Koskoca “Amiral gemisi”nde bu nasıl “Editoryal hata”dır böyle?..

Medyaradar medya analisti Atilla Akar, Hürriyet tartışmasına dair ileri sürülen “editoryal hata” payını tartıştı…

Efendim; ortalık gene kaynıyor. Buna yol açan ise Hürriyet’te yer alan ve Hande Fırat imzalı “Karargâh rahatsız” haberi oldu. Günlerdir bu haberin yarattığı sarsıntıyı konuşuyoruz. Herkesten açıklama üzerine açıklama, tepki üzerine tepki geldi. Benim en çok dikkatimi çeken ise gazete adına yapılan en son açıklama oldu. Haberdeki “rahatsızlık” ifadesinin maksadı aştığını belirten açıklamada bu bir “editoryal hata” olarak tanımlanıp “üzgünlük” belirtildi. Ancak bu açıklama beni pek tatmin etmedi nedense!..

“HATA” MI “KAVRAYIŞ YOKSUNLUĞU” MU?..

Hiç şüphesiz gazetecilik haberin basım süreci tamamlanana kadar her tür hataya açıktır. Basın pratiği ve tarihi de böylesi hatalarla doludur. Bunlar basit gibi görünen tashih hatalarından tutun ifade hatalarına kadar çok geniş yelpazededir. Her zaman olmuştur, bundan sonra da olacaktır. Hiçbirimiz hatadan “muaf” değiliz. Ancak bu kadar “kör gözüm parmağına” olması hayli enteresandır. Bu yönüyle bir “hata”dan ziyade daha geniş bir “kavrayış yoksunluğu” na işaret eder. Daha “bilinçli çarpıtmalar”dan henüz söz etmiyorum bile. Az ileride onu da görürsünüz…

Neden mi böyle diyorum? Çünkü bugün Türkiye’de çok hassas bir süreçten geçiliyor. Hiçbir şey olmasa bile alınganlıklar, şüpheler, duruma göre paranoyalar, abartmalar, haklı veya haksız tepkiler tavan yapmış durumda. Artık haberler yapılırken bildiğimiz ölçütlerin dışında bambaşka ölçütlerde dikkate alınır oldu. Bazen bir kelime, bir ima, yerine oturmayan bir cümle, niyeti aşan bir ifade, vb çok başka yerlere çekilebiliyor. O yüzden bir haberi basmadan ya da başlık atmadan önce daha bir sürü açıdan düşünmek gerekiyor. Artık adına “editör” denen varlık artı bir sürü şeyi hesaba katmak ve işin ucunun nereye varacağını hesap etmek durumunda. Bu yüzden editörlük artık başka “meziyetler” ve fazladan bir “zekâ” gerektiriyor.

Hele de bu haberin yayınlanacağı mecra Hürriyet olacaksa. Çünkü Hürriyet çoktandır iktidarın sıkıştırmasında, bir tür gözetim altında ve her yaptığı ilaveten incelenen bir yayın organı konumundadır. Başka bir gazetede belki üzerinde çok durulmayacak bir ifade kullanılan yer Hürriyet olunca ayrıca göze batmaktadır. Hürriyet’in her yazdığından (Hatta yazmadığından bile!) ayrı bir “mana” çıkartılmaktadır.

BU İŞTE BİR “TUHAFLIK” VAR!

İşte bu durumdaki bir gazetenin böylesi bir “hata” yapma lüksü yoktur. Yapılabiliyorsa orada bir “tuhaflık” var demektir. Sen yazdığın her satırı didik didik edilen, her kelimenden ayrı manalar çıkartılan bir yayın organı ol sonra da böylesi bir “hata” yap. Hiçbir yayın yönetmeni veya editör bu derece “bilinçli” bir hata yapmaz gibi geliyor bana. Olacak şey değil! 

Ayrıca böyle bir haber yapana ne kadar “Normal” gelirse gelsin, en azından konjonktür gereği üzerinde önceden şöyle durulup düşünülmez miydi? Hakikaten böylesi başlıkta bir “haber” yapmak için –bugünkü koşullarda-  ya “intihar” etmek ya da “zekâ yoksunu” olmak lâzım. Sizin niyetinizin ne olduğunun hiçbir önemi yok!

