ACININ DİLİ YOK! CAN YAKAR, YÜREKTE HİSSEDİLİR!

Yardım için bir grup arkadaşıyla deprem bölgesine giden CNN Türk muhabiri Safiye Işıklı, duygularını Facebook sayfasında yazdığı bir yazıyla dile getirdi.

Depremin ardından ardından çok şey söylendi, çok şey yazılıp çizildi. Van’daki durumu ya bir muhabirin gözünden ya da bir akademisyenin dilinden dinledik hep!..

Aşağıda okuyacağınız yazıyı diğerlerinden ayıran ise hem bir muhabirin gözlemlerini hem de bir yardım gönüllüsünün duygularını içermesi oldu.

İşte Van’daki durumu bütün çıplaklığıyla anlatan o yazı;

ACININ DİLİ YOK...
ACI, GERÇEKTİR,CAN YAKAR,YÜREKTE HİSEDİLİR,YÜREKTEN YÜREĞE TAŞINMAZ,OLDUĞU YERİ YAKAR,YAKAR,YAKAR,EN ÇOKTA YAŞAYANI YAKAR…


ACI, SANATSIZ, EDEBİYATSIZDIR, SOMUT DEĞİLDİR, SOYUT DEĞİLDİR, AMA GÖRMEK İSTERSEN TÜM ÇIPLAKLIĞIYLA DİKİLİR KARŞINA…

Öğlen saatlerinde vardık Van’a. Yıkık dökük bir kent bekliyorduk ama karşımızda günlük hayatın olağan akışında ilerlediği bir kent çıktı, trafikte vardı çokça, herkes bir yerlere ulaşma, yetişme derdinde. Yargıya varmaktansa izlemek gerekiyordu, sorduk nedir bu yoğunluk diye...

Çadır isteyenler, yardım bekleyenler, derdi olanlar kriz masalarına başvurmak için geliyorlar yanıtını aldık. Tüm devlet dairelerinin önü hınca hınç insan dolu,,,Çadır isteyende vardı hala, gıda ve kıyafet isteyende, ama hepsi erkek. Kadın konuşmaz bu kente, günahtır, yadırganır, peki ya kocasını kaybeden kadınlar onlar ne yapıyordu,,, onlar görevlilerin kendilerini fark etmesini bekliyorlar…

Van’lı bir kadın Gülistan Acar, 27 yaşında, 8 çocuk annesi, ama sadece 4’ü öz çocuğu nasıl mı?

Küçük yaşta evlendirilmiş, tüm kadınlar gibi. Kocasının ölen eşinden 4 çocuğu varmış zaten, 4 tane de Gülistan’dan olmuş,,,8.

İki göz bir evde yaşıyorlarmış depremden önce…. Kocası kaldıramamış, geçim sıkıntısını, tükenmiş borçlardan ve işsizlikten asmış kendini bir gece…

4’ü öz 8 çocukla kalmış Gülistan, ama hepside öz gibi, ayırmıyor hiç birini, ayrı ayrı seviyor…

Deprem yoksulluğun, geçim sıkıntısının üstüne tuz biber olmuş…

Ev ağır hasarlı, Dört köşede kırıklar var,,, iskambil kağıtlarından yapılmış gibi,,,deprem vurmasa da yaşanmaz halde olan ev ‘benden buraya kadar diyor’ ama Gülistan ısrarcı…

Çadır isteyememiş Gülistan,,,anlatamıyor ki derdini, dili yok bu kentin kadınlarının, ayıp bilmişler hep konuşmayı,,, hele ki yabancılarlarla konuşmak,,,

Soruyoruz,,, komşuya verilen çadıra geçiyoruz akşamları diyor. Nasıl peki? İşte akşam orda 3 aile yatıyoruz diyor? Nasıl sığıyorsunuz peki,,,yanıt yok,,, yokluğa ve yoksulluğa alışmışlar çünkü.

Erzak, kıyafet çok geldi aldınız mı diyoruz,,, almamış,,,olsa iyi olur ama gelmedi bizde isteyemedik diyor.

