''ERTUĞRUL ÖZKÖK DİYE TUTTURULMUŞ! HERKES VERSİN HESAPLARINI!''

Medyaradar'ın usta röportajcısı Ahmet Tulgar bu kez Hürriyet'in usta kalemi Ahmet Hakan'la bir röportaj yaptı.

"Ertuğrul Özkök diye tutturulmuş. Herkes versin hesaplarını."  
 
Ahmet Hakan’ı çok uzun yıllardan beri tanırım, severim. Görüşürüz de.

Ama burada bir özelliğinden söz etmek istiyorum. Onun kariyerini belirleyen bir tercihinden. Ucunda iktidar ve rant gördükleri yerlere bir önceki yerlerinden kendilerini pişkince savuran çok sayıda gazetecinin olduğu şu medya ortamında, dünün genelkurmay borazanlarının, baskı rejimi propagandistlerinin, işkenceci aklayıcılarının demokrat kesildiği şu dönemde, o siyasi geçişini, değişimini kamuoyunun önünde, okurlarıyla paylaşarak gerçekleştirdi. Diğerleri sanki herkes unutmuş gibi geçmişlerine en ufak bir göndermede bulunmazken, o unutturmak istemesi için zaten herhangi bir gerekçenin olmadığı eski siyasi konumlanışına mütemadiyen işaret ede ede, eski görüşleriyle hesaplaşa hesaplaşa yeni bir yazar kimliği inşa etti. Sadece bir yazar, bir televizyoncu kimliği değil aynı zamanda sosyolojik bir göstergedir Ahmet Hakan’ın konumu.   


- Bu kadar popülerleşmeni neye bağlıyorsun? Bu tasarladığın bir şey mi senin? 


Bunun birkaç nedeni var bence. Bir tanesi benim kişisel olarak konumum. Yani işte belli bir yerden gelmem, bugün iktidarda olanların geçmişlerine tekabül eden yerden geliyor olmam ve biraz daha farklı bir yere taşımış olmam çok dikkat merkezi olmama neden olan faktörlerden bir tanesi. Bir tanesi de yazı stilim. Evet, onu tasarlıyorum yani dikkat çekmesi için, okunmasını sağlamak için. Bütün gün çalışıyorum ben bir yazı üzerinde, kolay yazmıyorum yani, zorlanarak yazıyorum ve çaba gösteriyorum yani, sabah saat sekizden akşam altıya kadar bir köşe yazısı için çalışıyorum. Bunlar bence etkili. 



- Ama bir yandan da, tamam, şu anda iktidarda hâlâ Ak Parti var, sen de o çevrelerden geliyorsun ve sonra terk ettin, bu seni ilginç kıldı ama belli bir sürede doyabilirdi insanlar böyle bir kişiyi izlemeye ama sen epeydir böyle bir noktadan dikkat çekiyorsun. Bunu nasıl sağladın? Bu konumun ilginçliğini tüketmemeyi? Başkası tüketebilirdi bunu. Ya da, sen de bunun bu kadar uzun süreceğini tahmin ediyor muydun? 


Çok doğru, hatta başkası açısından bir dezavantaja dönüşebilirdi bu. Ben onu elimden geldiğince avantaja çevirmeye çalıştım. Ve kendime ilgi alanlarımı çeşitlendiren, renklendiren yeni perspektifler açmaya çalıştım. Ve ben yazımın diliyle okur sayısını ve dikkat seviyesini kuvvetlendirdiğimi düşünüyorum. Bunun üzerinde de çalışıyorum, üslupla yapıyorum bunu. Bunlar etkili olmuş olabilir. 


- Tarafsız Bölge’de ’hard siyaset’ konuşuluyor. Ama yazılarında çok hafif konular da oluyor sık sık. Bunun programındaki ağır tavrına zarar vermesinden korkmaz mısın? Senin yazılarının böyle hafiflemesinde Ertuğrul Özkök etkili oldu mu? 