Öyle ya neredeyse gölgesinden korkar hale gelmiş Doğan Grubu niye böylesi başlıkta bir “haber” yapsın? (Bence haberde sorun yok. Sorun başlıkta. Daha doğrusu başlığın çağrıştırdıklarında.Yoksa haberin içeriğinden o sonuç çıkmıyor. Bu manada “Darbe çığırtkanlığı” yapılmış filan değil. Ancak o kelime kullanılınca yarattığı “algı” bu yönde oldu. ) Ortada halen çok hassas bir konu olan ordu gibi bir mesele var. O halde sormak durumundayız:

Koskoca “Amiral gemisi”nde bu hatayı “görecek” bir Allah’ın kulu yok muydu? Bir kişi olsun çıkıp “Arkadaşlar bu nasıl başlık, bu başlık bizim başımızı ağrıtır” demedi, diyemedi mi? Ya onca maaş alan editörler? Editörlük sadece sütun santime yazı yerleştirmek mi? Editörlerin ufku bu kadarsa niye “Ben Hürriyet’im”, “Ben büyük gazeteyim” diye şişiniliyor?  Bu deneyim, birikim, reflekse sahip biri çıkmaz mı yahu? “Gazetenin yayın yönetmeni o esnada uyuyor muydu?” diye ise hiç sormuyorum. Ki bunu görmesi için deneyimi yeter. Baskı öncesi tüm sayfalar önüne gelmiyor mu? 

EN HAFİF TABİRLE AYMAZLIK!

Bu “hata”yı en hafif tabirle “Aymazlık” saysak bile gene de basit bir durum değildir. Değildir çünkü bu kadar kökleşmiş ve “kurumlaşmış” marka bir gazetede böylesi bir “hata”nın birileri tarafından muhakkak görülmesi gerekirdi. Görülemiyorsa bir “problem” var demektir!

1) Hiçbir sorun olmasa bile bu tarz bir haberin doğası gereği “riskli” olduğu düşünülüp önceden iki misli dikkat gösterilmesi gerekmez mi?
2) Aydın Doğan veya Sedat Ergin –hangi niyetle olursa olsun- böylesi kendiliğinden “provokatif” bir başlığın başlarına “bela” açacağını bilemezler mi? Bu kadar mı “bakış”tan yoksundurlar? Yoksa atlatıldılar mı?
3) Hande Fırat gibi “15 Temmuz medya kahramanı” sayılan bir basın mensubu kendi imzası ile çıkan bu önemli haberin sayfa aşamasını takip etmemiş midir? Yoksa “Ben zaten 15 Temmuz’da kendimi ispatlamışım” rahatlığıyla mı davrandı?
4) Tam 28 Şubat’ın hemen öncesinde gündeme getirilmesi neye “mesaj”dır? Tarih üzerinden bu “algı çakışması” tasarlanmış bir durum mu?
5) 28 Şubat veya 27 Nisan e-muhtıra döneminde olmadığımıza göre Hürriyet neye güvenerek böylesi bir başlık atmıştır? “Vesayet”in hangi “aşama”sında olduğumuzu düşünmüşlerdir?
6) Hürriyet sorumluları olayın hükümet tarafından “darbe çanakçılığı” ya da “hükümetlere ayar atma” olarak algılanacağını tahmin etmekten aciz miydi?
7) Aydın Doğan veya Sedat Ergin kendisini ve kurumunu bile bile niçin ateşe atsın? Bu kadar “kafasız” mı? Yoksa onu da “aşan” şeyler mi var?
8) Bu insanlar bu tür bir haberin gündeme geliş biçiminin sorun yaratacağını idrakten yoksun mudurlar? O zaman niçin yöneticilik yapıyorlar? (Biz mi şişiriyoruz onları gözümüzde?)
9) Sayfanın son halini gören biri bu durumu fark etmekten aciz miydi? İçlerinde bunu öngörecek bir Allah’ın kulu yok muydu? Yoksa birileri tarafından görülmek mi istenmedi?
10) Uzunca süredir iktidar tarafından zaten sıkıştırılan bir gazete niçin kendisinin yeniden sıkıştırılmasına yol açabilecek böylesi “riskli” bir başlığa yol açar? Bu en hafif tabirle “aymazlığa” niçin yeşil ışık yakılır?
11) Eğer sorun “editör sorunu” ise bu “editörlerin kalifiyeliği”ni tartışma konusu yapmaz mı? Editör sorunu değilse o halde nedir?..
12) Burada –şüpheci bakarsak- gazete içinden farklı hesaplar güden bir “çekirdek ekip” şu veya bu nedenle “hata” olmasını bizzat istemiş ve öyle de davranmış olabilirler mi?

