İslamcılar neden birdenbire içlerindeki 'Ajanlar'ı keşfetti dersiniz...

Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar, bir süredir tartışması süren “İslamcı ajanlar” konusuna değindi…

Son günlerde İslamcı camiada bir “ajan” tartışmasıdır ki gırla gidiyor. İslamcılar birdenbire “devletin aralarına soktuğu ajanları” keşfediverdiler. “Günaydın” dedim kendi kendime, “demek düne kadar haberleri yokmuş ya da ortamı hep pir-ü pak zannediyorlarmış kendileri” Eğer böyle bir ihtimali daha yeni fark etmişler ise jetonları biraz geç düşüvermiş doğrusu. Yok zaten biliyordular da susmuşlarsa veya havadan uydurmuşlarsa o zaman niyetler başka! 

Ayrıca bu konunun gündeme geliş biçimi biraz garipti doğrusu. Düne değin pek akıllarına bile gelmeyen konu şimdi birdenbire niye mevzubahis oldu ? Yoksa gene “cemaatçiler” ile “hükümetçiler” birbirlerine karşı kullanacakları yeni suçlama argümanları mı arıyorlardı? (Aslında üzerinde düşünmeye ve tartışmaya değer bir konu gene gündelik siyasi çekişmelere kurban mı gidiyordu acaba?) “Polislik”, “ajanlık” suçlamaları bu konuda bulunmaz kaftan ve üzerinde çeşitli kurgular yapmaya çok müsaitti doğrusu.

Konuyu Zaman Gazetesi’nden Ali Bulaç ve Mümtazer Türköne gündeme taşımışlardı. Bilhassa Türköne’nin “havuz medyası”nın “İslamcı kalemleri”nin 70’li yıllarda polisçe “haber elemanı” olarak devşirildiklerinin vurgulanmasıyla birileri zan altında kalacaktı. Türköne'nin “Üniversitede okurken polisler sebepsiz yere Siyasî Şube’ye alıyor; iyi polis-kötü polis muhabbeti ile korkutucu bir sorgudan geçiriliyor. En nihayetinde üçüncü bir kişi ‘bize çalışacaksın’ diye meseleyi bağlıyor. İslâmcı dostum, ‘Ben reddettim, ama çevremde aynı tezgâha düşüp teklifi kabul eden çok sayıda tanıdığım olduğunu anladım.’ diye bitirdi hikâyeyi.” diye yazmasından sonra Ali Bulaç’ın örneklenen İslamcının kendisi olduğunu açıklaması durumu daha da alevlendirdi.

Ardından İslamcı kimliği ile tanınan HDP milletvekili Altan Tan tartışmaya dahil olacak ve “44 yıldır hem İslami grup ve cemaatlerin, hem de Kürt siyasal örgütlerinin içindeyim. İçinde devletin olmadığı yapı görmedim. Şu an İslami basındaki yazarların ve Kürt siyasetinde yer alanların en az yarısı devletin adamıdır.” diyerek hayli iddialı bir varsayımda bulunacaktı.

Tam tartışma yatışıyor gibi görünürken Yurt Partisi Genel Başkanı ve Eski emniyetçi Sadettin Tantan Ali Bulaç’ın Yeni Zemin Dergisi’ndeki çalışma arkadaşlarını kastettiğini belirterek şunları söyleyecekti: “1990 yıllarda Fatih’te 20’ye yakın gazete ve dergi kuruldu. İslamcı, Kürtçü çizgideki dergi ve gazeteler Türkiye’nin her tarafına yayıldı. Kim bunlar? Şu anda açığa çıktılar. Bir takım gazeteciler, televizyoncular devletin her türlü belgesini alıyormuş gibi davranıyor. Onlar hep kendilerinin servise yakın olduklarını hissettirmediler mi?”

Sonunda tartışmaya Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan da dahil olacak ve bunun “paralel yapının bir iftirası” olduğunu söyleyecekti: "Devlet Adamı olmakla devletin adamı ve ajanı olmak farklı şeydir. Devlet adamı olarak ülkeye ve millete hizmet etmek büyük bir şereftir. Ama içinde bulunduğu topluluğa ihanet etmek, muhbirlik ve münafıklık yapmak alçaklıktır, kahpeliktir. Bunu bir ajan müessesesi olarak ve başka ülkeler için kendi ülkesine karşı yapan paralel yapının iftiraları daha büyük alçaklıktır.."