Hayır, hiç. Söz konusu değil. Şunu fark ettim ben: Bir dönem yazıya başladığımda ağır siyasi yazılar yazıyordum, bir tür Hasan Cemal filan gibi takılıyordum. Birden yapılan bir araştırmayı gördüm, yani köşe yazarlarıyla ilgili, benimle ilgili bölüm de vardı, bir o araştırmada dehşete kapıldım, benim okurlarımın yüzde 99’u erkek, gelen maillere bakıyorum, gelen maillerin neredeyse tamamı, yani bana gelen tepkiler, mesajlar, hepsi erkeklerden geliyor ve erkeklerde de işte eğitimli, politikaya meraklı erkekler, yani orada da bir çeşitlilik bile söz konusu değil. Çok dehşete kapıldım, yani demek ki ben de toplumun değişik kesimlerini, gençleri, kadınları, kızları, farklı ilgi alanları olan erkekleri yakalayamıyorum. Bu çeşitlendirme, yani bu ele aldığım konuları çeşitlendirme biraz da buradan çıktı benim açımdan. Ben daha çok okura, kadın okurlara da seslenmek istiyordum, genç okurlara da seslenmek istiyordum. 


- Şimdi oranlar nasıl? 


Bir data yok ama gelen maillere baktığımda, tepkilere baktığımda daha dengeli olduğunu görüyorum. 


- Peki, bir zamanlar dahil olduğun kesimin kırgınlığı ya da öfkesi, bunlarda bir azalma, çoğalma oldu mu? 


Bende mi, onlarda mı? 


- Onlarda. 


Biraz daha alıştılar. Daha yatışmış görüyorum ben onları. Benim ne yapmak istediğimi, nereye seslenmek istediğimi, kendimi nereye konumlandırdığımı anladılar ve daha az tepki var ve daha fazla dikkatle takip ediyorlar. 

"Benimle konuşan herkes bir İslami siyaset kanaat önderi ile konuşur gibi konuşuyordu." 

- Sen nereye seslenmek, kendini nereye konumlandırmak istiyorsun? 


Şuraya: Ben gazeteciliğe Kanal 7’yi milat alırsak eğer, belli bir siyasi görüşün yayın organında başladım. Bu gazetecilik için çok dezvantajlı bir yer. Hiçbir zaman ortalama bir gazeteci muamelesi görmez orada kişi ve o siyasetin gazetecisi olarak görülür, ne yapmak isterse istesin algı budur. 10 yıl yaptım ben bu işi ve bu algı çok yerleşti. Bu beni çok rahatsız ediyordu. Çünkü benimle konuşan herkes bana normal bir gazeteciye konuştuğu gibi konuşmuyor ve böyle bir İslami siyaset kanaat önderi ile konuşur gibi konuşuyordu. Benim kendisiyle temas kurduğum insanlar da ister istemez bana öyle bakıyordu. Bu bir gazeteci için büyük bir anormallik, ben normalleşmek  istedim, yani normal bir gazeteci, tarafsız, her olaya soğukkanlı yaklaşabilen, kendisine güvenilen bir gazeteci olmak istedim. Ortalama bir gazeteci. Bunu sağladım. 


- Ama sen Kanal 7’de de zorluyordun sınırlarını. 


Ne kadar çaba sarfedersek edelim, evet doğru. 


- Ufuk Uras, Murathan Mungan... 


Tabii, tabii. Evet ama işte yine de o kanalın mevcut bulunduğu yer açısından öyle bir algı yaratıyorsun. Tabii ki ben oradaki dezavantajı da avantaja çevirmeye çalıştım kendi adıma ama ne kadar avantaja çevirirsen çevir, sonuçta problemli bir şey o. O problemden kurtulmak istedim, eh insanlar da, beni takip eden eski camiadan insanlar da benim bu noktayı hedeflediğimi belki anladılar, o yüzden bir yatışma oldu. 


- Senin konumun hem sevgi hem nefret uyandıracak bir konum, hangisi daha fazla? 


İkisi de var. Dengeli yani. Şöyle oluyor, bizim gibi, benim bulunduğum pozisyonda bulunan yazarlar için, gazeteciler için gündelik olaylar karşısında gösterdiğin tavır çok belirleyici oluyor. Bazen çok sevgili hale geliyorum, bazen de çok nefret edilen biri haline geliyorum. 


- Peki, Ertuğrul Özkök, Aydın Doğan, onlara en yakın çembere nasıl girdin? Neden seni tercih ettiler beraber yolculuk yapmak filan için? Nedir bu? 


