesi olarak merak etmeye başlamıştık. Birkaç gün peşinden koştuktan sonra Şule Zeybek’le buluşmayı başardık. Ancak konuya “güm” diye girmedik, tarafları birbirine düşürecek sorular da sormadık. Bizimkisine sohbet ya da dertleşme de diyebilirsiniz. Evet, buyrun bu sohbete...

Öncelikle Kanal D’nin spikeri olmak, binlerce kızın düşlerini süsleyen mesleği yapabilmek çok özel ve güzel bir duygu olsa gerek. Sizi izlerken iç geçirip de hülyalara dalan genç kızlara neler söylemek istersiniz?

(Gülüyor) Doğru söylüyorsunuz “Orada o olmasaydı da ben olsaydım” diyen bir sürü insan vardır gerçekten… Şimdi herkes spiker olmak istiyor. Onlara vereceğim tavsiyelere gelince. Çok okumalarını, kendilerini geliştirmelerini ve gerekli kurslara gitmelerini salık veriyorum. Yayına çıktıklarında da bildikleri her şeyi unutsunlar.

Bildikleri her şeyi yayın sırasında unutsunlar mı! Yanlış anlamadım değil mi?

Yok, yanlış anlamadınız. Şöyle düşünün, araba sürerken “Şimdi vites değiştirmeliyim” diyor musunuz? Ya da bisiklet sürerken “Önce bir pedalı, sonrasında da diğerini çevirmeliyim” şeklinde düşünüyor musunuz? Elbette hayır ve bunlar tamamen refleks halinde yapılır. O yüzden iyi bir spiker Türkçe’yi özümsemeli, onu kendi içinde hatmetmeli, ondan sonra da “Bir dakika, ben bu cümlede şu vurguyu yapmalıyım” gibi bir şeyi asla düşünmemeli. Bence bir spikerin tamamen kendisi olması lazım ve ben ekranda tamamen ‘kendim’ olduğumu düşünüyorum. Giyim anlamında oto sansürlerim var ama bir habercinin takmadığı küpeleri takıyorum (gülüyor). Özel hayatımda daha büyük küpeler takabiliyorum. Ekrana çıktığımda ise mutlaka kendime ayar veriyorum. “Haydi Şule, büyüklük sende kalsın” diyorum  (gülüyor).



Çok rahatsınız. Bu durum bazen dezavantaj olmuyor mu?

Hiçbir zaman bunun dezavantajı olmuyor. Kendime güveniyorum ve kendimle barışığım. Kızgınlıklarım ve öfkelerim dahil olmak üzere kendimi seviyorum.

Siz tepkilerinizi de gizlemiyorsunuz. İnternette dolaşan bir videonuzda öğle haberlerini sunarken arkadan gelen gürültülere dayanamayarak canlı yayın sırasında “Arkadaşlar yavaş olun” diyebiliyorsunuz. Günlük hayatta da tepkilerinizi böyle anında mı verirsiniz?

(Gülüyor) O gün haberleri sunarken bir ara kendi sesimi duyamaz oldum. Seyirci bu gürültüleri almıyordu ama ben tam da içindeydim. Bir süre gürültünün farkına varırlar diye düşündüm ama baktım olmuyor, ben de arkama dönerek uyarıda bulundum. Daha sonra bu davranışım komiğime gitti (gülüyor). Her şey bir yana hayatın içinde olan bir stüdyoda bulunmak keyifli oluyor. Zaman zaman bu tür sürprizler de olabiliyor tabii.

İşinizi seviyorsunuz...

Çooook...

Aslında mutluluğun bir başka tanımı da insanın sevdiği işi ve mesleği yapması değil midir... Belki de sevdiğiniz işi yaptığınız için böyle mutlusunuz ve güleryüzlüsünüz?

Genele bakarsanız mutsuz olmak için bir sürü sebebim var ama enerjisi yüksek ve kendisiyle barışık bir insanım. Bunu çalışma arkadaşlarım da çok iyi bilirler. Bol kahkahalıdır benim günlerim. Yaptığım işi çok seviyorum, evet.