Konuya ayrıca Yeni Şafak’tan Kemal Öztürk “Robot Şakirtleri”in İslamcılığı öldürme çabası” yönünden yaklaşırken Star’dan Ahmet Kekeç ise İslamcı camiaya “paralel oltaya gelmeyin” çağrısında bulunup “Polis muhbiri ve ajan arıyorlarsa, yine kendi çevrelerine, kendi camialarına, kendi mesai arkadaşlarına baksınlar.” diye sesleniyordu. Bugün’e konuşan eski milletvekili Abdülbaki Erdoğmuş ise “AKP Genel Başkanı Davutoğlu’nun ‘İslamcı ajanlar’ tarafından kuşatıldığını” iddia edecekti. Bu satırların yazıldığı esnada ise Zaman’dan Ekrem Dumanlı birçok olay, kesim ve isim saydıktan sonra “Daha saymama gerek yok sanırım. Acı gerçek şu ki İslamcılık kisvesiyle iktidar merkezine sızmış; ya da o partide çalışırken devşirilmiş bazı kişiler bugün AK Parti'yi derin bir uçurumun içine atmış bulunuyor.” iddiasını ortaya atıyordu.

Öyle veya böyle (uzatmayayım) kesin olan şu ki; eğer isnatlar böyle giderse İslamcı kesimde herkes birbirine “acaba ajan mı?” gözüyle bakacak, zan altında kalacak ve ortalık büyük bir “paranoya” bulutu ile kaplanacak herhalde. Sonuçta kimler altında kalır bilinmez!

Neyse, ben kestirmeden anladığımı söyleyeyim; bu İslamcı akım içinde esaslı bir “polis çengeli” ya da “sızması” tartışmasından çok (Aslında tartışmanın sadece sosu olmuş) İslamcıların kendi aralarında ve bilhassa Cemaat-Erdoğan arasındaki çekişmede sadece yeni bir argüman gibi durmuş. Bir kez de bu açıdan birbirlerine girmişler. Birileri birilerini bir kez de bu noktadan vurmak istemiş. Kim kimdir, neyin nesi, necidir bilemeyiz. Veballer ileri sürenlerin boynuna! 

Cemaat kanadı ise hükümet çevresini kastederek (Yeni Zemin Dergisi dolayısıyla) “Bunlar da zaten İslamcı hareketi provake-dizayn etmek için yerleştirilmişlerdi / kurdurulmuşlardı” demeye getirmişler. Böylelikle Erdoğan-AKP ve çevresindekileri “İslami hareketi öldüren katiller” gibi göstererek bir ideolojik manevra sağlanmış. Bu anlamda söz konusu tartışma bir gerçeği deşifre etmek için mi yoksa başka bir niyetle mi başlamış meçhul.

OLUR BÖYLE VAKALAR TÜRK POLİSİ OLTALAR!

Kastedilenleri geçtim burada şaşıracak ne var anlamadım. Devletin emniyet ve istihbarat birimlerinin her dönem ve her kesimden insanlara çengel attığı, adam devşirdiği, kimini basit muhbir olarak kullandığı kimini mümkünse ajanlaştırdığı tahmin edilemeyen bir gerçek değil. Bunu muhtelif yöntemlerle sağlayabilirler. (Maddi, manevi çıkar, tehdit, suç yüklenmekten kurtarma, vb) Tuhaf ama bunlar aslında devletin ilgili birimlerinin “sıradan” faaliyetleridir. Sonunda “yerse” veya “teşne ise” başarılı da olur. Kimileri bu oltalara gelir kimileri gelmez!

Ancak bu iddialarda baştan beri “kafa karıştırıcı” yanlar var. Türköne ve Bulaç’ın ilk örneklediğindeki gibi 1970’li yıllarda gençlere basit “muhbirlik” için çengeller atılmış ise başka. (Öyle anlaşılıyor ki gazetelere bazen haber de olduğu üzere bilhassa üniversitelerdeki gençlere bu yönde halen kimi “teklifler” götürülmektedir. Hatta bazıları bunu kamuoyuna açıklamış ve yakın dönemlerde hukuken şikâyette bile bulunmuşlardı yanlış hatırlamıyorsam.) Yok, daha kapsamlı, ima edildiği şekliyle bir dergi projesi çerçevesinde bir “yönlendirme” çabası ise başka bir şey. Bu anlamda herkes tartışmaya “keyfince” ve “çekmek istediği” noktadan bakmış. O yüzden İslamcılar için biraz “kafası karışık” bir tartışma bu. Olayı tanımlamakta sıkıntı var. Kimi kapsamı ilk şekliyle dar tutarken kimi her tür “komplo teorisi”ne malzeme olacak şekilde geniş tutuyor!