Şimdi bu tür ilişkilerde benim tercihim profesyonelce bir ilişkidir. Ben onu tercih ederim, sevmek sevmemek, bunlar üzerinden değil de, profesyonel, yani "ben sana bir şey veriyorum, sen de bana bir şey veriyorsun", profesyonel bir ilişki, dolayısıyla ben bu profesyonel ilişkiyi görüyorum bu şeyde. Şimdi gelelim dostluk, mostluk meselesine, o işin ekstra kısmıdır. En beğendiğim tarafı yine Aydın bey açısından, Ertuğrul bey açısından filan falan bu profesyonellikle o sevgi, dostluk, arkadaşlık işini karıştırmamaları birbirine, o güzel bir şey, bu benim de tercihim, yani bu işlerde genelde şöyle olur, yüz göz olunur, dostluk olur, bilmem ne olur, sonra işin profesyonelliği ortadan kalkar, sonra da düşmanlıklar, çatışmalar filan başlar. Burada öyle bir durum yok yani benim açımdan. 



"Özkök ile profesyonelce başladı ilişkimiz ama sonra dost olduk, adam benim arkadaşım şimdi." 

- Hayır, sende ne buldular da yakın çevrelerine aldılar? Bütün yazarları bunun için sıraya girer oysa. 


Yok, hayır, o kadar yoğun değil. Kararında bir ilişkimiz var. Yani Ertuğrul beyi ayırmak lazım, Ertuğrul Özkök ile profesyonelce başladı ilişkimiz ama sonra dost olduk, adam benim arkadaşım şimdi. Onu ayırmak lazım. Patron açısından bakarsak, orada da normal, kararında bir şey, abartılı bir tutum yok orada. 


- Ertuğrul Özkök genel yayın yönetmenliğinden alındıktan sonra, "hah, şimdi bunlar düşüşe geçecek" diyenler oldu. Durumunda bir şey değişmedi mi? 


Enis zaten Ankara Temsilcisi iken de çok yakın arkadaşımdı. Hiçbir problemimiz yok, hem arkadaşlık, dostluk var hem de profesyonel ilişkimiz var, hiç öyle o dedikoduları haklı çıkaracak en küçük bir şey yok yani. Söz konusu bile değil. 


- Medyada çeteler mi oluştu son dönemde? Sen bir çeteye mensup musun? 


Çete mete yok, ben de içinde filan değilim yani. Ben kişisel olarak herkesle arkadaşlık yaparım, dostluk yaparım, yeter ki insani ölçüler içerisinde ve insanca karşılık göreyim, tek ölçüm bu. Şunu demek istiyorum, herkesle ilişki kuruyorum, benim herkesle ilişkim var, arkadaşlarım var, katman katman, her çevreden. Foto muhabiri düzeyinde de var, genel yayın yönetmeni düzeyinde de var. Bunlarla çeşitli ilişkiler kuruyoruz, insani ilişkiler. Şimdi o kurduğum ilişkilerden birisine çete denirse o haksızlık olur, ne çetesi olacak. Çok çetem var o zaman benim, çok, birçok çetenin üyesi kabul edilmem lazım. 


- Şöhretler böyle feodal beyler gibi etrafına bir grup insan toplar, kendisine hoşça vakit geçirtsinler diye? Öyle gruplar mı oluşturuyorsun etrafında? Yazını yazıyorsun ve sonra o katmanlardan bir grupla takılıyorsun. Öyle mi? 


Şöyle: Yazını yazıyorsun ve insanlarla görüşüyorsun yani. 


- Karşında böyle meclisler kurmuyor musun seni eğlendirsinler diye? 


Hayır. Öyle bir şey yok. Keşke olsa beni eğlendiren öyle bir meclis. Herkes ister yani. 


- Nişantaşı senin için ne ifade ediyor? Başka yerlere pek takılmıyorsun. 


Hiçbirşey ifade etmiyor. Benim oturduğum mahalle burası. Biraz tembel bir insanım. Üşengecim. Çabuk toparlanıp böyle hareketli bir şeyim yok yani. Yerleştiğim yere bağlı kalıyorum yani evin çevresinde kalıyorum. Evim Cihangir’de olsaydı o zaman da Cihangir çevresinde dolaşıyor olurdum, Bağcılar’da olsaydı orada kendime bir yer bulurdum yani oturup kalkacak. Toparlanıp gidemediğim için. Kasti değil, Cihangir’e bir kastım yok. Etiler’e de gitmiyorum, Bebek’e de gitmiyorum. 