Belediye’ye sorduk, ama kayıtlarda yok ki Gülistan. Şimdi kayıtlarda,,, erzak ve kıyafet gitti., ama ya sonrası,,,bir sonraki gün, hafta, ay, yıl,,,

4 Öğrenci devem edecek mi okula?

Mevlana evlerini dağıtanlar hangi kayıtlarda bulacak Gülistan’ı?

Ya kalıcı konutlar, okuma yazması olmayan, derdini anlatamayan Gülistan düşebilecek mi peşine?

Yanıtı yok….

Dönüyoruz o günlük hayatın olağan aktığı Van’a, kimse kalmamış sokaklarda,,,sesiz,,ıssız,,,karanlık,,,hayalet bir kente dönmüş Van. O sağlam kalan binalarda ışık yok.

Lambası yanan ev az,,,,çok az,,,,ama onlarda da hayat yok. Peki, niye yanıyor o lambalar? Bu sorunun yanıtı da çadır kentlerde çıkıyor karşımıza.

Stadyumun yanındaki çadır kent deniyor gittiğimiz yere.

Kalabalık, çadırlar sıra sıra, elektrikte var. Kapı da polisler karşılıyor bizi, kimlik soruyorlar.Kimlik kontrolüne takılmanın beni bu kadar mutlu edeceğini hiç düşünmemiştim. DHA’daki arkadaşım benden hızlı çıktı, gösterdi kimliğini, ısarar ettim benim kimliğime de bakın diye, baktılar…

‘Güvenlik’ denen şey en çok görmek istediğim şeydi galiba.

Saat akşam 9 civarı,,,yemek dağıtılıyor,,,akşam yemeği,,,biraz geç ama olsun,,,sıcak yemek kış soğuğunda her saat yenir.

Etrafımızı saryor çadır kentliler,,,,başlıyorlar anlatmaya,,,sıkıntı çok, madde madde yazsam daha iyi.

Evlerine yakın olduğu için kalıyorlarmış bu çadır kentte. Yakın olmak istiyoruz çünkü, hasarlı da olsa evimizde tuvalet ve banyo var, bu ihtiyaçlarımızı oradan karşılıyoruz diyorlar.

Ama başka bir nedenimiz daha var vurgusu ön plana çıkıyor,,,yağma ve hırsızlık.

Polis yok sokaklarda diyorlar, (gerçekten de öyle biz de göremedik ) evlerimize girip varolanları da çalıyorlar evler bomboş, cirit atıyor hırsızlar. Burada kalıyoruz, evlerimizi de nöbetleşe kontrol ediyoruz ve bazı evlerin ışıklarını açık bırakıyoruz ki, biri var diye düşünüp girmesinler.

O hırsızlar sadece evlerine girmiyor aslında, çadırları da boşaltmak için fırsat kolluyorlar.

Çadır kentin girişinde bizi karşılayan iki polis dışında, hiçbir güvvenlik görevlisi yok. Çadırların etrafında yada içinde güvenlik ne yazık ki yok.

Varolan elektrikli sobalar tek hedef, gündüz vakti bile çalındığı oluyormuş ve ikinci bir soba hakkları yok. Yani çaldırırlarsa soğuğa mahkumlar.

En büyük dertleri bu, en önemsiz sorunları ise, yemek. Soruyoruz biz geldiğimizde dağıtılıyordu aldınız mı diye, aldık mecbur alacaz iki gündür gelen ilk yemek diyorlar.

İnanmak istemedik ama çokda içtenler,,,

Bir önceki gün yemek gelmiş ama yetmemiş, kentin bir kısmına dağıtamadan gitmişler.Çadır Kentin sabit nüfusunu hala tespit edememişler.

Gelen yardımlar hemen yanı başlarındaki stadyumda depolanıyor ve oradan dağıtılıyor. Aldınız mı? diyoruz, hayır diyorlar. Eee o kadarda değil dımı ama.