Üzüntülerim de gündeme mahsus oluyor. O güne dair kendimden daha fazla şey katabiliyorsam sunduğum haberlere daha çok mutlu oluyorum. Bir insanın işe giderken ayaklarının geri geri gitmemesi çok çok önemli bir şeydir. Allah kimseye yaşatmasın bunu.



Az önce, mutluluğunuzu anlatırken “Mutsuz olmak için pek çok sebebim olmasına rağmen” dediniz.

(Gülüyor) Evet, herkes kadar benim de mutsuz olma nedenim olabilir elbet. Ama çok daha az mutsuzluk nedenlerine sahip bazı insanlar ilginçtir depresif ve çok mutsuz olabiliyorlar.

Ya siz!..

Ben de zaman zaman depresyona giriyorum ama genel olarak bakıldığında pozitif bir insanım.

Merak ediyorum... Sosyoloji okuyan Şule Zeybek, spikerliğe ulaşan yola neden ve niçin girdi? Yoksa çok önceden böyle bir hedefiniz vardı da, gizli mi tutuyordunuz?

Ben çocukluğumdan beri yazı yazmaya bayılırım. Çok güçlü bir kalemim vardır. Hem  kalemim, hem de sağduyum çok kuvvetlidir. Küçükken, hikayeler ve yazılar yazar, arkadaşlarıma okurdum. Yazmayı seviyordum ve benim çocukluk hayalim, çocukluk hedefim yazar olmaktı. Sonra zaman içinde ilgi duyduğum dallardan biri de sosyoloji oldu. Babama, “Sosyoloji okumak ve bu konuda kendimi geliştirmek istiyorum” dedim. Hoşuna gitti, beni destekledi. Ama yine de hayat işte… Bir şekilde Kanal D’de muhabir olarak çalışmaya başladım sonunda.

Kanal D’de ilk gittiğiniz işi hatırlıyor musunuz?

İlk miydi bilemiyorum ama kendi başıma gittiğim işlerden biriydi. Çömezdim o zamanlar. Bir defileye yolladılar ve daha sonraki zamanlarda çok dost olacağım bir kameraman arkadaşla birlikte gittik. Mesleğin pirlerindendir. Neden bilmiyorum ama ilk başta benden olumlu elektrik almamış, beni pek sevmemiş.

Sizin gibi güleryüzlü, sıcakkanlı bir insan sevilmez mi?

Belki de patronun (Aydın Doğan) yeğeni olduğumu düşündüğü için bana sıcak bakmamış olabilir. Sonuçta, o günkü işi çok kötü çekti. Ben o kötü görüntülerle haberi yapmak zorunda kaldım. Sonraki yıllarda bu konu aramızda tatlı bir anı, güldüğümüz bir şaka malzemesi oldu.

Ben inanıyorum ki o kameraman arkadaş sizi tanıdıkça sevdi, dost oldu. Aslında insanlar konusunda peşin hükümlü olmamak gerekiyor...

Asla! Mesela beni ekranda görenler sert bulurlar. Haberci mutlaka ciddi olur gibi bir tutumum, böyle bir hareket tarzım yok. Ama 35 kişinin öldüğünü verirken. “Ölenler PKK’lı mı, yoksa kaçakçılık yapan köylüler mi?” gibi tüyler ürperten bir haberi sunarken ne kadar gülümseyebilirim dersiniz! Türkiye’nin gündemiyle, haberin naturasıyla ilgili bir şey yoksa ben de gülmeyi ve kahkahalar atmayı çok isterim.



Sunduğunuz haberler o günkü psikolojinizi etkiliyor mu?

Bazen etkiliyor. Profesyonellikle de ilgisi olmuyor. Mesela Van depremi olduğunda ruh gibi gezdim, çok etkilendim. Elbete her haber etkilemiyor. Çünkü bu benim işim ve bunu yaparken soğukkanlı olmam gerekiyor. Aksi halde her kötü haberde salya sümük ağlamam gerekir. Profesyonel bir spikerim ve bunun gerekleri neyse uyguluyorum.