- Bazen Kürt meselesine ilişkin demokratça, barış yanlısı şeyler yazıyorsun. Mesela BDP’ye ilişkin. Sonra bir bakıyorum ertesi gün, sanki bir gün önceki yazına balans ayarı yapar bir üslup tutturmuşsun. Bu Hürriyet’te yazmanın kefareti mi? 


Bunu bana değil keşke, BDP örneğini verdin, onlarla konuşabilsek. Ben kategorik olarak reddetmiyorum BDP’nin siyaset yapmasını, kategorik olarak reddetmiyorum, ama bu konu ayyuka çıkmış, Kürt meselesi, tartışılıyor, konuşuluyor, BDP’liler bir şeyler söylüyor, ben ömrü billah BDP’lilerin her söylediklerini kabul ederek onları göklere çıkaramam, orada bir itiraz etmemiz gerekiyor, tamam, konumlarının, ne kadar zor olduğunun falan idrakindeyiz ama artık onların bir inisiyatif almaları gerekiyor. Artık onların sözlerinin bir değerinin olmasının gerektiğini de çok sert bir dille söylemem gerekiyor. Bir tenakuz yok. Bir, "BDP’nin siyaset yapma hakkını sonuna kadar savunuyoruz, orada tamamen yanındayız", iki, BDP’lilere "artık kendinize gelin, inisiyatif sahibi olun" demek çelişkili bir tutum değil bence. Yani Kemal Kılıçdaroğlu’nun topluma bir rüzgar estirdiğini, bir umut verdiğini, tek parti iktidarının yol açmış olduğu bir takım sorunları giderebileceğini söylemiş olmak Kemal Kılıçdaroğlu’na artık ömrü billah laf etmemek anlamına gelmiyor herhalde. Onun kaç ay içerisinde iradesizliğini, siyaset yapma tarzını da en sert biçimde eleştirebiliriz, burada bir çelişki yok. Genelde bizde alışılmış yani takım tutar gibi bir şey söylendiğinde artık öyle gidecek. "Ben neyim? Atatürkçü, laikim." Artık öyle gideceğim. Ben öyle bir tutum içerisinde değilim yani. Bunun da ben yararını değil zararını görüyorum, bu yararlı bir şey değil bir köşe yazarı açısından. 


- Ertuğrul Özkök’ün geçenlerde yazdığı, Türkler’in de ayrılmak isteyebileceğine ilişkin yazısını nasıl buldun? 


Ben yadırgamadım çok. 



- Yani rest mi çekiyor Türkler adına? Tehdit mi ediyor? 


Herkesi ayağa kaldıracak, irite edecek bir yazı olarak görmedim ben. Olabilir. Yani şimdi bölünmeden bahsediliyorsa , bir bölünme paranoyası yaşanıyorsa bence rehabilite edici bir tarafı da var. "Tamam kardeşim, bölünün ama biraz böyle sağlıklı tartışalım" meselesinden yaklaşırsak yararlı bile olabilir. Yani bu bölünme paranoyasını atmamız açısından, yani Özkök onu hangi maksatla yazdı, tehdit mi etmek istemektedir, samimi midir, ama ben yararlı buluyorum. 


- İlginç. Geçen yıl mayıs ayında yine Hürriyet gazetesinde, bu defa Ege Cansen benzer şeyler yazmıştı Kürt meselesine ilişkin, yani artık toplumun psikolojik olarak ayrılığa hazırlanması gerektiğine ilişkin. Bu sana tuhaf gelmiyor mu? Kürtler ayrılmak istemiyor ki oysa, nereden çıkıyor bunlar? 


Hıı, evet. Olabilir. Bilemiyorum. 


- Ertuğrul Özkök genel yayın yönetmenliğinden ayrıldıktan sonra çok fazla hedef tahtasına yerleştirilmeye başlandı. Medya bu kanlı yakın tarihteki kolektif suçlarını aklamak için mi Özkök’ü böyle tek suçlu ilan ediyor sence? 


Mesela ben ’Hayata Dönüş’ operasyonu sırasında Kanal 7’deydim, bir tek bizim korkakça ve ürkekçe bir gıkımız çıktı. 

"Kürt sorununda en dehşetengiz dönemlerde Çiller başbakandı ve şimdi ulta-demokrat geçinen Türköne de onun danışmanıydı."  
 

