AHMET ALTAN, MEHMET BARANSU'NUN İÇ DÜNYASINI PARAMPARÇA ETTİ!

Taraf yazarı Mehmet Baransu, Ahmet Altan'ın yazıları karşısında iç dünyasının alt üst olduğunu yazdı..

Putuma dokunma Ahmet Altan!

Yayın yönetmenimiz Ahmet Altan’ın “Müslümanlık ve dindarlık” üzerine yazdığı yazıları ibretle okuyorum.

Başım önde...

Yüreğim sıkışmış bir hâlde...

Kendimi sorguluyorum...

Kendime soruyorum...

Müslüman olduğunu söyleyen ben...

Allah’a inandığını söyleyen ben...

Bu yazılanlar karşısında söyleyecek bir lafım, verecek bir cevabım var mı diye...

Ve inanın...

Ne söyleyecek bir lafım, ne kelimem ne de cevabım var yazılanlara...

Ne diyor Altan: “Eğer hiçbir ceza olmasaydı gene de sadece Allah’ın rızasını kazanmak için onun yolunda yürür müydün, sadece seni yaradanı utandırmamak için O’nun sana öğrettiği ahlaka uyar mıydın?”

Ve devam ediyor:


“Dinin birinci basamağı Allah’la kul arasındaki ilişkidir benim için. O basamak sağlam değilse ondan sonrakiler gitgide çürükleşir.”

Ve durmuyor Altan, beynimi, benliğimi, kendimi, iç dünyamı darmadağın ediyor:


“İnsan sevdiğine kendini beğendirmek ister, din senin için bir ’Allah sevgisi’ olduğunda korktuğundan değil, sadece O’na kendini beğendirmek, O’nun yakınında durabilmek için O’nun söylediklerine uyarsın.


O vakit, ’öz’ senin için her türlü şekilden daha büyük önem kazanır.


Bu ’sevgideki’ samimiyet sana büyük bir güven verir.


O samimiyetin O’nun tarafından görüleceğini bilirsin.


En büyük korkun ’samimiyetten’ uzaklaşmak olur.


Bu samimiyetten uzaklaştığında O’nun sevgisini kaybedeceğinden korkarsın ki bence bir dindar için cehennemden daha büyük korku bu ’sevgiyi’ kaybetme korkusu olur.


Dindarlar ’Allah korkusu’ dediklerinde ben ’cehennem korkusunu’ anlamam, ben ’O’nun sevgisini kaybetme korkusunu’ anlarım.


Kendisini, kendini yaradana böyle yakın hisseden birinin davranışları nasıl olur peki?


Bu sevgisini ’herkese’ gösterip, herkese kanıtlamaya mı uğraşır yoksa bu ’sevginin’ O’nun tarafından görüleceğine duyduğu güven ve olgunlukla mı davranır?”

Hani derler ya sözün bittiği yer...

Sözün bittiği yerdeyim.

Allah’ı unuttuk, samimiyeti unuttuk...

Benliğimiz firavunlaştı, farkına varamadık...

Putlar icat ettik,

Ona öylesine tapan...

Para, şan, şöhret, makam, mevki...

Ve daha niceleri...

Yeni firavunların yeni putları...

Ve çürüdük, tıpkı merdiven basamakları gibi...

Benliğimiz çürüdü...

Bizi biz yapan “insanlığımız” çürüdü...

Yolsuzluk batağına saplandık... Rüşveti hediye zannettik. Bunu bir hak kabul ettik...

Biz ve ötesi vardı...

Ölüm ve ötesini unuturcasına...

Günahı içim içim yudumladık. Kana kana içtik...

O kadar aleni yaptık ki... O kadar açıktan...

Yaptığımıza değil, bunun gösterilmesine kızdık...

Günaha girerken, Allah’ın bizi gördüğünü, hesap gününü unutup, gazetecilere “aman beni çekmeyin, parti liderim görür” dedik.

Ölümü kutsadık... Kimi zaman alkış tuttuk...

Ölümlere gerekçe sunmak için...

Ben için, biz için, partimiz için...

Aslında inandığımız putların elimizden alınmamasıydı derdimiz.

Mutluyduk putlarımızla... Hayat onlarla çok daha güzeldi...

Yeni bir din icat etmiştik...

Kurallarını bizim koyduğumuz...

Her şey mubahtı bu dinde...

Haksızlık karşısında susmak gerekti... Lal olmak...

Ve yeni dinin gereğini yaptık...

Allah’ı sevmek mi Sayın Altan...

Biz onu kaybedeli çok oldu...

Oysa O, yanı başımızdaydı...

Hemen şuracıkta...

Vicdandı, kalpti, ruhtu, akıldı...

Bize şahdamarımızdan daha yakındı...

Ama bizimle Müslümanlığı yargılama Ahmet Abi...

Vitrindeki bizlerle... Üzerine türlü türlü elbiseler giydirilen, makyajlı yüzlerle...

Çünkü biz, onu temsil edemeyecek kadar “inanmış” değildik...

İnanmışlar ötelere uçup gitmişti...

Uçmayanlar ise Allah’ı o kadar sevmişti ki kendisini göstermek şöyle dursun, imkân olsa yerin altında yaşamayı tercih ederlerdi...


Bediuzzaman Said Nursi’den alıntıyla başımı bir kez daha öne eğiyorum...


“Milletimin imanını selamette görürsem Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken gönlüm gül gülistan olur.”


“Bana, sen şuna buna niçin sataştın? diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi?”

Mehmet Baransu/Taraf