'MİLLİ GÖRÜŞ'ÜN MEDYASI TASFİYE Mİ EDİLİYOR? YENİ ŞAFAK YAZARINDAN FLAŞ İDDİA!

'Milli Görüş'ün 40 yıllık yayın organı Milli Gazete ve yaklaşık 8 yıldır yayında olan TV5, Saadet Partisi yönetimi tarafından 'Misyonumuz sona erdi' denilerek ortadan kaldırılmak isteniyor.

Yeni Şafak gazetesi yazarı Ali Murat Güven, 4 Kasım Pazar tarihli köşe yazısında, doğrudan kişi ve kurum isimleri vermeden, ancak başta Saadet Partisi üst düzey yönetimi ve Fethullah Gülen cemaati olmak üzere, İslâmî kesimin bir dizi önemli aktörünü imâlarla işaret ederek oldukça şaşırtıcı bazı iddialar ortaya attı.
Güven’e göre, ‘Milli Görüş’ün 40 yıllık yayın organı Millî Gazete ve yaklaşık 8 yıldır yayında olan TV5, yine Saadet Partisi yönetimi tarafından ‘Misyonumuz sona erdi’ denilerek ortadan kaldırılmak isteniyor. Ancak, söz konusu yayın organlarında yıllardır görev yapan medya mensupları ise parti genel merkezinin bu yöndeki baskılarına karşı güçlü bir direnç içindeler… Güven, medya, bürokrasi ve iş dünyasında gözü kara bir yayılım içinde olduklarını savunduğu Gülenciler’in ise ‘Milli Görüş’ün çöküşünü de keyifle izlediklerini ve bu harekete yakın kişileri etkin oldukları bütün alanlardan kararlı bir şekilde ‘temizlediklerini’ savunuyor.

İşte, dünden bu yana internet ortamında yoğun şekilde tartışılan o yazının tam metni:

İdealist insanlara ’Bütün hayatını boşa harcadın’ mesajını vermek için çırpınanlar


"İslâmî kesim"de, bir leblebi tanesi kadar idealizme sahip herkesin dibine kadar muzdarip olduğu, fakat sıra bu vahim manzarayı cesurca dillendirmeye gelince pek çoklarının dillerinin tutulduğu yaman bir "savruluş" yaşanıyor nicedir...

Özellikle, metropollerde, "İslâmî hareket"in entelektüel-politik-ekonomik karargâhları sayılan medya kurumlarında, ticarî şirketlerde; vakıflar, dernekler, cemaatler, tarikatlar ve nihayet organize politik yapılarda son bir kaç yıldır zirve noktasına ulaşan bir savrulma hâli bu...

O yapılar ki güncel gelişmeler karşısında aldıkları tavırlar ve sergiledikleri duruşlarla (atacakları bir sonraki adım için kendilerinin gözlerinin içine bakan) Anadolu’daki mü’minleri de günlük hayatlarındaki tepkilerinde biçimlendiren "kanaat oluşturucu merkezler" konumundalar...

Câmiâdaki gezintilerimde hemen her gün başka birilerinden dinliyorum söz konusu savruluşa ilişkin acıklı hikâyeleri... Laf ola beri gele kâbilinden "hikâye" deyişime bakmayın sakın; anlatılanların hiç biri kafalarda kurgulanmış birer masal değil kuşkusuz. Onları bana aktaranlar en samimi gözyaşlarıyla, öfke dolu iç çekişlerle beziyorlar henüz dumanı üzerindeki iş ve özel hayat tecrübelerini...

Dindar personel adaylarının dindarlıklarından rahatsız olarak, onları daha iş görüşmesi başlamadan (salt CV’lerindeki fotoğraflarına ya da mezun oldukları okullara bakmak suretiyle) kovalayan "mütedeyyin şirket" yaftalı kocaman kocaman markalar...

Bünyelerindeki (geçmişte her nasılsa işe alınmış) başörtülü kızları yoğun utanma duyguları eşliğinde ikişer üçer kapıya koyup, "Devir değişti artık, yeni devre uymak lâzımdır" diyerek, bunların yerine kendilerini utandırmayacak türden "çağdaş görünümlü ve davranışlı kızlar"ı istihdam eden hacı patronlar...

Çalıştırdıkları en kıdemli ve en dindar yazar-çizerlerden, editörlerden, programcılardan artık ciddi ciddi rahatsızlık duyan, onları bir şekilde tazminatsız şutlayıp yerlerine politik yaklaşımları itibarıyla daha "mûtedil", (hattâ mümkünse "liboş" ya da daha da güzeli "soloş"*) elemanları getirmenin fırsatını kollayan medya üst yöneticileri...