Yılların deneyimi…

Bazıları buna “Mesleki deformasyon” diyor (gülüyor). Doğrusu habercilikte gerekli olan bir şey bu.

Gelelim sosyolojiden haberciliğe geçişime, orada kalmıştık. Muhabirlik, yönetmenlik yapıyorken, o zamanki haber müdürümüz bana “Spikerlik yapsana” dedi. Ben de ders almaya başladım. Can Gürzap’ın Dialog adlı kursuna gittim, Şahika Tekand’dan etkili konuşma dersleri aldım. Önce radyoda görev yaptım, sonra gece haberleri sundum, şimdi de öğle haberlerini sunuyorum.

Size haber müdürünüz “Spikerlik yapsana” demese ne olacaktı, yapmayacak mıydınız?

Belki yapmazdım. Ama yapabilirdim de, bilemiyorum. Yine de teklifin pozitif etkisi oldu. 

Politika hiç aklınızdan geçmedi mi? Babanız (Namık Kemal Zeybek) malum politikacı, Meclis’e girmek aklınıza gelmedi mi?

Valla emekli maaşlarını duyunca (Cumhurbaşkanı veto etti) ben de düşünmeye başladım (gülüyor). Çevremde bunu bana çok söylüyorlar, “Senin politikaya girmen lazım, gir şu politikaya” diyorlar. Ama aktif politika yapmak hayalim yok. Hırslı bir insan değilim. Yani hırs eğer, birilerinin sırtına basıp onların sayesinde yükselmekse ben o değilim. Ancak bir hedef belirleyip ona ulaşmak için azimle çalışmaya hırs diyorsanız, hırslı olmayı isterdim elbette. Ah keşke hırslı olsaydım!

Medya dünyasında sırtlara basıp zirveye tırmanmak isteyenler çok mu?

(Gülüyor) İnsan insanın kurdudur. Bu dedikleriniz yalnız medyada değil, her yerde olabilir.

Ancak her şeye rağmen spikerlik size keyif veriyor anladığım kadarıyla...

Bulunduğum yerden insanlara bir şeyler aktarıyor olmak, onların gözlerimin içine baktığını bilmek son derece keyif veriyor. Acıyı da paylaşıyoruz mutluluğu da... Paylaşmak güzel...

Aslında bu meslekte bir şeyleri paylaşmak mutluluk ve coşku yaratıyor. Siz bir ara  hayatınızı da paylaştığınız kişiyi bulup onunla evlendiniz.

(Gülüyor) Eveeeet... Geldik asıl konuya!!!



Habertürk Genel Yayın Yönetmeni Yiğit Bulut’la evlendiniz. Bu evlilik kararınız filmlerdeki romanlardaki aşklar gibi mi oldu? Çünkü siz son derece coşkulu ve enerjisi yüksek bir insansınız.

(Ciddileşiyor birden) İyi bir aşk yaşadık biz Yiğit’le... 10 sene de evli kaldık. Aşk yaşanırken bazı şeylerin farkına varmıyorsunuz.

Aşkın gözü kördür derler...

Aynen öyle! Aşkın gözü gerçekten de kör… Aşk bir tutku hali… Bunu yaşarken hakikaten farkına varmıyor ve pek çok şeyi tolare edebiliyorsunuz. Ama aşk bittiği zaman çakılmış oluyorsunuz yere. Küüüüt diye düşmüş oluyorsunuz. O zaman da bazı şeyler katlanılmaz hale gelebiliyor. Bunu sadece kendim için söylemiyorum. Karşılıklı bir durum bu. Yani bir suçlama yapmış gibi olmak istemiyorum. Bunlar herkes için geçerli, tüm başlayan ve biten aşklar için söylüyorum.

Sonra evlilik geldi...

Yiğit’le evlenmemiz çok komikti. Gün almak için evlendirme dairesine gittik, “Evlenmek istiyoruz” diyerek evraklarımızı teslim ettik. Ben yayından çıkıp buluşmuştum Yiğit’le. İkimizin de altında kot pantolon vardı. Kadıköy Evlendirme Dairesi’nin müdürü “Tören ister misiniz?” dedi. “İstemiyoruz” karşılığını verince de “O zaman hazır yoğunluk yok, gelin sizi evlendireyim” dedi ve biz o gün evlendik. Gülücükler saçarak, mutlu ve farklı bir şekilde evlendik (gülüyor).

