UĞUR DÜNDAR KOMİSYONA KONUŞTU; GÜNAH ÇIKARTACAK AHLAKSIZLIĞIM YOK!

TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu, gazeteci yazar Uğur Dündar'ı dinledi.

Sözcü Yazarı Uğur Dündar, TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’na bilgi verdi.Komisyondaki ifadesinde 4 muhtıra, darbe dönemine gazeteci olarak tanıklık ettiğini söyleyen Uğur Dündar, günümüzde basın özgürlüğünün ‘Muz Cumhuriyeti’nin bile gerisinde olduğunu vurguladı.

Gazetecilik yaşamında tüm iktidar ve güç odaklarının hışmına uğradığını belirten Dündar, “Suçum, iktidarların istediğini yapmamam, tam tersine halka gerçekleri göstermekte ısrar etmemdi” dedi. İşte Dündar’ın komisyona anlattığı bilgiler:

4 DARBE-MUHTIRAYA TANIKLIK ETTİM:
“Huzurunuzda kendi isteğimle bulunuyorum. Çalışmalarınızın demokrasimizin gelişimine ve basın özgürlüğünün önündeki engellerin kalkmasına katkıda bulunmasını diliyorum. Yarım asra yaklaşan ve genellikle televizyonda sürdürdüğüm gazetecilik hayatımda, 12 Mart 1971 Muhtırası, 12 Eylül 1980 Darbesi, 28 Şubat Süreci ve  “27 Nisan e- Muhtırası”na tanıklık ettim.

GÜNAH ÇIKARTACAK AHLAKSIZLIĞIM YOK:
Hemen belirteyim, habercilik yaşamımda hiçbir patron veya meslek dışı güçten emir ve talimat almadım, evrensel meslek ilkelerimizin dışındaki hiçbir gücün önünde eğilip bükülmedim. Sadece toplumun bilgi edinme ve gerçekleri öğrenme hakkına hizmet ettim.Bu nedenle bilgisine başvurulan bazı sözde gazeteciler gibi pişmanlıklar ve aldatılmışlıklardan söz ederek günah çıkartmama neden olacak bir ahlaksızlığın içinde de bilerek bulunmadım. Kaldı ki hukuk devletlerinde haber ve yorum yoluyla insanların kişilik haklarına saldırılması, yalan ve iftiralarla itibarsızlaştırılması durumunda, mağdurların bunu yapanlardan yargı önünde ceza ve tazminat davalarıyla hesap sorma hakkı mevcuttur.

BASIN HÜRRİYETİ MUZ CUMHURİYETİ GİBİ:
Yayınlandığı tarihlerde kovuşturmaya uğramamış, ceza ve tazminat davası açılmamış, açılsa bile beraatla sonuçlanmış haberlerin, aradan yıllar geçtikten sonra ‘Bu haberi niçin yaptınız?’ şeklindeki sorularla gündeme getirilmesi, bunu yapanları kolaylıkla basın özgürlüğünü sorgulama yanlışlığına götürür. Zira bugünün koşulları ve atmosferinden bakarak, yıllar öncesinde kalmış bazı yayınları gerçekçi ve doğru biçimde değerlendirebilmek son derece zordur. Kaldı ki ülkemizde basın özgürlüğü bugün itibariyle, bırakın çağdaş demokratik hukuk devletleriyle aynı çizgide olmayı, bir zamanlar ironiyle söz ettiğimiz kabile devletleri ve muz cumhuriyetlerinin bile gerisine düşmüş durumdadır.

ÖRTÜLEN HER ŞEY HABERDİR:
Modern gazeteciliğin babası sayılan İngiliz medya patronu Lord Northdiff, ‘Güç odaklarının bir yerlerde örtbas etmeye çalıştıkları şey haber, gerisi reklamdır’ der. Nortchcliff, bu doğru tanımı, sağlam temellere oturmuş, demokratik kültürün sokaktaki sıradan insan tarafından bile içselleştirildiği çağdaş demokrasiler için yapmıştır. Oysa bizim gibi gelişmekte olan ve demokrasisi kesintiye uğramış ülkelerde bunları söylemek kolay, ama ödün vermeden uygulamak çok zordur. Evrensel meslek ilkelerine sıkı sıkıya sarılmanın bedeli ağırdır. Hele bizler gibi soruşturmacı gazetecilik yapma sevdasında olan gazeteciler için çok daha ağırdır. Öylesine ağırdır ki, Türkiye benzeri ülkelerde soruşturmacı gazeteciler, bunun bedelini bazen hayatlarıyla öderler.

TÜM İKTİDARLARIN HIŞMINA UĞRADIM:
Akıl almaz iftiralara uğramak, yaftalanmak ve baskıyla işini kaybetmek ise, soruşturmacı gazeteciler için adeta günlük spor haline gelir. Tıpkı günümüzün Türkiye’sinde olduğu gibi! Türkiye”de soruşturmacı gazeteci, Lord Northdiff in tanımı doğrultusunda gerçeklerin üstündeki örtüyü kaldırıp, altındaki gerçeği olduğu gibi topluma yansıtmak istediğinde, bu gerçeğin bilinmesini istemeyen gücün hışmına uğrar. Nitekim meslek yaşamımda, -merhum Bülent Ecevit’in Başbakanlık yaptığı dönemler hariç tutulursa- gelmiş geçmiş tüm iktidarların ve üzerine gittiğim güç odaklarının hışmına uğradım. Suçum, iktidarların istediğini yapmamam, tam tersine halka gerçekleri göstermekte ısrar etmemdi.