Öyle ya, neredeyse her şeyden “nem” kapılan, “Öküzün altında buzağı aranan” bir ortamda aynı haberi daha başka bir başlıkla vermek mümkün iken niçin böylesi bir yol seçilmiştir? Hürriyet yayın yönetmenliği ve editörleri bu “kıvraklığı” bilmezler mi? İşte “tuhaf” gördüğümüz de budur zaten. Bu işe kalkışanlarda ya şiddetli bir “Akılsızlık” ya da arkasında bambaşka hesaplar güden şeytani bir “akıl” vardır. Sizce hangisi dersiniz?..

"AMİRAL GEMİSİ'NE "SABOTAJ" MI YAPILDI?

Burada mesele haberin “Yanlış” veya “hatalı” olması değildir. “Tuhaf” olan bir gazetenin içinde onca denetim ve karar mekanizması olmasına rağmen böylesi bir başlığın “sorun yaratacağını” görebilen kişi veya kişilerin her nasılsa bir türlü çıkmamasıdır. Başlık haberin önüne geçmiş, belli çağrışımlara sebep olmuş ve gazeteyi umulmadık ölçüde zora sokmuştur. Ve-maalesef- bunu görebilecek bir “ortak akıl” koskoca müessesede nedense çıkmamışa benziyor. Sütten ağzı yananların yoğurdu üfleyerek yememeleri doğrusu pek bir garip!

Ya da… Hani aklıma gelmiyor değil bu olay dış siyasi hesaplara bağlı bir “iç iktidar” savaşında manevra olarak mı kullanıldı? Birileri kendi gazetelerini, patronlarını ve yayın yönetmenlerini zora sokmak pahasına araya “saplama” mı oldular? Son anda “müdahaleler” mi yapıldı? O başlığın faturası “birilerine” çıksın mı istendi? Bir “Tasfiye”ye zemin mi hazırlandı? Olur mu olur!..

KABAK EDİTÖRLERİN BAŞINA MI PATLADI?

Şimdi bu işten Odatv’nin haberine göre iki sayfa editörü ile bir yönetici sorumlu tutulmuşlar. (Çok mu genç, deneyimsiz, yakın tarihten ve günümüz ortamından habersizdiler acaba?) Bu insanların sorumluluk payını bilmiyoruz. Ancak kimi zafiyetler sürdüğü sürece benzeri olaylar tekrar yaşanabilir. Önemli olan bir başlığın hangi “dalgalanmalara” yol açabileceğini görebilen bir refleksin yerleşebilmesidir. Bu ise başka bir “göz” gerektiriyor. Tabii o gözler bilinçli “kör” edilmediyse! 

Öyle veya böyle, “Amiral gemisi” diye övünmek kolaydır. Amiral gemisine “Kaptan” olmak da havalıdır. Ancak görüldüğü üzere kimi kez bir tayfanın kimi kez de kaptan köşkünün kendisinin yapacağı en ufak bir dümen hatası (Veya içten sabotaj!) “Amiral gemisi”ni biranda kayalara oturtabilir. Hele de zaten fırtınalı ve tehlikeli sularda seyrediyorsanız!...

Son olayın gemiye ne kadar hasar verip vermeyeceğini yakında görürüz herhalde!...

01. 03.2017.

atillaakar@gmail.com