GÖZLERİME BAKIN VE SÖYLEYİN! ALPER GÖRMÜŞ'TEN TÜRKİYE'NİN İLK OMBUDSMANINA AÇIK MEKTUP!

Taraf yazarı Alper Görmüş, Türkiye'nin ilk kamu başdenetçisi seçilen Nihat Ömeroğlu'na açık mektup yazdı.

Nihat Ömeroğlu’na açık mektup

Türkiye’nin ilk kamu başdenetçisi Sayın Nihat Ömeroğlu.

Size bir açık mektup yazmaya karar vermeden önce, yasal ve hukuki statünüzü düzenleyen 6238 sayılı Kamu Denetçiliği Kurumu Hakkında Kanun’u inceledim ve ‘yargı kararları’nın görev ve yetki alanınızın dışında kaldığını gördüm...

Yetkinizin yargı kararlarını kapsamıyor oluşunu tabii ki ‘makul’ ve ‘normal’ buldum fakat itiraf edeyim, bir an için ‘keşke kapsasaydı’ diye düşünmeden de edemedim. Çünkü o zaman, altında sizin de imzanızın bulunduğu, Hrant Dink’i ‘Türklüğü aşağıladığı’ gerekçesiyle 301. maddeden mahkûm eden Yargıtay kararını yeniden incelemeniz için bir vatandaş olarak resmen size başvurabilecektim...

Ne yazık ki bunu yapamıyorum.

Fakat Sayın Ombudsman.

İlk öğrendiğimde içine girdiğim şaşkınlığı ve öfkeyi, her karşıma çıkışında aynıyla bir daha, bir daha yaşadığım o kararla ilgili olarak size başvurma imkânım olmasa da, vatandaş Nihat Ömeroğlu’nun vicdanına hitap etme hakkımı kullanmak istiyorum.

AGOS’a, Yeni Şafak’a ve Habertürk’e demeçleriniz...

Sayın Ömeroğlu.

Bilmiyorum, Cuma günü bu köşede yayımlanan ‘Ombudsman’ın vicdani ve ideolojik defoları’ başlıklı yazımı okumuş muydunuz... Şöyle yazmıştım:

“O cümlenin (meşhur, ‘Türk’ten boşalacak zehirli kan’ cümlesi A.G.) içinde yer aldığı metnin tamamını okuyup da ‘kararım doğruymuş’ sonucuna varmak imkânsızdır... Bu, ne kadar böyledir biliyor musunuz? ‘Abdest almadan namaza durmayın’ diye yazan birini şeriat mahkemesinde ‘namaza durmayın’ diye yazdığı gerekçesiyle cezalandırmak kadar böyledir!.. Salı günü, Hrant Dink’in sekiz yazısından hareketle, onun ‘abdest almadan namaza durmayın’ diye yazdığı hâlde, ‘namaza durmayın’ diye yazdığını iddia eden bir hukuk tarafından cezalandırıldığını bir kez daha uzun uzun anlatacağım...”

Bugün sıra işte o fasılda...

Fakat daha önce, ombudsman seçilmenizle Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yemin edip göreve başlamanız arasında geçen sürede o kararla ilgili olarak söylediklerinize bir bakalım...

Bu çerçevede AGOS’a, Yeni Şafak’a ve Habertürk’e, aralarda üçer dörder gün olmak üzere üç farklı demeç verdiniz.... Bunlar sırasıyla şöyleydi:

AGOS’a: “O zaman pozitif hukukumuzdaki 301. maddeyi öyle değerlendirmişizdir. Yanlış da olabilir. Doğruluğunu yanlışlığı konusunda çok da ısrarcı olmuyorum.”

Yeni Şafak’a: “Bilirsiniz, 301. Madde ‘Devletin Egemenlik Alâmetlerine ve Organlarının Saygınlığına Karşı Suçlar’ı kapsar. Dink’in, ‘Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarda mevcuttur’ sözleri açıkça 301. maddenin ihlali demekti.”

Habertürk’e: “Yasa 2008 yılında değişti. O dönemde yasa neyi gerektiriyorsa ona göre karar verdik. Bu kararın ısrarla doğru olduğunu da iddia etmiyorum. Ancak yasa bunu gerektiriyordu.”

Doğru, o cümle “Türklüğü aşağılama”dır

Sayın Ömeroğlu.

Yukarıda aktardığım üç demecinizi bir arada mütalaa ettiğimizde, ortaya şu çıkıyor: Hrant Dink’in, “Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarda mevcuttur” şeklindeki sözlerinin ‘açıkça 301. maddenin ihlali’ anlamına geldiğine inanıyorsunuz, fakat verilen kararın doğru mu yanlış mı olduğu hususunda ısrarlı değilsiniz...

Kusura bakmayın, bu yaptığınıza ‘totoloji’ denir. Çok şey söylüyor gibisiniz ama gerçekte söylediğiniz şeyler birbirini götürüyor ve geriye hiçbir şey kalmıyor.

