Medya kendini “Yargı” yerine koymaya başlarsa ne olur?..

Medyaradar medya analisti Atilla Akar son haftanın gündemi Manisa’daki “Tekmeci saldırgan” olayının medyaya yüklediği dersleri ele aldı…

Biliyorum; son zamanlarda toplum olarak hemen her konuda çok gerildik. Kinimiz, nefretimiz, olan biten bir sürü şeye tepkimiz (Haklı veya haksız) bitmek bilmiyor. Artık hiçbir tavrımızı sakince ifade edemez olduk. Bu durum aklımızı, vicdanımızı ve en önemlisi de hukuk ve adalet duygumuzu şu veya bu ölçüde tutsak alıyor.

Hele de bazı hassas konularda hemen sonuç istiyor, biran önce en sert kararların alınmasını, en ağır tanımların kullanılmasını bekliyoruz. Bu yüzden bazı şeyleri önceden damgalıyor, yargılıyoruz. Bunda son dönemlerde -malum nedenlerle- yargıya olan güven duygumuzun bir miktar zedelenmesinin de payı var. Acilen onaramazsak sonumuz vahim! 

Doğrudur; toplumda öyle olaylar yaşanıyor ki öfkemizi, kinimizi, infialimizi zapt etmek çok zor. Gerçekten bazı olaylar var ki soğukkanlılığımızı korumamız neredeyse imkânsız. Her gün onlarca iğrenç olay duyuyoruz ki bunların müsebbibi kişilere karşı hissettiklerimizde çoğu kez haklıyız. Üstelik belli ki bunların çoğu en ağır cezaları muhakkak hak etmiş durumda gözüküyorlar. Hele bazı uç olaylar var ki insan “Ne yapılsa az”  diye düşünmeden edemiyor. Sabrımız gittikçe tükeniyor. Bu yüzden hızla “Linççi” bir atmosfere doğru sürükleniyoruz.

MEDYA MESLEK İLKELERİNE NE OLDU?..

Lakin öyle anlaşılıyor ki, toplumsal ortalama ve sıradan insanlar için geçerli olabilecek tavırlar medyaya da sirayet etmiş vaziyette. Medyada bu konudaki belirli hassasiyet ve ilkelerini kaybetmiş vaziyette görünüyor. Bu tarz olaylara yaklaşımı, haberi verişi, kullandığı dil giderek daha “sorunlu” bir hale geliyor. Örneğin soruşturma safhasındaki biri için “zanlı”, yargılama aşamasındaki kişi için “sanık” tanımı kullanılacağını bilmiyor gibi davranıyor. Oysa bunlar işin alfabesi gibidir…

Hadi onlardan da geçtim doğrudan “suçlu” ilan etmesine ya da bu algıyı oluşturmasına ne demeli? (“Kimse hakkında kesinleşmiş yargı kararı olmadan suçlu ilan edilemez” temel ilkesi yani!) Şüphesiz bütün bunların gazetecilik ahlakı ve meslek ilkeleriyle hiçbir ilişkisi yok. Halbuki bunlar keyfimize göre yorumlayabileceğimiz durumlar değil. Ne kadar haklı veya tepki içinde olursak olalım…

Nitekim bu olaylardan birisi de geçtiğimiz haftanın en öne çıkan gündemlerinden biri olarak Manisa’nın Turgutlu ilçesinde “Parkta spor yapan hamile kadına tekme atan saldırgan” olayıydı. Tam bir dehşet. Böylesi bir manyağın ortalarda dolaşması bile tam bir tehlike. (Neyse ki EbruTireli isimli kadıncağız düşük yapma riskinden kurtulmuş galiba, çok geçmiş olsun.) Bu aşağılık, ruh hastası yaratık arızalı dünyasında ne düşünerek yaptı bunu bilinmez. Önemi de yok zaten. Önemli olan bu şerefsiz mahlukun –maalesef-  bunu yapabiliyor oluşu. Pislik her daim pisliktir!

Bunun üzerine önce “M. T.” olarak anılan Mehmet Tanrıbilen tutuklanacaktı. Adı her yerde “Saldırgan” olarak geçti. Ne var ki üç gün sonra “delil durumundaki değişiklik” dolayısıyla (Kırmızı arabasının o esnada evinin önünde olduğu kamera kayıtlarıyla ispatlanınca) serbest kalacaktı. Onun yerine şimdi de aynı renk arabaya sahip bir tuğla fabrikasında işçi olduğu anlaşılan “D.K.” (Davut K) tutuklandı. Suçunu “itiraf ettiği” söyleniyor.