Yani nikah şekerleriniz, davetiyeleriniz, gelinlik ve damatlık gibi giysileriniz bile olmadı, öyle mi?

Aynen dediğiniz gibi, nikah şekerimiz de, yaldızlı davetiyemiz de, gelinlikle damatlığımız da olmadı.

Aileleriniz!

Ailelerimiz bizim evleneceğimizi biliyorlardı ama nikahımızda onlar da olamadı.

Nikah şahitleriniz kim oldu peki?

(Kahkaha atıyor) Orada fotoğrafları kesip pulları basan kızlar vardı, onlar nikah şahitliğimizi yaptı. Çok eğlenceliydi, çok.

Tarihi hatırlıyor musunuz?

Evlendiğimiz tarih, 2 Şubat 2000’di. Çok güldük, çok eğlendik o gün. “Size yarım saat müsaade, biz de nikah masasını hazırlayalım” dediler. Yarım saat içinde Yiğit tıraş olmaya gitti. Üzerinde kazak vardı ve gripti. Ben de elimden geldiği kadar hazırlandım. Gelin çiçeğimi de sokakta satılan plastik papatyalardan alıp yapmıştım. Dedim ya eğlenceli bir evlilikti bu.

Bu anlattıklarınız filmlerde olur... 

Öyle mi olur, bilmiyorum…

Çok büyük aşkların anlatıldığı filmlerde genellikle böyle başlangıçlar olur. Bu çok güzel bir başlangıç olmuş... Peki aşkını ilk itiraf eden kimdi?

Yiğit’ti (gülüyor)... Şimdi düşünüyorum da Yiğit az peşimden koşmadı. Kavgalar da ediyorduk. Kavga edip de ben ayrılmak istediğimi söylediğim zaman (Susuyor birden, gülümsüyor).

Evet, siz ayrılmak istediğinizi söylediğiniz zaman...

Neyse, boşverin... Bir şekilde beni ikna ediyordu işte. Ama çok kavgalı ve tutkulu bir aşktı bizimkisi. Yiğit’e çok sinirlendiğim zamanlar oluyordu. Ancak Yiğit’i çok sevdim, hala da  severim, iyi bir insandır o.

Bu gözlerinizden belli oluyor... Çünkü ışıldamaya başladılar...

(Gülüyor) Yiğit gerçekten de özünde iyi bir insandır ama aşkımız bitti işte.

Meslektaş olduğunuz için mi bitti? Bu mesleğin getirdiği zorluklara mı dayanamadınız?

Bilmiyorum ama aşk bitince elinde sevgi kalır insanların çoğu kez…

Sizde sevgi de mi kalmadı?

Hayır, ne yazık ki kalmadı. Maalesef Yiğit’e koca olarak içimde sevgi kalmadı. Ben artık Yiğit’i hayatımda koca olarak görmek istemiyorum. Çocuğumun babası olarak görmek istiyorum. İnsan olarak sempatiktir, iyidir, onunla çok eğlenirim gülerim ama bu kadar.

Yine buluşup bir araya geliyorsunuz…

Elbette görüşüyoruz… Beni çok kızdırdığı ve öfkelendirdiği anlar da olsa onunla yaşadığım aşk için bugün bile Allah’a şükrediyorum. O yaşadığımız güzellikler cebimde kar olarak kaldı. Güzel bir dönemdi, yaşandı ve bitti.



Aslında her şey güzel başlamış, güzel yaşanmış... Yiğit Bey’in Habertürk’e geçtikten sonra Doğan Grubu’na savaş açması sizi olumsuz etkiledi mutlaka... Ancak, bu durduk yere mi oldu? Sizin “Aslında Yiğit fazla da haksız değil” gibi bir açıklamanız olmuştu. Ona karşı bir haksızlık mı yapılmıştı?

