DİZİ FİLMLERDE REYTİNG Mİ ÖNEMLİ YOKSA AHLAK MI?

"Biz bu muyuz" dedirten sahneler. "Biz böyle olamayız" dedirten sahneler. Doç.Dr.Nihat Hatipoğlu yaraya parmak bastı.

’Dizi filmler mi, ahlak mı’ ikilemi

Televizyonlardaki dizi filmlerin bir kısmına dikkat ediyor musunuz? Hangi tema üzerine kurulmuş. Taşıdıkları mesaj ne? Konuları ne? -İstisnalar olmakla beraber- Söyleyeyim:
Ya amcasının veya dayısının eşini yoldan çıkarmaya çabalayan onursuz yeğen, ya aynı kıza âşık olan iki kardeş, ya çocuğunun tedavisi için iffetini satışa çıkaran çaresiz kadın, ya kardeşinin eşine göz diken rezil kardeş, ya arabada saldırıya -tecavüze- uğrayan kadın, ya son derece pespaye ve berbat tecavüz sahneleri, ya kaynanasının kuyusunu kazmaya çabalayan gelin, ya gelinini kovmak için bin bir entrika tezgâhlayan kaynana, ya her gün bir sevgili değiştirirken evli kadınlarla da gayrimeşru ilişki yaşayıp bunu övünerek anlatan ahlaksız delikanlı, ya gayri meşru ilişki yaşadığı kadının kapısına kadar gelip kapıyı çalan ve kapıya dayanan, kapıyı zorlayan arlanmaz genç, ya bir taraftan babaya diğer yandan da evladına kur yapmaya çalışan erkek avcısı kadın veya benzeri bir pespayelik.
Aynen böyle, aldatma, öfke, hınç, gerginlik, kavga, cinayet, intikam üzerine kurulu diziler. Çoğunda mutlaka gayrimeşru bir evlat, gayrimeşru bir ilişki, çapraşık ilişkiler, sahtekârlık, düzenbazlık, bir kuruşluk değeri olmayan hayatlar, argo konuşmalar, su gibi tüketilen şaraplar, mükellef sofralar ve benzeri manzaralar.
Kısacası sevgi, saygı, aile kutsiyeti gibi her şeyi yerle bir eden görüntüler. "Biz bu muyuz" dedirten sahneler. "Biz böyle olamayız" dedirten sahneler.
Şu anda halkımızın büyük kesiminin izlediği ve izlenme oranlarının yer yer yüzde 40-10 oranları arasında değiştiği dizi filmlerin konuları budur. Elbette arada nezih, toplumsal mesajlar taşıyan, bir derdi olan, bir yapıcılığı olan diziler de vardır. Ama kaç tane? Onların izlenme şansı ne? Ekranda kalabilme şansı kaçta kaç? Belli değil.
Peki bütün bunlardan televizyoncular mı sorumlu? Veya senaristler mi? Bütün günah onların mı? Hiç sanmıyorum. Bu dizileri -eğer ölçümler doğruysa, ki manipüle edildiği kuşkusu çok fazla?!- bu halk izliyor, yani biz izliyoruz. Biz bu dizilere, bu çirkin ve onur kırıcı manzaralara prim veriyoruz. Böyle bir diziyi yüzde 40 izleyip de ertesi gün -tuh tuh, ne büyük ahlaksızlık- diyorsak, kusura bakmayın hiç de samimi değiliz. Bu işin en büyük günahı bizimdir. Çünkü biz izlemeseydik, o dizinin veya yayının devam etme şansı olmazdı.
Benim merak ettiğim husus şu: Böyle çirkin manzarayı, onur zedeleyici görüntüyü aile ortamında nasıl izliyoruz? Bir aile düşünün. Baba - anne - gelin - damat - misafirler ve torunlar! Ve yukarıda yazdığım tema üzerine kurulmuş bir dizi. Ben aile fertlerinin bu manzaraları izlerken renkten renge girdiğine inanıyorum. İnanmak istiyorum. Aksi takdirde kafamdaki bütün kurguları sıfırlamam lazım.
Peki senaristler ve yayın kararını verenler hiç mi sorumlu değil! Onlar da bu vebalden nasip almaktadırlar. Ekranda rakibin bu onur kırıcı, aşağılayıcı ve ahlaki bombalayıcı ama sonuç alan atraksiyonuna -ticari anlamda- karşılık vermek için benzeri bir projeye evet diyen iyi niyetli yayıncı ne yapsın peki? Ötekinin zaten derdi yok ki! O belki bu manzarayı, diziyi, mesajı o kadar içselleştirmiş ki(!) her şeyi o kadar normal görüyor ki... Ona göre ne olacak ki! Zaten sokak böyle değil mi? Zaten insanlar arasında bu pespayelikler yaşanmıyor mu? Yani bunları göstermenin ne zararı var. O böyle diyor. Bunu ifşa etmenin, bunu yapmak kadar ağır olduğunun farkında değil ki. Çünkü onun hayatında belki -günahın, sevabın- aritmetiği bile yoktur. Bu tür dizilerin, gençlerin hayatını nasıl altüst ettiğini düşünmüyor bile. Ülkede yaşanan boşanmaların, intiharların, aldatmaların, cinayetlerin, tüyler ürpertici karı-koca veya sevgili cinnet ve cinayetlerinin, bu yazıda telaffuz edemeyeceğim kadar onur kırıcı olan çocuk ve aile içi tacizlerinin kaçta kaçında bu seyrettiklerimizin etkisi var! Lütfen herkes düşünsün.