Şimdi ise başlıklar “Gerçek ‘tekmeci’ yakalandı” ya dönmüş vaziyette. (Aslında bu başlıkta sorunlu) Tabii medyada en ufak bir özür ya da özeleştiri bile yok. Daha da ayıbı ilk tutuklanan Mehmet Tanrıbilen salıverildikten sonra bile medya “Hamile kadına tekme atan saldırgan serbest bırakıldı” diye verdiler. Yani suçsuzluğu anlaşıldıktan sonra bile medya “Saldırgan” etiketini kullanmaktan çekinmedi. Pes doğrusu!

MEDYA KANAAT OLUŞTURACAK ŞEKİLDE YAYIN YAPAMAZ!

İşin “Hukuk” boyutunu hukukçular tartışsın. (Eksik soruşturmamı yapıldı, bazı şeyler yeterince dikkate alınmadı mı, kamuoyu baskısı karşısında bir an önce bir zanlı bulma kaygısıyla acele mi edildi, vb gibi sorular) Biz olayı medya açısından sorgulamaya devam edelim. Çünkü bu olayın da ortaya koyduğu gibi burada ciddi bir “Habercilik hatası” vardır.

Medya bir insanı suçu sabit olmadan “Saldırgan” ilan etmiş, bir “kanaat yüklemesi”, hatta “kişilik infazı” nda bulunmuş ve bir tür “Manevi linçe” maruz bırakmıştır. Oysa herhangi bir kişiye suçu sabit olmadan ( Velev ki “suçlu” olsa bile) suç isnat edilemez, şu veya bu yönde kanaat oluşturucu yönde yayın yapılamaz. İş bu kadar basittir. Dinleyen kim?..

Diyelim ki; ya bu kişiye saldırıya maruz kadıncağızın ailesinden ya da toplumdan herhangi biri o öfkeyle saldırsa, tabanca ile vurmaya ya da bıçaklamaya kalksa idi? Ya bu kişi cezaevinde diğer mahkumlar tarafından şişlense, öldürülseydi? Her şey bir yana böylesi bir konuda suçlanmanın manevi ağırlığı yeter. Tabii “Olur böyle vakalar” lakaytlığında olaya bakmıyorsak eğer… 

Devlet, adalet kurumu, yasalar, yargılanma prosedürleri, basın meslek ilkeleri bunun için vardır. Hoşumuza gitsin gitmesin kimse kendisini “Yargı”nın yerine koyamaz. (Tabii yargıda en titiz soruşturmayı, delillendirmeyi objektif kriterlere göre yapmak zorundadır o başka ama gene de böylesi “hata”lar olabilir) Hele medya hiç. Medya mensupları kişisel duygularını, şahsi kanaatlerini  haberine, başlıklarına yansıtamaz. Toplumun nabzına, beklentisine göre şerbet veremez. Topluma olayı olduğu gibi aktarmak, varsa soru ve şüphelerini paylaşmakla yükümlüdür. Bu tarz 100 vakadan 99’unda zanlılar gerçekten “suçlu” olsalar bile geriye kalan o yüzde 1’i hesaba katmak durumundadır. Adalet budur zaten. “Kurunun yanında yaş da yanar” diyemezsin. Adalet bu ayrımı bulmak, kurmak için vardır. O yüzden bu örnek basit bir örnek değildir.

Maalesef son dönemlerde bu gibi olaylara ve yüklemelere siyasi veya adi vakaların ele alınışında, yansıtılışında sıklıkla rastlanır oldu. Başlıklar genellikle suçlayıcı, objektiflikten uzak ve etiketleyici şekilde atılıyor. Daha da vahimi kimse bunda bir beis görmüyor. Adeta bir “kamu görevi” yaptıkları havasındalar. Sorumluluk duygusu zayıfladı. Aksi ispat olunsa bile takan yok. Sanki o lafları hiç onlar etmemiş gibi davranıyorlar. Kanaatler giderek gerçeğin önüne geçiyor. Bazı ilkeler göz göre göre çiğneniyor. Bu marazi tavır giderek bir “huy” olarak yerleşiyor. Acilen frenlenmesi gerek…

“Manisa saldırganı” olayı bu açıdan derslerle dolu. Tabii çıkartmasını bilene!..

16.12.2016.

atillaakar@gmail.com