Evet, Yiğit bir şeylere çok kızdı, öfkelendi. Ama sonunda abarttı artık. Bitmeyen bir öfke oldu bu. Öfkeyi kendi içinde büyüttü ve bitmeyen bu öfkeyle nereye saldıracağını şaşırdı. En son benim yaptığım twitter açıklamaları oldu. Ben de çok sinirlendim elbette. Mehmet Ali Birand’la olan davası, atışması, savaşı beni ilgilendirmez. Onlar iki gazeteci… Biri doğrudur, biri yanlıştır. Ama ben orada devreye girmem. Ancak işin içine Doğan Ailesi katılıyorsa hoş değil. Yani zamanında seni aileden görüp seni içlerine almışlarsa hata mı yapmışlar! Sen orada öğrendiğin ya da duyduklarını başkalarınla paylaşırsan bu çirkin bir davranış olur. Benim durumumu düşünsenize... Onu o aileye sokan kim, ben... Çocuklarımın babası kim, o... Yukarısı bıyık, aşağısı sakal... Yiğit böyle bir şey yaptığı için kızıyorum ve öfkeleniyorum.  Bunun habercilikle ya da başka bir şeyle alakası yok.

Kızgınlığı ya da öfkesi kime Yiğit Bey’in?

Birilerine sinirleniyorsan, bu intikamı genişletmeyeceksin, büyütmeyeceksin. Bir zamanlar seni ailesi olarak gören insanlara böyle bir ihanet yapılmaz, çirkin bir davranış. Kapalı odalarda bir şeyler konuşuldu mu, konuşulmadı mı? Sana bazı sırlar verildi mi verilmedi mi? Bilmiyorum... Ama verildiyse ve sen bunları anlatıyorsan, kendin için de kötü. Çünkü sen, yarın da bugün bulunduğun ortamın sırlarını anlatırsın.

Şule Hanım, Yiğit Bey’in öfkesi kime? Belli ki bir haksızlığa uğramış, kendisine bir yanlış yapılmış gibi duruyor...

Tanımadığım biriyle yaptığı telefon konuşmasından sonra öfkelendi. Yani küçücük bir telefon konuşmasından kaynaklandı diyebilirim bütün bunlar. Ama içinde bir yerde “Beni engelliyorlar” duygusu vardı. Sonrasında da bu patladı. Yüksel Bey, bu konuyu daha fazla konuşmak istemiyorum.

Siz de habercisiniz, Yiğit Bey de haberci... Yanlış anlamayın beni lütfen. Benimkisi özel bir merak değil, tamamen okurlarımı aydınlatmayı hedefliyorum. Siz de biliyorsunuz,  şu sıralar bu konu çok merak ediliyor.

Biliyorum merak edildiğini... Şu kadarını söyleyeyim, ben onun yerinde olsaydım asla onun yaptığını yapmazdım. Bir kere aile sırrı, aile kavramı çok önemlidir… Benim için ve herkes için kutsaldır. Sonra şu düşünülmeli... Bunlar senin çocuğunun akrabaları…

Akrabalar denilince akıllara öncelikle Aydın Doğan geliyor... Ve yanılmıyorsam Yiğit Bey’le aranız bozulduğunda Aydın Bey de öz kızı gibi sevdiği size “Aman kızım sen bunlara aldırış etme, yuvanız yıkılmasın” şeklinde telkinlerde bulunuyormuş...

Aydın Doğan aile kavramına çok önem verir. Bu sahiplenme ve koruma duygusu yanında çalışanlar için de geçerlidir. Ailesine çok düşkün bir babadır, kocadır ve etrafındakilerin de iyi bir aileye sahip olması onun için önemlidir. Bizim meselelerimiz yaşandığında, “Sen etkilenme bütün bunlardan. Ailenin birliği ve bekası daha önemli” diyerek bana telkinlerde bulunduğu doğrudur.

Yiğit Bey’le ayrılık nedeniniz neydi?

Elbette ayrılmamızın sebebi, hayata bakış açılarımızın keskin farklılıklar içinde olması, karakterlerimizin tezatlıklar içinde bulunmasıydı. Bu vesileyle bu durum bir kez daha ortaya çıkmış oldu. Ayrılmamız demek ki kaçınılmazmış.