38 yıllık eşlerini şuurunu yitirmiş bir vaziyette terk edip 19 yaşındaki sekreterleriyle evlenen, zamparalıkta çeyrek yüzyıl kadar rötar yapmış Hac ve Umre rekortmeni azgınlar...

Neredeyse her falsolu eyleme "helâl" fetvası verecek kıvama gelmiş/getirilmiş "kafaya göre" din âlimleri...


* * *


Ülkemizde, İslâmî hareketin 1960’lardan itibaren dinamosu olmuş ve hareketi bugünlere kadar taşımış son derece köklü bir politik organizasyon var. Gereksiz tartışmalara bulaşmamak için burada adını açıkça anmayacağım. Çünkü, zaten kendisine çeyrek porsiyon "dindar aktivist" diyen her vatandaş, vaktiyle o "görüş"ün tezgâhından en azından şöyle bir geçmiştir.

Milyonlarca insanı 40 küsur yıldır ardından koşturmuş o büyük kitle hareketine bugünlerde ne oluyor biliyor musunuz?

Sözünü ettiğim köklü oluşumun partisi, gazetesi ve televizyonu (tıpkı, son bir kaç yıldır yine aynı harekete ait yüzlerce irili ufaklı şirkete yapıldığı gibi), onu bizzat kurup bugünlere taşıyan kadronun baş mirasçıları tarafından bağırta bağırta tasfiye ediliyor. En az iki kuşağın ömrünü adadığı bu uyanış hareketinin gazetesi ve televizyonundakiler canhıraş feryatlar eşliğinde sesleniyorlar Ankara taraflarına, "Geride kalan ve neredeyse her gününü size adayarak yaşadığımız 40 küsur yılın aslında kocaman bir yalan olduğunu söyleyip, bizleri paldır küldür tarihten silmeye çalışıyorsunuz. Fakat, biz ise böylesine rezil bir akıbeti katiyen kabullenmeyeceğiz. Tamam, pastanın büyük dilimini alıp mideye indirdiniz. Bari, kör topal ilerleyen şu gazeteyi ve televizyonu, hareketin ona -hâlâ- bağlı olanlarına bırakın. Biz de mevcut mal varlığını satalım, birikmiş borçlarımızı ödeyelim, kalan parayla da gazeteyi ve televizyonu kaldığı yerden yoluna devam ettirelim. Bu iki medya organı, kuruluş sürecinde noterde kuru kuruya imza atanların değil, onu bugüne kadar türlü fedâkârlıklarla sırtında taşıyanlarındır. Bu saatten sonra sizlerden para pul falan istemiyoruz, yeter ki düşün yakamızdan! Bizler gazetemizi, televizyonumuzu bir şekilde ayakta tutmasını biliriz. Siz sadece -son kalan kırıntıları da haciz etmek, elde kalanları haraç mezat satmak için- şehvetle üzerimize saldırmayı kesin!"

Ankara’daki ağalar ise bu çığlıklara "Hiç boşuna debelenmeyin yiğitler" diye cevap veriyorlar, "Olay bitmiştir artık... Sizi o 40 küsur yıl boyunca pişkin pişkin kullandık, idealizminizi, enerjinizi, oylarınızı ve paralarınızı her zerresiyle sömürdük. Derin güçler Türkiye’de muhafazakâr kesimin sağlıklı bir istatistiğini çıkarmak, onları kontrol altında tutmak için bizim resmî çatımız altında karargâh kurdular, toplumdaki ak koyunlar kara koyunlar bizim varlığımız sayesinde ortaya çıktı ve böylelikle memlekette yaşayan her dindarın politik sicili arşivlerdeki gizli dosyalara aktarıldı. Bundan böyle kendinizi ait hissettiğiniz bir politik hareket de olmayacak, onun gazetesi ve televizyonu da! Siz isteseniz de varlığımızı ve varlığınızı sona erdireceğiz. Çünkü 40 yıl süren hassas bir görevi başarıyla yerine getirmiş bulunuyoruz."

Dediğim gibi, hangi adresi kastettiğimi hepiniz gayet iyi biliyorsunuz... O kesimde aylardır "batan geminin mal bölüşümü" yüzünden akıl almaz kıyametler kopuyor. Orta ve alt düzeyli mâlî yöneticilerine vaktiyle bazı boş kâğıtlara imza attırılarak, Müslümanca bir güvene dayalı olarak hazırlatılmış borç-alacak belgeleri mahkeme kapılarında suistimal edilmek suretiyle yine kendi ideolojik önderleri tarafından ardı ardına haczedilen basın-yayın organları var artık İslâmî kesimde...