Aslında İslamcı hareket konjonktürel ve dönemsel sürtüşmeler hariç hep devletle dirsek teması içinde, zaman zaman içli dışlı (Neredeyse tüm soğuk savaş dönemi boyunca ve bilhassa “Türk-İslam sentezi” adeta resmi ideoloji olunca!) ve belli ölçülerde “devletin kontrolünde” oldu. (16 Şubat 1969 Kanlı Pazar’ında polis inisiyatifinde ABD 6. Filo’sunu protesto eden solcu gençlerin üzerine saldırtılan “İslamcılar” kimlerin devşirmesiydi acaba?) Bugünkü iktidar ve palazlanma olayı bu süreç sayesinde gerçekleşti. Dolayısıyla içlerinden bazılarının devletle doğrudan temas halinde olması hiç şaşırtıcı olmaz. Bunların bir kısmı içi boş, “incir çekirdeğini doldurmayan”, iftira amaçlı varsayımlar da olabilir somut bağlantılara sahip gerçekler de. Bu anlamda Amerika’yı yeniden keşfetmenin anlamı yok!

Hani şimdi “eskiden İslamcılar devlet, polis, MİT dendi mi uzak ve soğuk dururlardı şimdi en baş savunucusu oldular” deniliyor ya, burası hayli tartışılır. Çünkü “İslami hareket” hep “devlete bitişik” gelişti. İdeolojik manada devlet onlara “yabancı” ve “uzak” bir kavram olmadı. Onlar sadece “kemalist devlet”e uzak durur gibi yaptılar. Ki, sonunda onu da dönüştürdüler o başka!

Şurası somut bir vaka ki; İslamcılar bu manada hiçbir zaman sol gibi muamele görmediler ve hedeflenmediler. Sola da bu tarz çengeller atılmış, sızma girişimleri olmuşsa da sol hiçbir zaman devletle bu kadar “içli dışlı” olmadı ve devlet kadroları içinde yer almadı. Muhtelif “Kankalıklar” geliştirmedi. (Radikal’den Murat Yetkin’de “Soldaki ajanlar” konusunu sorgulamış. O da ayrı bir yazıya umarım.) Oysa İslamcılar’a hep komünizme karşı bir “yedek güç” ve “hazır kuvvet” gözüyle bakıldı, kollandı. Bu arada belli ki “muhtelif ilişkiler” geliştirildi elbet.

Bu “ilişkiler” bugüne kadar nasıl taşındı ve tazelendi bilemem. Ancak bu ilişkiler şayet geliştirildi ise tarif edilen şeklinden ötede, üç beş zavallı, kişiliği müsait ve gözleri korkutulmuş, arkadaşlarını satabilecek tıynette “muhbir” gençten ötede daha kapsamlı ve derinlikli ilişkiler olmalı. Varsa asıl bunlar deşifre olmalı bence.

Yani ki bu tartışma salt “İslamcı hareket üzerindeki devlet ya da polis etkisi” üzerine yürümüyor gerçekte. Yani amaç “üzüm yemek mi bağcıyı dövmek” mi belli değil. Asıl amaç yaratılmış, gerçek olsa bile suni gibi duran bir “ajan tartışması” üzerinden birilerini sıkıştırmak, mümkünse tasfiyesini sağlamak, hiç olmuyorsa “çamur at izi kalsın” türünden bir imaj yaratmak için yapılıyor sanki. Bu cenahta ayak oyunları muhtelif. Artık kim samimi kim değil şaşırır olduk!

Bu yüzden iddia edilen konu dahilinde birtakım tarihi olayları, kişileri, etkileri tartışmaktan ziyade olayı bugünkü iktidar ve çevresindeki kimi kişi veya gruplaşmalara yamayıp, AKP’nin “devletin ajanlarının kontrolünde” bir yapı olduğu suçlamasında bulunularak, bugünkü yozlaşmadan (İslamcılığın öldüğü) sorumlu olduklarını ileri sürmek olarak gözüküyor.

Bilemiyorum; acaba İslamcılar neden şimdi birdenbire içlerindeki “Ajanlar”ı keşfetti dersiniz?..

13.07.2015

atillaakar@gmail.com