O ZAMAN BEN DE CAMİDE İMAM OLAYIM! BEHZAT AMİRİM SÖZÜNÜ SAKINMADI!

Behzat Amir, Şehir Tiyatroları'ndaki yönetmelik değişikliğiyle başlayan tartışmaya sert girdi...

Ünlü oyuncu Erdal Beşikçioğlu, Ankara'daki yeni projesi 'StüdyoCer'i anlatmak üzere Radikal'den İpek İzci'ye verdiği röportajda Şehir Tiyatroları ile ilgili sorulara şöyle yanıt verdi:

Devletin parasıyla özgür olunabiliyor mu?
Düşünce konusunda tabii ki özgürdür. Zaten şu sıralardaki hükümetin düşünceye bir sınır getirme düşüncesini düşünmek dahi istemiyorum. En son bu, Şehir Tiyatroları felaketi benim canımı çok sıktı. Olamaz böyle bir şey.

Neden?
Bir hikâyeyi anlatmak, seyirciye bir felsefeyi vermek, bir durumu aktarmak, bir düşünceyi empoze edebilmek için uğraşmışız. Çok mu tehlikeliyiz ki biz? O kadar tehlikeli değiliz, merak etmesinler. Umarım Kadir Topbaş imzalamamıştır o değişikliği. Bir sanatçıyı kimse durduramaz zaten, ben fikrimi sokakta dahi söylerim. Bunu sokak tiyatrosuyla da yapabilirim, hiç mekân olmasına da gerek yok. Benim dilimin kemiği yok. Bunu şunun için söyledim: Bir ülkenin soytarısı yoksa eğer, o ülkenin kralı o krallığı yönetemez. Ben konuşacağım ki o bilgilenecek. Ben konuşacağım ki o sorgulayacak. Bir insan kendini sorgulamazsa bir yere varamaz.

Şehir Tiyatroları üzerinden konuşursak, siz kamuoyunun bu gibi olaylara karşı yeterince tepki gösterdiğini düşünüyor musunuz?
Hayır. Böyle durumlarda, hepimize düşen birtakım görevler vardır. Mesela bu konuda köşe yazarlarının mutlak kılıçları çekmesi gerekiyor.

Devlet Tiyatroları’nın kapatılması da konuşulmuştu bir dönem.
Yaklaşık 4.5 senedir Devlet Tiyatroları’nda kapalı gişe oynayan ‘Bir Deli’nin Hatıra Defteri’ oyununu oynuyorum. 7 - 8 lira karşılığında beni seyredebiliyor bu halk. Böyle bir imkânı bu insanların elinden niye alıyorsunuz siz? Başka bir özel tiyatroda bunu yapamazsınız ki! Bilet fiyatınız en az 30 lira olmalı ki maliyetinizi çıkarın. Devlet Tiyatroları’nı kapatma fikri, düşünceyi parçalamak anlamına gelir. Parçalanan düşünce de kolay takip edilmez, kaos çıkar. Her zaman bir kurumun o disiplin üzerinde söz sahibi olması gerekir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde de Devlet Tiyatroları bu söz hakkına sahiptir. Bilirkişidir...

Kapatılmalı diyenlerin tezlerinden biri şu: Yıllardır hiçbir oyunda yer almayan bir oyuncu, maaşını almaya devam ediyor.
Bunlar cahillik işte. Daha önce belki o insan kapalı gişe oynayan ve salonları dolduran oyunlarda başrol oynadı. Ama yıllar sonra da kast dışında kaldı. Ne yapacağız? Belki o insan oynamıyor ama fikren destek veriyor projeye. Bir oyuncunun sahneye çıkma zorunluluğu yoktur ki. Bu, kostümden tutun da aldığınız nefese kadar üretim içerisinde olduğumuz bir hikâyedir. İlla oynamak zorunda değilsiniz. Devlet Tiyatroları’nı bu şekilde eleştiren insanlar var, evet ama onlar cahil provokatörler.

StüdyoCer’e dönelim… Nasıl bir oyun içeriği düşünüyorsunuz? Belli bir tema var mı aklınızda?