‘ÖLDÜRÜLECEKLER’ LİSTESİNE ALINDIM:
Kimi zaman işsiz kaldım, kimi zaman cinayet çetelerinin “öldürülecekler” listesinde yer aldım. Tansu Çiller”in Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı, Dışişleri Bakanı, Başbakan ve Başbakan Yardımcısı olduğu dönemlerde, yani milletvekili seçildiğinden, aktif siyaseti bıraktığı tarihe kadar yaşadıklarımın bir benzerine, ancak korku romanları ve filmlerinde rastlanılabilir. Bunları Sayın Çiller”! suçlamak için söylemiyorum. Yaşadıklarımdan belki kendisinin hiç haberi olmamıştır. Ama birileri bana ve aileme o korkunç yılları onun adına yaşattı. Size o dönemde iftira, itibarsızlaştırma ve korku salma çarkının içinde bulunmuş bir kişinin kendi el yazısıyla kaleme aldığı bir belge sunuyorum. Bu belgeyi okurken gözlerinize inanamayacaksınız.

ÖLÜM EMRİNİ ARENA’DA ANLATTI:
Kaldı ki, ülkemizin yakın tarihinde tanık olduğu en acımasız cinayet şebekesi olan Susurluk Çetesi Davası hükümlülerinden, eski Özel Harekat Polisi Ayhan Çarkın, o dönemde adımın kendilerine öldürülmek üzere verildiğini, Arena programında benim ve gazeteci Nedim Şener”in gözlerimizin içjne baka baka, milyonlarca seyirci önünde itiraf etti. Sadece o mu? Bursa”da bir cinayete kurban giden, yine aynı davadan hükümlü eski Özel Harekat Polisi Oğuz Yorulmaz”ın annesi Nurhan Yorulmaz da, oğlunun sağlığında kendisine beni öldürmelerinin istendiğini anlattığını Arena’da açıkladı.

MESUT YILMAZ’IN HIŞMINA UĞRADIM:
Bu iddialarımı doğrulayan belgeleri takdim etmekle yetinmeyip, yaşadığım inanılmaz olayları izninizle tek tek anlatacağım. Refahyol Hükümeti’nin 28 Şubat sürecinde sona ermesinden sonra iş başına gelen Hükümetin Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz ve kardeşi Turgut Yılmaz’ın da hışmına uğramaktan kurtulamadım. Suçum hepsinde aynıydı. Yolsuzluk haberleriyle halkın gerçekleri öğrenme hakkına hizmet etmem! Mesut ve Turgut Yılmaz kardeşler bana çık kızmışlardı. Çünkü Beyaz Enerji Yolsuzluğu kapsamında hazırlanan fezlekeden Turgut Yılmaz”ın adını cımbızlayıp çıkarmamış, sorgulanacaklar arasında olduğunu kamuoyuna duyurmuştum. Bu haberi yaptığım için başıma gelenler, pişmiş tavuğun bile başına gelmemiştir.

BİLGİN’İ KORKUTTULAR, İŞTEN AYRILDIM:
Aleyhimde ceza ve tazminat davaları açıldı, ilgili ilgisiz birçok ANAP’lı aleyhimde kamuoyuna açıklama ve yorum yaptı, RTÜK devreye sokuldu. İfade vermek için gittiğim Küçükçekmece Adliyesine gönderilen bir grup çapulcunu saldırısına uğramama ramak kaldı. Ama ben hakikatin topallayarak da olsa hedefine ulaşacağına inanırım. Nitekim haber doğru olduğu için tüm suçlamalardan aklandım. Ama yaklaşık bir buçuk yıl süreyle işsiz kaldım. Bu sürenin sonunda çalışmaya başladığım Sabah Gazetesi ve ATV televizyonundan da Turgut Yılmaz ve dönemin İçişleri Bakanı Rüştü Kazım Yücelen’in, Dinç Bilgin ve oğlu Onay Bilgin’i korkutmaları nedeniyle ayrılmak zorunda kaldım.

FADİME ŞAHİN’İ ÇIKARTAN REYTİNGİ BULUYORDU:
Hemen belirteyim, 28 Şubat Süreci olarak bilinen dönemde, sadece yolsuzluk haberlerinin peşinden koşmadım. Muhafazakar ve mütedeyyin insanlarımızın dini duygularını sömüren ve Başbakan Tayyip Erdoğan”ın “dinden beslenenler” deyimiyle tanımladığı din bezirganlanyla ilgili haberler de yaptım. Bunları ekrana getirirken hiç kimseden bir telkin, öneri veya emir almadım. O günlerin görünen gerçeği kimlerse -diğer televizyoncuların ve habercilerin de yaptığı gibi- o gerçeklen ekrana getirdim. Bu tür haberlerin ekranlarda ve gazete sayfalarında yoğunlaşmasının bir nedeni de, reyting ve tiraj getirmesiydi. O günlerin popüler figürlerinden Fadime Şahin”in adı, televizyoncular arasında “Reyting Kraliçesi”ne çıkmıştı. Kapısında nöbet tutanlar bile vardı. Erken davranan Fadime Şahin”! Ana Haber Bültenine çıkarıyor ve reytingi kurtarıyordu.