İddialar çok ciddi. Dediklerine göre yardımlar orada toplanıyor ama gece geç saatlerde gelen sivil araçlara yükleniyor ve belirsiz bir adrese doğru yola çıkıyor. Bunu tespit etmek o an pek mümkün değil, işimizde değildir belki. Ama üstlerine başlarına bakıyoruz, Ya kimse mont ve bot gibi şeyler göndermemiş yada, henüz onlar buraya ulaşmamış diyebiliyoruz ancak iyi niyetimizle.

Çadırların tamamında elektrikli soba ve bataniye var, çadırlarda kalan nüfus sayısından şikayetçi değiller ancak elektrikler gittiğinde çadırlar çabuk soğuyor ki elektirk kesintisine de şahit olduk ama kısa süreli oldu, rahatladık.

Bu çadır kentin son sorunu ve belki de en büyük sorunlarından bir tanesi, yetkililerin burayı boşaltmak istemesi. Yetkilileri dinleyemedik ama Kızılay görevlileri tüm çadırların tek merkezde toplanacağını söyledi. Çadırkentliler evlerine yakın yerlerde olmak istiyorlar, evlerinin güvenliğini sağlamak ve hasar tespiti için gelecekleri görebilmek için.

Hasar Tespiti demişken, başlamış o da ama resmi mi, gayri resmi mi anlayamadık.

Bir apartmanın ilk iki katına oturulamaz 3’ncü katına oturulur demişler, ama sadece demişler tutanak yok, rapor yok. Üstelik o üçüncü katta oturan adamı çadırdan çıkarmaya da çalışmışlar, zira bölgede çadıra ihtiyaç var…

Bu çadırkentte tıpkı hasar tespiti gibi hem var hem yok…

Bir gazeteci arkadaşa bunlardan bahesttim, ‘O çadırken boşaltıldı biliyorum’ dedi, giderken başka bir kanalın aracını gördüm orası da neresi dedi, durum içler acısı. O kentte en az 150 çadır vardı ve hepsinde de insanlar kalıyordu, evleri yıkılan, yakınlarını kaybeden, çocukları ile soğukta sığınılacak yer arayan insanlar….

ERCİŞ…..

Cuma Namazı, cenaze namazına karışmış,,,,

Acılar,,,dramlar,,sıkıntılar ve öncelikler sıra yarışında,,,

İşte burada, insanların yüzüne bakmak cidden cesaret ister,,,

Omuzlar çökmüş,,,ayaklar ağır,,,Kafalar önde,,,karşıya, ileriye bakan yok…

Enkazlar ilk günden farklı,,,inşaat yığını gibi…belkide namaz bekleyen mezarlık gibi…

Aylarca bombardımana tutulmuş bir savaş bölgesi gibi,,,dumanlar tütüyor,moloz yığınlarından…

En büyük resmi almaya çalışıyoruz mesleki hastalığımızla ama olmuyor bir şeyler hep yarım kalıyor.

Yıkılan binayı çeksen yanı başında, yıkılmak için ufak bir hareket bekleyen bina eksik kalıyor,,,onuda eklesen bir sonraki,,,onuda eklesen bir sonraki. Ne sağlam burda? hiçbir şey, ne sağlamı var buranın nede tamı, her şey,,, herkes eksik…

Acının dili yok burda,,,kadının hiç yok…

Songül Fırtına 35 yaşında, 4 çocuğu var.

Zayıf bedeni çökmüş, yokla var arasındaki o bedende göze çarpan tek şey, karnında hayata tutunmaya çalışan 8 aylık bebek…

Konuşmak istiyoruz, gözleri yere bakıyor,,,ağzı tülbentle kapalı, dert yanmak ayıptır burda ama buda değil Songül’ü susturan,,,belki 1 ay sonra hayata merhaba diyecek olan bebeğin babası kilitlemiş ağzını, dilini.

Rıfat Fırtına, köyün kahvesinde yakalanmış depreme, çıkamamış, ses verememiş kimseye.

Cansız bedeni toprağa verileli iki gün olmuş. 1’i yolda 5 çocuk babasız, Songül dermansız kalmış.