Fakat, dikkat ediniz, bizim mahallenin medyasındaki hemen hiç kimsenin böylesine ahlâksızca, ilkesizce, utanç verici bir manzara karşısında gıkı çıkmıyor. Şimdiye kadar o kuruluşlarda yaşanan kepazeliğe ilişkin olarak ne bir köşe yazısı gördüm, ne de herhangi bir televizyonda programında edilmiş iki çift söz duydum. Herkes sus pus olmuş, "üç maymun"u oynayarak, usûletle ve suhûletle bu tasfiyenin tamamlanmasını bekliyor. Oysa ki günümüzde muhafazakâr medyada kalem oynatanların yüzde 90’ının yetiştiği en büyük "okul"dur sözünü ettiğim adres...

İslâmî câmiâdaki en köklü ve (en azından son on yıla kadar) en etkili politik organizasyon, "Harç bitti yapı paydos, bizim tarihsel görevimiz tamamlanmıştır. Eldeki mal varlığı her neyse, bunu tepe yönetimi kendi arasında kardeş kardeş kırışacaktır. Geride kalanlara ise cenaze yemeği olarak ıspanaklı kol böreği ısmarlayacağız" diyerek politik ve toplumsal arenadaki varlığının ipini pişkin pişkin çekiyor; bunu yaparken de şimdiye kadar ülkeye hiç bir zararları dokunmamış, tam aksine çok sesli bir İslâmî bakışın teminatı pozisyonundaki mütevazı televizyon kanalı ve neredeyse 40 yıllık gazetesini de yanında aynı dipsiz kuyuya sürüklemeye çalışıyor.

Oralarda çalışan arkadaşlar, meslektaşlar, çoluk çocuk sahibi din kardeşlerimiz neye uğradıklarını şaşırmış vaziyetteler... Pek çoğu panik içinde, çaresiz ve ruhsal açıdan bütünüyle çökmüş bir hâlde ... Her gün ayrı bir tanesinden gelen telefonlara ahlâkî ve insanî açıdan bana yakışır bir cevap bulmaya çalışıyorum. "Ali Murat kardeş, aylardır maaş alamıyoruz. Çünkü, politik karar organından kaynaklanan çirkin bir haciz çemberinin içinde tamamen kapana kısılmış durumdayız. Burası kapatılırsa bize bir iş bulabilir misin?" diyerek yardım talep eden en az 20-25 yıllık idealist gazetecilerin, dinibütün televizyoncuların haykırışları bunlar...

Değerlerine bağlı kalmakta bedenindeki son tâkatiyle direnen biri olarak câmiâ içinde kendi düşünsel yalnızlığımı da gayet iyi bildiğimden, onlara dişe kovuğa gelecek bir cevap veremiyorum ne yazık ki...

Akıl almaz bir tezgâhın kurbanı olduğunu yeni yeni fark eden ve bunun "uyanınca geçiverecek korkulu bir rüya olduğunu" ümit etmekten başka elinden başka hiç bir şey gelmeyen koskoca bir kitle...

Bundan 15-20 yıl önce Türk politika arenasını sarsan; varlığıyla benim, sizin, bizlerin, İslâmî câmiâda günümüzün en popüler politik, kültürel ve sanatsal simâlarının yetişmesine öncülük etmiş tarihsel bir hareket...


* * *


Öte tarafta, bir de mahallemizde oluşan bulanık konjonktürü pek güzel bir şekilde değerlendirenler var. Ki devir tam anlamıyla onların devri...

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, bundan 12 yıl önce, miting meydanlarında Ziya Gökalp şiirleri okuduğundan dolayı aldığı hapis cezasını -üzerinde "Albayrak Turizm" yazan- mütevazı bir servis otobüsüyle çekmeye giderken, sözünü ettiğim o "kitle"nin bir tek üyesi bile yoktu dualarla içeri uğurlandığı cezaevinin kapısında... Hoş, zaten aynı politik harekete tarihi boyunca kesintisiz düşmanlık sergilemiş, kendisini onlardan ayrıksı otu gibi itinâyla uzak tutmuş bir "cephe"ydi sözünü ettiğim kesim...