- Evrensel ve Gündem’i unutma ama. O gazetelerde protesto edildi bu olay. Birgün gazetesinin yayın hayatı başlamamıştı o sırada daha. O da olsa karşı çıkardı. Bu gazeteleri gözden kaçırma sen de. 


Elbette. Ama hepsi, Sabah’ı, Milliyet’i, Hürriyet’i, ne korkunç manşetler attı. Ben ’Hayata Dönüş’ operasyonu ile ilgili Tarık Zafer Tunaya’da bir toplantı vardı, katıldım mesela. Kürt sorununu mu konuşuyoruz, Kürt sorununda işlenen günahları mı konuşuyoruz? Bunu konuşacaksak Ertuğrul Özkök’ün bu konudaki sorumluluğu en sonda gelir. Yahu, Kürt sorununda en dehşetengiz dönemlerde yapılan bütün insan hakları ihlallerinin içindeyken Tansu Çiller de başbakandı ve şimdi Zaman’da ultra-demokrat geçinen Mümtaz’er Türköne de onun danışmanıydı. Ergun Babahan da Tansu Çiller destekçisi Sabah’ın yönetimindeydi. Herkes versin hesaplarını. Ertuğrul Özkök diye tutturulmuş. Dediğin doğru. Ayıp bir şey. Ayrıca Ertuğrul Özkök son dönemlerde, Kürt meselesinde, Başbakan’ın ilk aydınlarla yaptığı toplantıda büyük bir heyecanla onu manşetten ne biçim verdi, yani yaptığı çok önemli şeyler de var. 


- Nuray Mert ile fikir alışverişiniz sürüyor mu? Yani birbirinizin yazdıkları üzerinde etkiniz nedir? Dostluğunuz sürüyor, değil mi? 


Tabii. 


- Ondaki değişimi nasıl değerlendiriyorsun? 

Nuray’da bir değişim görmüyorum ben. Bütün fikirlerini koruyor. Hükümetin Kürt açılımındaki ve anayasa değişikliği konusundaki politikalarına katılmıyor, olamaz mı yani, eskiden de hükümetin bütün politikalarına destek vermiyordu ki zaten. Şimdi belki de biraz daha açık bir dille mi seslendiriyor, ondan mı dikkat çekiyor, anlamıyorum. 

- Televizyon karakteri olarak nasıl buluyorsun Nuray’ı? 

Ben çok başarılı buluyorum, çok iyi bir TV konuşmacısı, yani ben bir moderatör olarak tam benim istediğim türden, görüşleri ayrı, onu ayrı değerlendiririz ama çok iyi bir televizyon konuşmacısı. 

- Moderatör olabilir mi? 


Olamaz. Olursa çok başarısız olur. O biraz fazla sinirleniyor. Ben sinirlenmem. Nuray politik bir figür. Ben onun kadar politik değilim, onun kadar politikaya kendimi adamış, dünyayı politika çerçevesinden gören biri değilim. O çok adamış birisi, çok samimi sinirleniyor sinirlendiği zaman. Kendini tutamıyor, kendinden geçiyor. O yüzden ben yadırgamıyorum, tanıdığım için. Yapaylık yok yani. 

- Bir yandan da bir magazin figürü oldun, değil mi? 

Çok rahatsız oluyorum aslında. Çünkü böyle olmayacağını varsayarak hayatımı dizayn etmiştim. Şimdi tuhaf bir şey çıktı ortaya. Tek başıma şuradan yürürken de bir fotoğrafçı fotoğrafımı çekebiliyor. "Biz artist değiliz, müzisyen değiliz, benim niye fotoğrafımı çekiyorsun", hiç anlamıyorum onu. Yadırgıyorum yani. 


- Fehmi Koru’nun gazeteciliğini bir yıl önce çok övmüştün bir yazında, ama şimdi onunla polemik içindesin? 


Çok kötü bir gazeteci olduğunu mu söylüyorum şimdi? Hayır. Zaten eskiye göre daha az polemiğim oluyor başkalarıyla da. Alışıldı artık. 


- Ak Parti’nin medyada bu kadar güçlü olması ne gibi dönüşümlere neden oluyor toplumda? 


