Nereden hortladı bu “Castro antipatisi” birden?..

Medyaradar medya analisti Atilla Akar, Küba lideri Fidel Castro’nun ölümü sonrası yeniden ortaya çıkan “Castro düşmanlığı”nı ele aldı…

Efendim; Fidel Castro’nun ölüm haberini duyduğumda nedense aklıma ilk Baba-2 filminin bir sahnesi geldi. Bu sahnede o dönem ABD’nin bütün ileri gelen mafya babaları Küba’da bir toplantı için bir araya gelmişlerdir. Toplantıyı organize eden filmde Hyman Roth olarak geçen ünlü Yahudi mafya babası Mayer Lensky’dir. Buraya Küba’nın o zamanki lideri Fulgencio Batista’ya rüşvet karşılığı yapacakları otel, kumarhane ve benzeri eğlence yerleri türündeki “yatırımları”nı kabul ettirmeye gelmişlerdir. (Uluslar arası telefon şirketi ise rüşvetlere ilaveten som altından bir de telefon “hediye” eder Batista’ya) Tek kaygıları isyancıların yatırımlarını tehlikeye atmayacağına dair garanti almaktır. Batista onlara o garantiyi verir.   
  
Mafya babaları otelin çatısında toplanmışlar, bir kibirle içkilerini yudumlamaktadırlar. Önlerinde Küba haritası çizilmiş pastayı paylaşarak (Ne anlamlı bir benzetme olmuştur!) aralarında konuşmaktadırlar. O esnada Corleone ailesinin lideri Michael Corleone (Al Pacino), “Bugün ilginç bir olaya şahit oldum” diye söze girer, “Batista’nın askerleri tutuklama yapıyorlardı. Asilerden biri teslim olmadı, cebindeki el bombasını patlatıp kendisiyle birlikte kumandanı da götürdü. Yani kazanabilirler. Çünkü onlar Batista’nın askerleri gibi para için savaşmıyorlar.” diyecektir. Gerçekte de durum filmde anlatıldığı gibidir. Sonrası malum; o gece (1959’un yılbaşı gecesi) Fidel ve arkadaşları Batista’yı devirip iktidarı ele geçirirler. Bütün işbirlikçiler kaçacak delik ararlar!

Kısacası Küba’yı ABD’nin dümen suyunda kumar, içki, fuhuş, uyuşturucu ve kara para cenneti yapmak isteyenlerin hayalleri suya düşmüştür. O günden beridir ki garip bir hazımsızlıkla Castro’ya ve Küba’ya karşı söylemedikleri şey, çevirmedikleri dolap kalmamıştır. Ambargolar mı, Küba ticaret gemilerine sabotajlar mı, CIA’nın Kübalı kriminal serserileri örgütleyip “Kübalı Yurtseverler” numarasıyla ellerinde patlayan “Domuzlar Körfezi” çıkarmasında bulunma teşebbüsü mü, dünyayı Nükleer savaşın eşiğine getirme manevraları mı, Castro’ya defalarca suikast girişimi mi, vb gırla gitmiştir. Hepsinde de avuçlarını yalamışlardır.

BU İSİMLERİ KÜBA VE CASTRO KARŞITLIĞINDA BULUŞTURAN NE?..

Neyse; bunu neden hatırladım dersiniz? Dünyanın gelmiş geçmiş en karizmatik devrimci simalarından, Küba devriminin lideri Fidel Castro ölümü tüm dünyada büyük olay oldu ve birkaç gündür Castro ile ilgili haber ve yorumlar öne çıktı. Bizde de bunların bir kısmı Castro’yu normal habercilik kuralları içinde, biyografisini objektif olarak vermeye çalışırken bir kısmı da -ideolojik konumuna göre- övdü veya yerdi. Burada bana tuhaf gelen şuydu. Castro’ya ve çizgisine sempati duyanların onu övmesi normaldi de buna katılmayan kişilerin klasik anti-komünist duygularla hareket etmesi ve buna göre değerlendirmeler yapmaları biraz enteresandı. (Daha önce de Che konusunda aynı şey yaşandı) Castro’nun ne kadar “Kötü bir komünist ve diktatör” olduğunu hatırladılar birden!