Fakat, ne zaman ki devran yüz seksen derece döndü, birbirlerine ziyadesiyle bağlı bu biraderleri politikanın, bürokrasinin ve iş dünyasının bilâ istisna her santimetrekaresini işgal etmiş bir durumda görür olduk; Anadolu yaylalarındaki börtü böcekten Zimbabve’deki kömür karası çocuğa kadar yeryüzündeki her mahlûkata sınırsız bir sevgi saçma iddiasındaki o bir örnek yüzler, sıra aynı muhteşem sevgi selini "somuta dönüştürmeye" geldiğinde, kendi muhkim kalelerinin dışından olan bir tek Allah’ın kuluna bile geçit vermemekte pek mahir davranmaya başladılar. Tabiî, mâlûm cephenin küçük çaplı oyuncularının kendi kafalarına göre aldıkları bir karar falan değildi bu. En tepelerden konulmuş bir kural, "Meşrep açısından sizden olmayanlarla aradaki mesafeyi çok iyi muhafaza edin, onları yalnızca kullanmanız gerektiğinde kullanın. Yabancılardan işi öğrenin, sonra da en kısa sürede onları aranızdan sepetleyin" düsturu uyarınca, her türlü ticarî, bürokratik ve politik manevrada kapılar "diğer dindarlara" ancak "acil durum" pozisyonunda açıldı; onun dışında ise öncelik daima "çemberin içindekiler"de oldu.

Bu sistematik ayrımcılık hâli, benim son dönemlerdeki meslekî ve insanî ilişkilerim içinde başkalarından dinlediğim en yaygın şikayetlerden birine dönüşmüş durumda artık... İyi bir dinleyici olduğumu hisseden her mahzun ve mazlum dindaşım, "Çalıştığım kuruluşta onlardan değilim diye benim canıma okudular" diyerek söze girip feryat figan etmeye başlıyor, sonra da işin ucu en ağır beddualara kadar uzanıyor. Gazaba uğramış kamu görevlileri, akademisyenler ve medya mensuplarının sarfettikleri, maneviyatımı ziyadesiyle yoran bu tür nice "ah"la doldu son zamanlarda belleğim; öyle ki beynimde artık o buğzedişlerin yenilerini kaydedecek boş yer de kalmadı.

Bu konuda dinlediğim her şey yalan, yanlış ve abartılmış olsa bile, en azından şunu çok iyi biliyorum ki, son bir kaç yıldır bizzat tepe yönetimi eliyle acımasızca tasfiye edilen o kıdemli politik hareket, bir zamanlar kamusal alanda (günümüzdeki cesametiyle kıyaslanmayacak kadar) küçük çaplı danslar icrâ eden diğer topluluğa hiç bir zaman benzer bir düşmanlıkla mukabele etmemişti. Gerçek duyguları asla yansıtmayan mekanik bir sırıtkanlıkla donanarak her köşe başını ele geçirme sevdasına düşmüş bazı kişiler, var güçleriyle başlarını ezmek için uğraştıkları o insanların kurup yönettiği medya kuruluşlarına, ticarî şirketlere, derneklere, vakıflara ve politik organizasyonlara geçmişte büyük bir rahatlık içinde, ellerini kollarını sallaya sallaya girip çıkmaktaydılar.

Tasfiye pozisyonundaki politik hareketin tarihçesinin her kilometre taşı sayısız hatalar ve günahlarla dolu olsa bile, en azından bu noktada sicili pür-i paktır; alnı secdeye değen ve "Ben Müslüman’ım" diyen herkese sonuna kadar açmıştır bağrını. Nitekim, vaktiyle oralardan yetişmiş her mezhepten ve meşrepten kalifiye insan hazinesi de bunun en büyük şahididir.


* * *


İlk fikrî temelleri, gri renkli ilkokul duvarlarına asılan afişlerle, minik beyinlere "yegâne ve vazgeçilmez asrî insan modeli" olarak döpiyes giymiş dalgalı saçlı anneler ve takım elbiseli fotr şapkalı babaların illüstrasyonlarının nakşedildiği günlerde atılıp, aradan geçen 40 küsur yılda yeryüzünün en saygın politik liderlerinden Recep Tayyip Erdoğan ile onun kurduğu partiye kadar uzanan çileli yolun taşlarını -şöyle ya da böyle- döşemiş büyük bir politik/kültürel hareket, bugünlerde sessiz sedâsız tasfiye ediliyor.

Hem partisiyle, hem televizyonuyla, hem de binlerce haberciye okul olmuş gazetesiyle...

Ve ne kadar inanılmazdır ki şu ana kadar bu tasfiye operasyonu hakkında tek bir laf eden çıkmadı mütedeyyin medyada... İnternet ortamında imzasız yazılar üzerinden kaçak güreşen üç-beş haber sitesi ya da forum haricinde...