Hz. Peygamber (s.a.v.) "hayırlı bir çığır açan bu çığırda yürüyen insanlar oldukça kıyamete kadar sevap alır" buyuruyor. "Şer bir çığır açan da, bu şerde yürüyenler oldukça kıyamete kadar şerre ortak olurlar" buyuruyor.
İslam günahların, ahlaksızlığın, müstehcenliğin, günaha teşvik edici ortamların, aleniyetini hoş görmez. Bunu fahşa -aleni çirkinlik, azgınlık- olarak görür. Bunu teref -haddi aşma- olarak görür. Çirkinliği yaymayı, çirkinliğin kendisinden daha ağır görür. Bu senaryoları yazarken kurguyu; merak, aldatma, gayrimeşruluk üzerine kuranların da hassas oldukları aileleri vardır. Değerleri vardır. Onların da bunlara ihtiyacı vardır. Gün gelir, ihtiyaçları olur.
Biz elbette sansürden bahsetmiyoruz. İnsan, sansürü vicdanında yapmalı. Neyi yıktığını, neyi imar edeceğini düşünüp yazmalı. Biliyorum, dünyası ve ahlakı para olan için bu cümlelerin hiçbir kıymeti yoktur. Ama bu cümleleri yazmamak da emanete ihanet etmek olurdu.
Yayıncılar kazanmalılar. İşin ticari boyutu var. Ticaretin de kendine göre bir mantığı ve dünyası var. Anlıyorum ama belli kriterler konamaz mı? Daha düzeyli işler yapılamaz mı? Bu konuda centilmenlik anlaşmasına varılamaz mı? Alternatif olarak nezih, temiz ve daha onurlu yayınlarla bu tahrip en az düzeye indirilemez mi? En azından denenmelidir. Kapitalizmin hâkim olduğu bir âlemde yaşıyoruz. Ama kapital bizi ahlaken yıkmamalı, yok etmemeli.
Bu tür yayınlar üzerinde eleştiri veya ilkeler koyucu anlamda yetki ve sorumluluğu olduğu halde, sadece bizim gibi seyirci olan insanlarımızın da benim kadar hassas olduklarını biliyorum. Ama sadece hassas olmak yetmiyor ki.
Diziler; kardeşliği teşvik eden, sadakati öngören, şiddeti reddeden, işkenceyi dışlayan, kadının onurunu yükselten, evliliği pekiştiren, aile içi sıcaklığı yansıtan temalar üzerine kurgulanamaz mı? Bunu niye denemiyoruz. Denenecek, yapılabilecek o kadar güzel şey var ki. İnanınız ki, iyi ve güzel, kötü ve çirkin şeylerden daha çoktur. Ve inanınız ki millet onları da izler. Çünkü zor günlerden geçiyoruz. Anne karnında çocuklar katlediliyor. Kadınlar kurşuna diziliyor. Aklın kaybolduğu bir cinnet halini yaşıyoruz. Sonuç alması mümkün olmayan bir yöntemi, birileri empoze ediyor. Daralıyoruz. Cinnete karşı aklı koyuyoruz. Hikmetle yürümeliyiz. Ama susup seyirci kalanların, susmanın vebal olduğunu anlaması gerektiği çizgideyiz.
İşte böyle zor bir dönemde, yaraları saracak yayınlara ihtiyacımız yok mu? Daha dikkatli olamaz mıyız? Mesela şiddet olaylarını ekrana daha az taşıyamaz mıyız? Şiddeti allandırıp sunmak şiddetin reklamı olmuyor mu? Avrupa’da bir günde onlarca trafik kazası olur, kaçta kaçını ekranda görebiliyorsunuz? Büyük kaza olmadan Avrupa’da kaza haberi göremezsiniz. Bizde ise, bisiklet kaldırıma çarpsa neredeyse haber yapacağız. Ama bu kararlar, sadece bir televizyonun, veya grubun değil, bütün medyanın ortaklaşa alacakları bir kararla ancak işlev kazanabilir. Artık bütün bunları düşünmek zorundayız.
Not: Muhtemelen önümüzdeki haftadan itibaren, inşallah her cuma sabahı saat 08.00-10.00 arasında atv ekranında olacağız. Her türlü dini sorularınızı yanıtlayacağım. Ekran başına bekliyorum.

Nihat Hatipoğlu/Sabah