ERDOĞAN’LA İLK RÖPORTAJI YAPTIM:
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara geldiği 2002 içimlerinden önce, Genel Başkan Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ı ilk ve son kez karşı karşıya geldikleri televizyon açık oturumunu tam bir tarafsızlık ve adalet duygusuyla yönettim. Partisinin iktidar olmasından sonra Başbakan Erdoğan’la en çok röportaj yapan gazeteci halen benim. Ancak 2008 yılında Star TV’de Haber Grup Başkanı ve Anchorman olduktan onra sergilemiş olduğumuz tarafsız yayıncılık, Başbakan Erdoğan ve çevresi ararından beğenilmemiş olacak ki ilişkimiz soğudu.

HASIM GİBİ GÖRÜLDÜK:
Oysa bana göre bunun tam tersi olmalı, arkasında yüzde 50 civarında oy desteği bulunan Başbakan Erdoğan, yağcılık yapmayan, yalakalık peşinde koşmayan, iyi niyetle tarafsız haberler sunan bizim gibi bir ekibe destek vermeli ve zaman aman dile getirdiğimiz eleştirilerden yararlanmayı da tercih etmeliydi. Ne yazık ki böyle olmadı, Prof. Dr. Mehmet Altan”ın deyişiyle “yağdanlıkların yarattığı algı nedeniyle” bizler hasım gibi görüldük. Dostane eleştirilenlere bile tahammül edilmediğine tanık olduk.
Geçmiş dönemlere rahmet okutturacak bir acımasızlıkla iftiralara uğradık, yaftalandık, medyatik linçlere uğradık.

HAYSİYET CELLATLARI:
Basın tarihimizin hiçbir döneminde gazeteciler, cezaevine girmesini istedikleri meslektaşlarının listesini yayınlama alçaklığını göstermemişlerdi. Ama bu dönemde adları öne çıkan bazı haysiyet cellatları bu iğrençliği de yaptılar ve cezaevine girecek gazetecilerin listelerini yayınladılar. Sanıyorum ki tarih, bu listeleri yapan infazcıları affetmeyecek ve er ya da geç, müstahak oldukları cezayı verecektir.

‘İŞTEN ÇIKARIYORUM’ DİYEMEDİ:
Star TV’den ayrılırken adını her zaman saygıyla anacağım patronum (Huzurunuzda Emin Çölaşan hakkında söylediklerine katılmadığını belirtmek isterim) Aydın Doğan bana ‘seni işten çıkarıyorum’ diyemedi.  Onun yerine “Sen Türkiye”nin en başarılı televizyoncususun. Burada ölüyü dirilttin. Star Haber yerlerde sürünüyordu, onu birinci yaptın. Ahlaklı, düzgün bir insansın. Ailen de çok düzgün. Ben ve ailem, seni ve aileni çok seviyoruz. Ama ben bu televizyonu sattım Uğur!” diyerek hem gönlümü aldı, hem de içine girdiği çaresizliği üstü kapalı biçimde anlatmış oldu.

DOĞAN VERGİ YÜKÜNDEN KURTULDU!:
Eğer baskı altında olmasaydı böylesine değerli gördüğü çalışanına “Tamam Star”ı sattım, ama sen, Kanal D veya CNN Türk”te şu görevlere devam edebilirsin!” diyebilirdi. Diyemedi, çünkü benim yüzümden yeni bîr ağır vergi cezasına uğramak istemiyordu. Belki inanmayacaksınız ama ben medya üzerinde böylesine bir baskıyı ne darbe günlerinde, ne de korku filmlerine benzer tehlikeler yaşadığım iktidarlar döneminde görmedim.

BABAYİĞİT TV PATRONU GÖREMİYORUM:
Eğer Sözcü gazetesi bana sayfalarını açmamış olsaydı, eski patronumun deyimiyle Türkiye”nin en iyi televizyoncusu huzurunuza işsiz, belki de mesleğine veda etmek zorunda kalmış biri olarak gelecekti. Gazetemde çalışıyorum ama bana “gel çalış!” diyebilecek babayiğit bir televizyon patronu göremiyorum. Araştırmanızın demokrasimizin tüm kurum ve kuruluşlarıyla sağlamlaşıp çağdaşlaşmasına katkıda bulunmasını, ayrıca basın özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılmasına yardımcı olmasını diliyorum. Toplumun gerçekleri öğrenme hakkı önünde bir kez daha saygıyla eğiliyorum. Bu belgeyi de çocuklarıma ve gazetecilik mesleğine gönül veren gençlere armağan ediyorum.

Sözcü