Türkiye’nin İslâmî mücadele tarihine damgasını vurmuş en kıdemli organizasyonun tasfiyesi sessiz sedasız sürerken, bu tasfiyenin yarattığı devâsâ enkazın çevresinde ise aynı mücadelenin en zor zamanlarında ortalıkta gözükmeyen bir takım sinsi ve mıymıntı tipler dolanıp duruyor. "Eski ekol"den olduğunu sezdikleri her mü’mini yüzlerinden hiç düşmeyen o duygusuz sırıtkanlıklarıyla, zerrece tereddüt etmeksizin oyun sahasının dışına doğru savurup, bunların yerine derhal kendi klanlarından bir "kesin inançlı"yı oturtuyorlar. Kifayetine, ehliyetine falan bakmaksızın...

Ve söz konusu tasfiye ile mütedeyyin kitlenin geneline de şu mesaj veriliyor:

"Dini bütün kadınlar, dini bütün erkekler, artık uyanın. Eski çamlar bardak oldu. Sizin 40 yıldır doğru bildiğiniz İslâmcılık akımı artık bitmiştir. Size dağıtacağımız, ’Bundan sonra yoluma nasıl devam edebilirim?’ başlıklı anket formlarında, işaretlemeniz için yalnızca iki seçeneğiniz var. O yüzden, şartları kendi kendinize zorlayarak, üçüncü bir seçenek daha türetmeye falan kalkışmayın.

Seçenek 1- Yeni dünya düzeninin tasarımladığı ’ultra-light liberal ve mezhebi alabildiğine geniş ekibimize katılıp bütünüyle bize râm olmanız, ticaretten bürokrasiye kadar her yerde bizim karar ve kurallarımıza bi’at etmeniz,

Seçenek 2- Ha, bu ilk seçeneği red mi ediyorsunuz, o zaman derhal pılınızı pırtınızı toplayıp, inşâsı çok pahalıya mâlolan modern stadyumumuzun dışına çıkmanız... Daha da açıkçası, oyundan atılmanız!"


Bugünlerde, gidişâtın farkında olan bütün dindarların kendi aralarında öfkeyle konuştuğu temel mesele budur. Okuyana yalnızca iki seçenek sunan bir form var önümüzde. Pek çok kişinin midesi bu iki seçeneği de kaldırmıyor doğal olarak; fakat o formu bastırıp dağıtanların ise ankete üçüncü bir seçenek eklemeye hiç niyetleri yok!

Bundan sonra, "hareket" olarak bu topraklarda bir geleceğimiz ve söz hakkımız bulunacaksa, bunun da tek yolu söz konusu formu hazırlayan makyavelist güruhla kıyasıya boğuşup, "Yok be yavrum, bunun bir de üçüncü seçeneği olacak, olmalı. Madem ki bu kadar insan sevgisiyle dolu yürekleriniz, o zaman bizim sesimize de kulak verip, dağıttığınız forma üçüncü bir seçenek daha ekleyeceksiniz" demektir.

Böyle bir mücadeleye girmeyenler, hayatlarının son 40-50 yılını, "kapalı kapılar ardında tasarımlanmış, karanlık güçlerin güdümünde ve sonuçları itibarıyla tamamen haybeye bir dâvâ için" yığınla acılar çekerek geçirdikleri gerçeğini de peşin peşin bir kenara not etsinler.

Ben bu dayatmayı hazmedemediğim için, her türlü yoksulluk ve yoksunluk pahasına, kendi küçük iktidar bölgemde var gücümle direniyorum. Tıpkı her gün sağımda solumda gördüğüm, alayı "sevimsiz/uyumsuz" olarak nitelendirilen bir avuç kadın ve erkeğin yaptığı gibi...

Şunu çok iyi biliyorum ki, son nefesimi verirken, hayatımın topyekün anlamı da sergilediğim o direncin alacağı neticeye göre biçimlenecektir.


* * *


(*) "Soloş": Tarafımdan türetilen politik bir terim... Ne tam sol görüşlü, ne tam liberal, ne tam kemâlist, ne tam milliyetçi, ne de tam dindar olmayan, konjonktüre göre bunların biri, hepsi ya da hiç birine doğru pişkinlikle meyleden, gerçekte ise bütünüyle kendi hedonistçe duyguları doğrultusunda yaşayıp giden bir "yeni çağ medya insanı" modelini tanımlamakta kullanılır. Anılan "tür"ün sayısı son yıllarda özelikle muhafazakâr medyada çok ciddi bir artış göstermiştir.