MUSTAFA KARAALİOĞLU: TÜSİAD'IN TOPLUMA DAHA ÇOK DEMOKRASİ BORCU VAR!

TÜSİAD Genel Başkanı Ümit Boyner'in veda yemeğine katılan Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu 28 Şubat'tan bu yana TÜSİAD'ın değişimini masaya yatırdı...

TÜSİAD’ın yolu

Önceki akşam, bir grup gazete genel yayın yönetmeni TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner’in veda yemeğindeydik. Ümit Hanım, Ocak ayı içinde koltuğunu SÜTAŞ’ın patronu Muharrem Yılmaz’a bırakacak.

TÜSİAD’ın ekonomi dünyasında ve dolayısıyla siyasi atmosferdeki ağırlığını anlatmaya gerek yok.
Ülkede üretilen katma değerin yüzde 50’si, enerji dışında dış ticaretin yüzde 80’i, kurumlar vergisinin yüzde 85’i, tarım ve kamu dışındaki istihdamın yüzde 60’ı TÜSİAD’ın 600 üyesinin sahip olduğu 4 bin şirket tarafından üretiliyor.

Boyner, “Patronlar Kulübü” veya “İstanbul sermayesi” tanımını kullanmayı tercih etmiyor ve yalın haliyle “Sivil Toplum Kuruluşu” sıfatını tercih ediyor ama 41 yıllık geçmişinin her gününün TÜSİAD’ı bu tanımın ötesine taşıdığı muhakkaktır.

Kaldı ki bir iş adamları derneğinin “Patronlar Kulübü” olarak anılması hatta belirli bir sermaye sınıfının temsilcisi olarak görülmesinin mahzuru yoktur. STK’lar da sonuçta bir grubun çıkarlarını korumak için çalışırlar. Mahzurlu olan özellikle “ağırlık” taşıyan kurumların sistemle ilişkilerinin rutin perspektifin dışına çıkmasıdır. TÜSİAD da en çok bu yönüyle eleştirilmiştir.

Ümit Boyner, 2,5 saat boyunca bir yandan Türkiye ekonomisinin bugünü ve geleceğine ilişkin tahminlerini anlatırken, bir yandan da başında bulunduğu derneğin imajına ilişkin kritikleri cevapladı.

Şu cümlenin altını çizdim:
“Türkiye sivilleşme açısından çok önemli bir noktaya geldi. Kendisini askeri vesayetten kurtardı...”

Kendisine sorduğumuz şu soru bu cümleyi anlamlı kılıyor. Yıllardır askeri vesayetin paralelinde görülen ve en çok da bu nedenle eleştirilerin hedefinde olan bir kurumun bugün askeri vesayetten kurtuluşu bir başarı olarak görmesi bile başlı başına başarıdır. Değişim dediğimiz şeyin bir parçası da budur.

Esasen, Ümit Boyner’in Kürt sorunu başta olmak üzere, anayasa, başörtüsü vb gibi tartışmalı noktalardaki pozisyonu demokrasi hattındadır. Sohbette de bu esnekliği ve cesareti her konuda başarıyla hissettirdi. Görüşlerinin tamamına katılıp katılmamak elbette entelektüel tartışma konusu olabilir ama karşınızda bir demokratın varlığını görüyorsunuz.

“Din ve vicdan özgürlüğünde tabuları yıkmak lazım. Birey inandığı gibi yaşamalı ve bu yaşama biçimi devlet için bir kriter olmamalı” diyor. Kim aksini söyleyebilir?

Özet... TÜSİAD’ın özellikle 28 Şubat’taki çizgisiyle kıyaslandığında bugün geldiği nokta ülkenin topyekün demokratikleşmesi açısından fayda hanesine yazılacak bir değişimi ifa ediyor. Ümit Hanım, 28 Şubat’ta “5’li çete” içinde bulunmadıklarını ve bu yüzden o döneme ilişkin suçlamaların da haksız olduğunu söylüyor.

Bu itiraz, TÜSİAD’ın 28 Şubat’ta bir rol oynamadığını açıklamak için yeterli değildir. Bırakın 28 Şubat’ı, sürecin öncesi ve sonrasında özellikle başörtüsü ve dini görünürlük konularında bugün savunamadıkları birçok yanlışları olmuştur. İmaj ile hakikat arasında anlamlı bir fark yoktur. Patronlar, ekonomik varlıklarını ve sistem üzerindeki ağırlıklarını korumak ve sürdürmek için yükselen yeni siyasi ve sosyal dalgayı bir tehdit olarak görmüşler ve buna göre davranmışlardır. Düne dair analizleri böyleydi...

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