Hayatımızı etkileyecek dönüşümlere yol açıyor. Birinci faktör şu, bu AKP’nin bir kez daha, bir 4-5 yıl iktidar olmasını sağlayabilir ve bu hayatımızı etkileyecek dönüşümlere yol açan bir faktör olabilir. İkinci faktör şu, iktidarın oluşturduğu medyada bulunan insanlar eğer gazetecilik yapmaya başlarlar, bu işin inceliklerini kavrayarak davranmaya başlarlarsa. Şimdilik bu konuda belirsizlik var. AKP’nin yeniden tek başına iktidara gelip gelmeyeceğini, bu oluşturulan medyadaki insanların iyi bir gazetecilik yapıp yapmayacağını bilemiyoruz. Buna yönelik veri yok elimizde. Ama dediğim gibi bu iki şey olursa geleceğini şekillendirebilir Türkiye’nin ve medyanın. 



- Anayasa referandumunda oyun ne olacak? 


’Hayır’. Birçok güvendiğimiz solcu, sosyalist hukukçular bile bu değişikliğin yargıyı iktidara vermek olduğunu söylüyorlar. Eğer amaç demokrasiyse, özgürlükse, yargı bağımsızlığı ise hükümet bu tartışmaların olmamasını sağlayabilirdi. 


- Ama ’evet’ oyu verecek solcular da var. 


Sol derken? 


- Mesela Oral Çalışlar. 


Sol mu yani Oral Çalışlar? Oral Çalışlar’dan yola çıkılarak bir sol genellemesi yapılamaz. 


- Kemal Kılıçdaroğlu genel başkanlığa adaylığının açıklanmasının hemen ardından Hürriyet’in Ankara bürosuna gitmiş. Neden kendisini medyaya teslim etmeye bu kadar hazır, bu kadar teşne? Seni de aradı mı o sırada? 


Sadece adaylığını açıklamadan, pazartesiydi adaylığını açıkladığı gün, pazar günü saat 21 civarında beni aradı. 

- "Aday olayım mı" diye sana mı sordu? 

Hayır. "Yarın adaylığımı açıklıyorum" dedi. Ben çünkü adaylığını açıklamazsa çok büyük düşkırıklığına yol açacağını belirten bir yazı yazmıştım o gün. "Böyle bir yazı yazmışsınız, ben yarın adaylığımı açıklıyorum" dedi ama benim o bilgiyi gazeteye yansıtacak vaktim yoktu o sırada. 


- Niye? Şehir baskısına girerdi. 


Ama zaten öyle bir söylenti dolaşıyordu ortada. 


"Yılmaz Özdil gibi parlak bir yazarın sadece belli bir kesimin duyarlılığına teslim olması üzüntü verici." 
 

- Yılmaz Özdil ile aynı gazetede yazmak nasıl bir duygu? Ahmet Türk’e atılan yumruk ile ilgili o şiddet kışkırtıcısı yazıyı yazdıktan sonra sen de onu eleştiren bir yazı yazdın. Sonra onunla hiç karşılaştınız mı? 

Hayır, karşılaşmadık. Ben gitmiyorum gazeteye. O da gitmiyor. Ama Yılmaz Özdil bence zeki, fark yaratmasını beceren bir yazar, görüşlerine katıl ya da katılma, önce bu hakkı teslim edeceğiz, iki, yazı tarzı zor bir tarz, kısa yazmak, böyle bir takım verileri alt alta sıralayıp bir sonuca ulaştırıp, bunu da çok parlak bir şekilde yapıp başarıya ulaştırmak zor bir şey. Görüşler ayrı. Ben bir tek şunun için üzülürüm, bu kadar parlak yazı stili, yaklaşımı olan bir yazarın sadece belli bir kesimin duyarlılığına teslim olması üzüntü verici. 


- Neden Hürriyet’in en çok okunan yazarları, daha önce Emin Çölaşan’dı mesela, hep bu tarz yazarlar oluyor, yani böyle despotik bir siyasi çizgiden yazarlar? Nasıl bir okur kitlesi bu Hürriyet’inki? 


Bu sadece Hürriyet’in sorunu değil. Türkiye’de gazete okuma alışkanlığı olan insanlar, genellikle eğitimli, gelir durumu görece daha iyi, şehrin ana merkezlerinde oturuyorlar, birkaç kuşaktır da bir gazete okuma kültürüne sahip insanlar, bu insanların dünya görüşleri daha çok laik, Atatürkçü, sosyal demokrat, CHP, böyle. Gazete okuru profili genel olarak bu. 
  

 RÖPORTAJ: AHMET TULGAR

FOTOĞRAFLAR: CELAL YILDIZ