Kimi daha “liberal” takılıp (Castro’yu över gibi yapıp Küba devrimini yererek) “Küba’nın ne kadar geri kaldığı”ndan, “Devrim günü donup kaldığı”ndan, “tek çivi bile çakılmadığı”ndan, maaşın “20 Euro” olduğundan (Maaş 20 Euro ama barınmanın, sağlığın, ulaşımın, yakıtın ve diğer sosyal hizmetlerin tümünün bedava yahut sembolik denebilecek düzeyde düşük olduğundan söz etmezler nedense!) gibi “Küba gerçekleri”nden bahsettiler. (Bakınız Fatih Altaylı’nın Castro’nun ölümü öncesi Küba izlenimleri) Ya da “patates bile bulamadıkları”ndan, “Tuvalet bile yok” demelerine, “Sağlıkta ve sanatta iyiler ama geri kalmışlar”dan dem vuranlara (Bakınız Ertuğrul Özkök’ün gözlem ve konuşmalarına) Kimi de sokaklarında halen “50’li model arabaların dolaşmasına” takmış.

Bu kervana Murat Bardakçı’da katılmış. O da dünkü “Castro ve dürüst olmak” başlıklı yazısına her zamanki alaycılığıyla başlamış, “Devrimin Kübalılara bir şey getirmediğini” savunmuş “Kübalıların yine aç ve fakir” olduğunu söylemiş. Sonra hızını alamamış olacak ki Castro için “Tam bir diktatördü, hem de ne diktatör!” kanaatini” iktidarı kardeşine devretti” klişesiyle yapıştırıvermiş.

Ne diyeyim? Bunlar Küba’nın “Evrensel” zannettikleri kapitalizmin ve liberalizmin yansımalarını aramaya gitmişlerse bulamazlardı tabii ki. Kafalarındaki “model” bunlar olunca o küçücük ve kuşatılmış adada sadece bunları görürler elbet. Bunların “sistem”den anladıkları sadece tüketim ekonomisi ve onun şatafatlı, göz boyayıcı atraksiyonları olsa gerek!

Bitmedi!.. Meğer gizliden gizliye kin bileyen başkaları da varmış. Bunlar kendilerini “Solcu” diye yutturan ama özünde “Kürt milliyetçisi” olan tayfadanmışlar. Evrensel Gazetesi ve HDP'ye yakınlığıyla bilinen Azadiya Welat köşe yazarı Fehim Işık ise “Kastro'nun Batista'yı deviren, ABD'ye kafa tutan devrimciliğini de, anti-emperyalizm adına Kürt katillerine olan sevgisini de unutmayacağız. Fidel Kastro Batista'yı deviren ve ABD'ye kafa tutan devrimci bir lider. Ama Kürtleri katleden Saddam ile aynı safta da yer almış bir kişi.” diye yazmış.

Bu durumu fırsat bilen bir başkası DTP Siirt eski Milletvekili Osman Özçelik’de, "1994 Küba'da bir konferansta Kürtçe konuşmak istemiştim. TC ile muhtemel ticari ilişkilerine zarar verebilir gerekçesiyle, konuşturmamışlardı." diye yazmış. Yani illâ bulacaklar bir şey!.. Bu “Biji Obama”cı takımı yakında “Biji Trump”çılığa geçerler herhalde!..

Trump dedim de o da fırsatı kaçırır mı? Daha başkanlık koltuğuna oturmadan demecini patlatmış; "Bugün dünya, kendi halkına yaklaşık 60 yıl baskı uygulamış zalim bir diktatörün ölümüne şahit oldu." Hadi onun tavrına “normal” diyelim. Ne de olsa yıllardır Küba’ya düşmanlık güden bir ülkenin yeni başkanı. Ya diğerlerine ne oluyor?

Bir türlü ne olduğuna tam karar veremediğim (Sanırım kendisi de verememiş!) eski ÖDP Başkanı Ufuk Uras’da geri kalmamış. Ancak o “entelektüel seviye”sine uygun olarak daha “teorik” takılmış. “İşçi sınıfı diktatörlüğü' deyip işçi sınıfı üzerinde diktatörlük kuranların eleştirisi üzerinden kapitalizmin alternatifi yaratılabilir." diyerek “diktatörlük” tezinin daha Marksist jargona uygun teşhisini koymuş.

AKP CENAHI BOŞ DURUR MU?...