Biliyor musunuz, aslında haklısınız: Hrant’ın o cümlesi, 301. maddenin ister lafzı ister ruhu esas alınsın, açıkça ‘Türklüğü aşağılama’ anlamına gelir. Dolayısıyla, yargıçlar sadece o cümleye referansla karar vereceklerse, kararlarının ‘mahkûmiyet’ olması doğrudur. Daha ileri gideyim: Ben yargıç olsaydım ve karşıma, önünde arkasında başka bir şey olmaksızın o cümle gelseydi, ben de ‘mahkûmiyet’ yönünde karar verirdim.

Fakat Sayın Ömeroğlu, mesele işte tam burada başlıyor... Sizin işaret ettiğiniz o tek cümle, Hrant Dink’in ‘Ermeni Kimliği’ başlıklı sekiz bölümlük dizi yazının sekizincisinin hemen başında yer alıyordu ve ilk mahkeme iddianamesi de o cümle cımbızlanarak ve önceki bölümlerden kopartılarak yazılmıştı. Aksi takdirde, bir iddianame tanzimi katiyen mümkün olamazdı...

O cümleye gelene kadar...

Buraya kadar geldiyseniz lütfen sabır gösterin, şimdi anlatacaklarımı da dinleyin...

Sekizinci ve son yazı o cümleyle başlıyordu ama, oraya gelene kadar Hrant ne anlatmıştı biliyor musunuz?.. Diaspora Ermenilerindeki Türk düşmanlığının Ermeni kimliği üzerindeki olumsuz etkisini anlatmıştı, bunun ‘zehirli’ bir etki olduğunu ve mutlaka kurtulunması gerektiğini yazmıştı uzun uzun.

İlaveten, bağımsız bir Ermenistan’ın bulunmadığı koşullarda (yani 1991’den önce) bunun mümkün olmayabileceğini, fakat şimdi onun verdiği manevi güçle, bilhassa da Diaspora’daki Ermenilerin Ermenistan’la ilişki kurması sayesinde Ermenilerin bu zehirli duygudan (Türk düşmanlığı) kurtulmasının mümkün olduğunu anlatmıştı. Nitekim bütünüyle bunu anlatmaya ayırdığı ‘Türk’ten kurtulmak’ başlıklı yedinci yazı şu satırlarla bitiyordu:

“Ermeni kimliğinin ‘Türk’ten kurtuluşunun yolu gayet basittir: ‘Türk’le uğraşmamak... Ermeni kimliğinin yeni cümlelerini arayacağı yeni alan ise artık hazırdır: Gayrı Ermenistan’la uğraşmak.”

Yani Sayın Ömeroğlu.

Sadece sizin işaret ettiğiniz o cümleye bakarsanız, ‘Türklerin kanının zehirli olduğunu’ söyleyen bir Ermeni ırkçısıyla karşı karşıya olduğunuzu düşünüp ürperebilirsiniz... Fakat yazıların tümünü okuduktan sonra dahi (ki siz okuduğunuzu söylüyorsunuz), bu cümleyle ‘Türkün kanı’nın değil, tam tersine ‘Ermeni kimliğindeki Türk algısı’nın zehirli olduğunun savunulduğu sonucunu çıkartamıyorsanız, kusura bakmayın ama size söyleyecek söz bulamam.

Ben, dil duygunuzun bu kadar sorunlu olabileceğine asla inanmıyorum. Dolayısıyla, geçen yazıda söylediğim gibi şu iki şıktan biri geçerli:

Ya yazıların tümünü okumadınız ve AGOS’a verdiğiniz demeçte ima ettiğiniz gibi, kararı, dairelerden gelen çoğu kararda olduğu gibi ‘rutin’ (otomatik?) olarak imzaladınız...

Ya da tümünü okudunuz, her şeyi anladınız, ‘ihlal’ olmadığını düşündünüz fakat ‘devletim’in talebini doğru bir biçimde algılayarak ‘ihlal var’ dediniz.

Sayın Ömeroğlu.

Bence başka bir ihtimal yok; siz o nedenle böyle kıvranıyorsunuz ve savunmalarınız o nedenle bu kadar tuhaf!

Yine de “Kolay gelsin” diyorum...

Şöyle bir sahne düşünüyorum...

Sekiz yazıyı sizinle birlikte satır satır bir daha okuyormuşuz, ben size bu yazının sınırlarının izin verdiğinin ötesinde bir şeyler daha anlatıyor, sonunda da size dönüp soruyormuşum: “Şimdi gözlerinizi gözlerimden kaçırmadan lütfen söyleyin bana: Hrant Dink o yazılarda gerçekte ne demiş?”

Hiç kuşkum yok, “Bu yazılarda Hrant Dink Türk’ün kanının zehirli olduğunu söylüyor” demeyeceksiniz, diyemeyeceksiniz.

Bu duyguyla yaşamak zor olmalı, diyeceğim ama belki de değildir... ‘Devlet emekçisi’ olunca bu türden ‘duygusal’ sorunlarla baş etmek belki de ‘leblebi-çekirdek’ mesabesinde kalıyordur.

Fakat Sayın Ömeroğlu, ben size yine de “Kolay gelsin” diyorum.

Alper Görmüş/Taraf