Belki de ayrılmasanız Yiğit Bey bu kadar agresif olmayabilirdi...

Biz evliliği bitirmeden önce evliliğimizi bitirmiştik. Yani, boşanmadan evliliğimiz zaten bitmişti. Zaten Yiğit Bey de boşanmadan önce agresifliğe başlamıştı.

Peki, hiç mi ümit yok? Keşke yine Kadıköy Evlendirme Memurluğu’na kotlarınızı giyerek gitseniz, yıldırım nikah için masaya otursanız ve yanınızda çocuklarınız olsa…

Şu anda böyle bir şey aklımızın ucundan bile geçmiyor. O da mutlu olsun, ben de mutlu olayım.

Benim gazeteci olarak aklıma takılan şey, twitter’daki kızgınlığınızdı. “Öyle şeyler yazarım ki yatacak yeri, sığınacak dalı kalmaz” demiştiniz.

Öfkeyle söylenmiş bir şeydi. Ama şu da var, cevap vermeye hazırdım. Siz neler açıklayacağımı da sormayacaksınız değil mi? 

İnanın size ve Yiğit Bey’e büyük saygı duyuyorum. Ancak gazetecilik merakımı da şu an yok sayamam... Demek ki siz Yiğit Bey’i rencide edecek çok şey biliyorsunuz.

(Gülüyor) Bakın, bir insan “Aile sırlarımız” dediğimiz şeyleri açıklıyorsa, ben de aile sırlarımı paylaşabilirim. Anlatabiliyor muyum? Sen sınır tanımıyorsan, ben de sınır tanımayabilirim o zaman. Bu noktada birilerinin birilerine “Dur bakalım, sen ne yapıyorsun?”  demesi lazım. Kötülüğün karşılığı kötülüktür. Kibar olana da kibar olacaksın. Bir insan kabalaştığında sen de kabalaşabilirsin. Yani bir yanağıma tokat yediğimde, diğer yanağımı döneceğim diye bir durum yok. Bana bir şaplak atana, ben de bir şaplak atarım. Hz. İsa değilim ben.

Şu anda bir tane şaplak atmak ister misiniz?

Attım zaten (gülüyoruz). Bunu fiziki anlamda söylemiyorum. Artık kimse “Benim gazetem var, televizyonum var, istediğimi söylerim ve kimse bana cevap veremez, herkesi sindiririm” demesin. Artık internet var, twitter var. Yani herkesin bir yayın organı var esasında. Birisi hakkımda bir şey yazarsa, ben de oradan lafımı çakarım.

Mehmet Ali Birand ve Yiğit Bulut arasındaki düelloya katıldığım ve katılmadığım noktalar var. Bu ikisi arasındaki savaş, ben girmem aralarına. Çünkü benim savaşım başka... Ama bu konu hakkında ne Mehmet Ali Birand bana gelip de “Bunu söyle” diyebilir ne de ben Birand’ı kızdırdılar diye Yiğit Bulut hakkında yazılar yazarım. Yani bunun Birand’la alakası yok. Benim kendi davam, taşıdığım sorumluluklardır. Üzüm sepetinden istenmeyen bir şey çıkmış gibi hissediyorum. Ama bu anlamda çok büyük bir suçluluk duyduğumu da söyleyemem. Yani insanlar kavun değil ki, koklayıp iyi mi kötü mü olduğunu hemen anlayasın. Belki benim bazı özelliklerim de Yiğit için çekilmezdir, sinir bozucudur.

Neyse... Sonuçta birbirimiz için uygun değilmişiz, iş bu kadar basit. Belki ben de bu karakter ve prensipler konusunda ona fazla sert geliyor olabilirim.

Sizin kendinize güveniniz tam, hayata karşı sağlam bir duruşunuz var.

Evet, Yiğit’e göre daha sağlam bir duruşum olabilir. Biraz daha esnek olmamı istiyor olabilir.