Evet, sistemi eleştiren, insanların ön planda olduğu oyunları oynamaya çalışacağız. Mesela bu sezon, varoluşçu akımı sorgulayacağız. Vakti geldi bir kez daha sorgulamanın çünkü 1962’den beri ülke, varoluşu sorgulamamış. George Orwell’ın ‘Hayvan Çiftliği’, bir atölye çalışması olacak. Mayıs başında başlayacağız çalışmalara. Ekimin 20’sine kadar metni çalışacağız. Ve sonunda da oyunu çıkartacağız. Yönetmenliğini ben yapacağım. Birkaç tane daha projemiz var ama onları ileride açıklamak daha doğru...

Bir de ‘Mezarsız Ölüler’ var.

Evet, Sartre’ın eseri, varoluşçu akımı sorgulayacağımız bir başka oyun o da... Zaten çizgimizin ne olacağı aşağı yukarı belli. ‘Mezarsız Ölüler’de oynamayı çok istiyorum ben çünkü varoluşçu akımın en önemli örneklerinden bir tanesi.

StüdyoCer, bu tiyatro ortamına nasıl bir yenilik getirecek?

Derdimiz, yenilik getirmek değil.

Nedir derdiniz?

Birtakım akımlar, tiyatronun kendi içinde yarattığı disiplinler var. Biz de kendi disiplinimizi yaratabilir miyiz düşüncesiyle çıktık yola. Bu, seyirci tarafından beğenilir ya da beğenilmez. Ama bu disiplini uygulayacağımız bir saha ve para veriliyor bize, biz de bunu denemekten gocunmuyoruz. Çünkü yaptığımız işi sorgulayan, sorguladığımız zaman cevabı arayan bir yapı olacak bizimki.

StüdyoCer, Ankara’yı sanat açısından ayağa kaldırır mı?

“Gri bir kente, kırmızılı bir insan geldi” diyebiliriz, evet. CerModern öyle bir yer. Renkli bir yapısı var. Güzel bir soluk aldırabilmeyi hedefliyoruz.

Belki filmlerle devam eder Behzat Ç.
Behzat Ç. devam ederken, nasıl bir yoğunluğunuz olacak?
‘Bir Deli’nin Hatıra Defteri’nin provalarını yaptığım zaman, Köprü’de Vali’yi canlandırıyor, Reha Erdem ile birlikte de Boğaz’da ‘Hayat Var’ı çekiyordum. Şimdi aynı şehirdeyiz, her şeyi yapabilmek mümkün...

Behzat Ç.’yi de es geçmeyelim. Dizide ülkenin mevcut durumuna parmak basılıyor her hafta.
İlk sezon, dizinin giriş bölümüydü ki zaman zaman biz seyrederken sıkıldık, seyirci de sıkılmıştır. Doğrudur, çünkü giriş bölümü her zaman sıkıcıdır. İkinci sezon gelişme bölümüydü. Üçüncü sezon da sonuç bölümü olacak. Onun akabinde de bir film daha yapacağız. Belki ondan sonra da filmlerle devam eder Behzat Ç. Oynaması, yapımı çok zor bir proje ama biz o kadar içten davranıyoruz ki… Her olan olaya bir taraf olmadan, sadece insanca onu göstererek… Dizinin sevilmesindeki en büyük neden o bence. İnsan olarak ülke hassasiyetine parmak basıyoruz, ama taraf olarak değil..

Dizi, bu hafta sonu verilecek Antalya Televizyon Ödülleri’ne de en iyi drama dalında aday. Siz de en iyi erkek oyuncu (dram) dalında adaysınız.
Yardımcı erkeğe de adayız, görüntü yönetmenine de, yönetmene de... Ne güzel!

BAKIM ATÖLYESİNDEN SANAT MERKEZİNE

CerModern, Cumhuriyet’in ilk yıllarında vagon bakım atölyeleri olarak inşa edilen Cer atölyelerinin restore edilmesiyle bir sanat merkezine dönüştürüldü. Geçirdiği yangının ardından, 1999’da restore edilmesine karar verilen mekân, 1 Nisan 2010’da bir sanatlar merkezi olarak açıldı. Yaklaşık 14.500 metrekarelik bir alana kurulu olan CerModern, sadece plastik sanatlar değil, sanatın her yönüne hizmet etmeye çalışıyor.