Hürriyet yazarından Deniz Baykal'ın adaylığına madde madde itiraz!

Deniz Baykal'ın TBMM başkan adaylığına Hürriyet yazarı Şükrü Küçükşahin itiraz etti.

Hürriyet gazetesi yazarı Şükrü Küçükşahin, Deniz Baykal'ın TBMM başkan adaylığına itiraz etti. "Hürriyet'in iki yazarı da Deniz Baykal'ın TBMM başkan adaylığına en uygun isim olduğunu yazınca kendimi sorgulama içinde buldum." diyen Şükrü Küçükşahin, Baykal'a neden itiraz ettiğini madde madde sıraladı.

27 Nisan muhtırasına tavır almayarak Baykal'ın sol geleneğe darbe vurduğunu ve AKP'nin ise yüzde 34'ten yüzde 47'ye tırmanışının yolunu açtığını söyleyen Küçükşahin, "ana gerekçe"sinin ise malum 'komplo', 'kaset', 'şantaj' olayı olduğunu belirterek "ilişkisinin özeleştirisini vermeyen, arkasında durmayan, kadını, 'adı yok', 'sokağa çıkamaz' noktada bırakanların, siyasetin hâlâ en saygın makamında varlık sürdürmesini kabullenmek zorunda mıyız?" diye sırdu.

İşte Küçükşahin'in köşesinden ilgili bölüm:

"(...)Emin olun hâlâ da 'Keşke bu yazıyı kaleme almak zorunda kalmasaydım' demekteyim; çünkü her açıdan sorunlu, anımsatmak istemediğim bir konu.

Ancak arzu edilen, etik kuralların sonuna dek geçerli olduğu, onları ihlal edenlerin toplumdan gereken karşılığı gördüğü bir siyasetse susamayız.

O nedenle, Ahmet Hakan'ın ifadesi ile söyleyeyim, 'Baykalcı değilim' arkadaş.

Peki, gerekçelerim neler?

KOMPLOYU KURAN

Baykal'ın siyasi kararlarındaki isabetsizliği/yanlışlığı/niyeti geçiyorum ama izin verin iki tanesine özel vurgu yapayım.

AKP ve CHP'li bir Meclis'te yeni bir anayasa yapmanın yolunu açmayarak, o anayasaya sol bir partinin damga vurmasının önüne set çekti.

27 Nisan muhtırasına tavır almayarak sol geleneğe darbe vurdu, AKP'nin ise yüzde 34'ten yüzde 47'ye tırmanışının yolunu açtı.

(Bu konudaki 17 Mayıs 2012 günlü yazıma bakılmasını da önerebilirim.)

Bugünkü ana gerekçem ise evet, malum 'komplo', 'kaset', 'şantaj' olayı.

Bu üç sözcüğü de kabul ediyorum, özel hayatın gizliliği gerçeğini de o kadar.

Ancak, daha ilk günden itibaren bu itirazlarımdan bağımsız, böylesi bir ilişkisi ortaya çıkan Baykal'ın CHP Genel Başkanlığı'ndan istifasını savundum.

Çünkü inancım, -hele de Atatürk, İnönü, Ecevit gibi isimlerin koltuğuna oturmuşsa- liderlerin, bazı şeyleri yapma hakkı olmadığı yönündedir.

Böyle bir ilişkiye giren lider, komploya öncelikle kendisi yol açmış demektir.

Ama ilişki sadece bu yanıyla sorunlu değil, öncesinde ve sonrasında yaralayıcı ve sorgulanması gereken başka şeyler de var.

YA O HAVADA KALAN EL

Bir siyasinin emri altında çalışan biriyle ilişkisine itirazım var.

O kişiyi kendi yaptığı listeden milletvekili adayı göstermesine itirazım var.

Anayasa Mahkemesi 6 Nisan 2012'de CHP'ye ağır bir fatura kesti, 'Mevzuata uygun harcanmamış' dediği 3 milyon TL'nin Hazine'ye iadesine hükmetti.

Bu paranın içinde bir de o adaya ödenen 15 bin TL tazminat bulunuyor.

Yasanın 'Milletvekili adayı hangi görevde olursa olsun istifa eder' hükmüne karşın bu adaya 'işten çıkarma' prosedürü uygulandığı için itirazım var.

Çünkü, milletin parası ne hakla böyle kullanılır diye sormak görevimiz. (2012'deki o yazımda, bu ödeme nedeniyle CHP'nin Baykal dönemine 'reddi miras' yapıp o parayı rücu etmesi gerektiğini de yazmıştım.)

Affedilmez bir şeye daha itirazım var, hem de uzun yıllar yaşanan bir ilişkinin arkasında duramamaya...

Hiç değilse o duruş gerçekleşseydi ilk ben, "Helal be, sevmiş adam" derdim.

Bu çerçevede TBMM Genel Kurulu'ndaki bir fotoğrafa itirazım var.

CHP'nin kadın vekilleri ile tokalaşan Baykal'ın, sıra o hanımefendiye geldiğinde uzanan o çok tanıdık eli havada bırakmasına...

Bu nedenlerle soruyorum, ilişkisinin özeleştirisini vermeyen, arkasında durmayan, kadını, 'adı yok', 'sokağa çıkamaz' noktada bırakanların, siyasetin hâlâ en saygın makamında varlık sürdürmesini kabullenmek zorunda mıyız?

Ahmet Hakan'la da bitireyim, dediği gibi "Karar tabii ki Yüce Meclis'in".

Ben maruzatımın özetini yaptım, öncelikle de kadınlar duysun isterim."