Türk erkekleri olarak, çoğumuz itiraf edemesek de, kadınımızın bir adım bizden geride durmasını isteriz…

(Gülüyor) Aslında ben aşık olunca inanın öyle değilim. Aşık olunca tam uysal bir kedi olabiliyorum.Ama aşk bitince takke düşüyor ve kel görünüyor!

Ama siz gördüğümüz kadarıyla mutlusunuz...

Evet, ben çok mutluyum ve Yiğit’in de mutlu olmasını istiyorum. Çocuğumuzun mutlu olmasını, annesiyle ve babasıyla mutlu olmasını istiyorum. Yiğit’i kötülemiyorum asla. Yiğit farklı demek istiyorum. Yiğit Bulut, yanlış işler yapan, iyi bir insan. Hiç kimse siyah ve beyaz değildir. Herkesin grileri vardır. Zaman zaman siyah ya da beyaz oranı artıyor olabilir. Ama onun da mutlu olmasını istiyorum. İyi olsun, mutlu olsun, Allah herkesi ıslah etsin. Allah yolunu açık etsin. Çünkü o benim çocuğumun babası.

Ahmet Yiğit’in babasıyla arası nasıl, kaç yaşında?

Babasına çok düşkün bir çocuk... 3,5 yaşında. Şubat’ta dört olacak.

Televizyondan babasını seyrediyor mu?

Seyrediyor ve ona çok da düşkün. Yiğit Bulut da çok iyi bir baba oldu. Kimse istemezdi bir çocuk varken boşanma olsun ama şartlar bizi oraya getirdi. Yiğit, boşanmış bir baba olarak son derece çocuğuyla ilgili ve iyi.

Belli olmaz bakarsınız çocuk sevgisi aranızdaki küllenen aşk ateşini yeniden körükleyebilir.

Yok, olmaz... Yiğit’in de kullandığı bir laf vardır, “Aynı derede iki kez yıkanılmaz” der. Ben de buna karşılık olarak “Aynı kişiye iki kez aşık olunmaz” diyeyim.



Bundan sonraki hedefiniz ne diye sorsam? Mesleğinizde 18 yılı geride bıraktınız.

Vay be, 18 yıl olmuş demek. Öncelikle bir hedef koyacağım kendime. Çünkü ben olmam gereken yerde değilim.

Neden değilsiniz?

Çünkü, çok akıllıyım, çok yetenekliyim, kendimle çok barışığım, çok enerjim var ve de çok tembelim (gülüyor)... Evet, tembelim ben. Şu an kapasitemin çok altında çalışıyorum. Yani günde 15 dakika benim dişimin kovuğuna gitmiyor. O kadar kısıtlı bir sürede bir şeyler söylemek bana yetmiyor. İçimde müthiş bir enerji var ve o enerjiyi boşaltmam lazım.

Mesela bir tartışma programı yapmayı düşünmez misiniz?

Evet, tartışma programı olabilir. Bu konuda çok da başarılı olacağımı sanıyorum. İnşallah teklif gelir (gülüyor). 

Şule Hanım, 2011 artık mazide kaldı. Eski yılda Türkiye’nin gündemi de kalabalıktı. Sizce 2011’e damgasını vuran olay ya da olaylar hangileriydi?

Beni en çok üzen ve etkileyen olay Van depremi oldu. Kötü şeyler üzerinde durmayalım, boşverin. Hep iyi, güzel şeyler olsun istiyorum. İyi bir enerji verelim istiyorum. 2012 ülkemiz için güzel olsun.

Peki, ne olsun 2012’de?

Öncelikle terör bitsin... Türk - Kürt ayrımı yok, hepimiz kardeşçe yaşayalım. Birbirimizin kıymetini bilelim, aptallık etmeyelim. Bu ülkeye yazık etmeyelim. Bakın ne kadar güzel gidiyor her şey. Ben Hasip Kaplan’ı çok seviyorum. Kıpçak Türküyüm ama BDP Başkanı’nı amcamın oğlu kadar kendime yakın hissediyorum.

Bu kavgaları bir kenara bırakalım, şu canım ülkenin keyfini yaşayalım.

Bu samimi ve sıcak sohbet için size çok teşekkür ediyorum Şule Hanım.