Gene bitmedi!.. Bu kez de “Castro aleyhtarlığı”nda ve soğuk savaş döneminin klasik sağcı anti-komünist reflekslerini ve jargonunu bazı AKP’li isimler devralmış. Kimi AKP’ye yakın internet siteleri “Çakma solcuların diktatörü”, “50 yıl iktidar kaldı”, “Görevini kardeşine devreden diktatör” mealli başlıklar atmış. (Bunlardaki abuk “okur yorumları”na ise hiç girmiyorum!) Kimi Cem Küçük gibi "Fidel Castro denen cani adamın kızıl vahşeti övüldükçe dehşete düşüyorum. Korkunç bir katliamcıydı Castro” demiş, kimi “Bir diktatör portresi: Castro”, “Fetişleştirilen komünist figür” “Castro'nun insan hakları, demokrasi, barış ve refah konusunda  Küba'ya ve dünyaya hiç olumlu bir model bırakmadığı”nı (Prof Dr. Bilal Sambur. Milat Gazetesi) söylemiş. Kimi de (AKP’li olmasa da) Yeniçağ’dan Ergun Kaftancı’nın “Fidel öldü, Yaşasın Raul” yazısında olduğu gibi klasik sağcı kalıbı tekrarlamış ve Castro’nun şahsında neredeyse bütün Latin Amerikalı liderleri “diktatör” ilan etmiş. 

İlaveten hakkını yemeyelim. Bence –kendi bakış açısından- en doğru düzgün lafı hiç beklemediğim şekilde AKP Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar söylemiş;  "Düşüncelerine karşı olsanız da adanmış ömürlere saygı duymak gerek. Şerefsiz dostların olacağına haysiyetli düşmanların olsun” Kendisini kutlarım. Biri nihayet dişe dokunur, aklı başında bir laf etmiş!

Bu arada son anda eklemeliyim ki bugünkü Star’da Lütfü Oflaz’ın “Dik durdun, eğilmedin direnen adam” yazısı da güzeldi. Hele de “Ancak emperyalizme, kapitalizme karşı olanlar, onu emperyalizmin, kapitalizmin babası ABD’nin ağzıyla eleştirmemeli.” önermesini çok tuttum ki bugün yapılan tam da bu. Ahmet Kekeç’in “Hacı Komünist!” yazısını ise –maalesef- pek tutmadığımı belirtmeliyim. Şimdilik görüşüme takılanlar bunlar. Belki başkaları da vardır…

Diğer AKP’li arkadaşlara ne demeli bilmem? Onlar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Batı’ya karşı sarf ettiği “Eğer bunlar birisine 'diktatör' diyorsa benim indimde o iyidir. Ecdadımız da değerlendirmeyi böyle yapmış. 'Filanca mı dedi, o zaman onun tersini düşün...' Ben de şimdi bunlar birilerine diktatör mü diyor, orada tam tersini düşüneceksin” açıklamasından bile feyiz almamışlar demek ki!..

Aslında belli merkezlerden pompalanan “Castro ve Küba antipatisi” zaten hep vardı. Yeni çıkmadı. Yeni olan Castro’nun ölümüdür. Castro’nun ölümüyle birlikte bilinçaltına yer etmiş klasik “anti-komünist” jargon tekrar hortladı herhalde. Ancak burada garip gibi duran solcusundan sağcısına kimi isimlerin “Castro ve Küba karşıtlığı”nda buluşmalarıdır. Belki birileri sadece klasik alışkanlıklarını yenemediklerinden, standart söylemlerini terk edemediklerinden, kimileri de aradaki bağı göremediklerindendir. Sonuç değişmiyor. O yüzden kusura bakmasınlar sormak zorundayım;

Kimse Küba’nın ve Castro’nun “tartışılmaz” ya da “hatasız” olduğunu söylemiyor. Ancak bırakın Castro’dan ve Küba’dan emperyalistler ve ABD rahatsız olsun kardeşim. Size ne oluyor?.. Biraz olsun daha “objektif” ve insaflı bakamadınız mı? Herkes belli bir “rejimi” benimsemek zorunda mı? Asıl rahatsızlık nedeni “çizgi dışı bir ülke” çıkması mı? (Bugün dünyada yaşanan sorunların çoğu genelde batının özelde ABD’nin kendi sistemini, “demokrasi”sini, liberalizmini herkese dayatmasının bir neticesidir. Asıl “diktatörce” olan bu!)  Dünyanın bu küçücük adasındaki ülkeye ve onun farklı liderine bu tahammülsüzlük neden?.. Yaşadığı sorunlar bile –bilhassa ekonomik olanları- ABD’nin yıllardır süren baskı ve kuşatmalarının neticesi değil mi?

Castro ve Küba olgusu bu dayatmaya fiili bir reddiyedir!...

29.11.2016.

atillaakar@gmail.com