Çadır gelmiş yaşadığı drama karşılık. 4 çocuk terlikle, enkaz altında değil ayakkabıları, olmamış hiç. Küçükler daha,,, alacaktı belki babaları, yaşayabilse bir de iş bulabilseydi.

Onlarında kaydı yok henüz, Ölüm listesinde var ama yardım listesinde yok…

ama sesiz seslerini duyan gönüllü bir ekip gelmiş bizden kısa bir süre önce,,,kıyafet ve gıda yardımının ulaşması için tercüman olacaklar aileye (vodafen’ın çalışmak için gelen ekibi) bide sigortaları yok,,,doğum yakın,,,erken doğum gelmezse şayet 1 ay sonra devlet hastanesinde yapacak doğumu ama unutulmamalı ki yardım isteyemeyen aileye hastanenin kapıları açılabilsin.

Kürtçe soruyorum,,,Çocuklarını okutacak mısın?

Yere bakan gözler gözümün içinde,,,boynuma atılan iki cansız kol,,,Gerek var mı gerisine…

Acının da dili yok, kadının da…

SAHİ KAÇ KÖY VARDI ERCİŞ’TE….

Erenik Köyü,,, Bulmak zor,,,yol boyunca depremden önce varolan ama şimdi olmayan köylerden geçiyoruz. Haritalar da değişmiş, pusulalar da, tabelalar zaten yokmuş, yol bulmak için köylülerden yardım istenirmiş,,, köylüler nerde…

Ermeni’cesi ‘İRİNİ’….Çadırlar kurulmuş,,,ilk prefabrikler burda çıktı karşımıza,,,hiç ev kalmadığındandır belki…

Evler kerpiç,,,yıllarca ayakta kalmış,,, deprem öncesine kadar…

Sayısız cenaze namazı kılınmış bu köyde,,,Mezarlık çok, hiç olmadığı kadarda yüklü,,,

Enkazlar olduğu gibi duruyor, çocuklar hayatlarını değiştiren o gerçekle başbaşa…

Çadırda kalıyor,eski den ev olan yığınların önünde oyun oynuyorlar.

Gündüz terapi var, yine gönüllüler çocuklarla ilgileniyorlar ama ne fayda gerçek bir adım ötelerinde hep,,,her baktıklarında anıları tazeleniyordur belki kimbilir,,,belkide o anın detaylarını yeni yeni hatırlıyorlardır…

Servet Çoktar,,,32 yaşında, karısı, çocukları,kardeşleri annesi,,,toplam 11 nüfusa bakıyor-du,

Enkaz altında kalan hayvanları telef olmadan önce.

5-6 aylık Enes’e baktıkça şükrediyor hayata. Enes enkaz altında kalmış,,,köy bu,,,uzak,,,yardım gelmesi zor,,,zaman alır. Oysa Enes daha küçük,,,ev topraktan, nefes alamaz,,,bekleyemez,,,çıkarılmalı biran önce. Teyze biliyor yerini,,,elleri ile kazıyor toprağı Enes’le yeniden tutunuyorlar hayata.

Şükür diyor Servet, yemekte geliyor, yardımda. İşim olsa yeter…

Amik Köyü,,,

Girişte asker karşılıyor bizi sorgu sual yok. Tipimize bakıyorlar, zararsız olduğumuz belli oluyor galiba.

Az ilerde asker yardım dağıtıyor ama kimseden ses yok,,,sessizce koliler açılıyor,,,asker de yardım ediyor. Yağma yok,,,niye yağmalasınlar ki, onlar için gelmiş zaten, ee asker de almış güvenliği, silahlı çeteler giremiyor köye.

Abddurahman ile sohbet ediyoruz,,,,evleri yıkılmış,,,kalabalık bir aileler,,,çok kalabalık.

Şükür iyiyiz diyor ‘ama cenazemiz çok. Hep akrabayız bu köyde kayıp hepimizin kaybı.’

İnşaat işçisi,,,nasıl çalışılır,,,çalışmak lazım biran önce,,,hayatta kalanlara ekmek lazım,,,Öğrencim var okumalı.

Bir bilsem ne zaman döner hayat normale bir bilsem…

Güveçli Köyü,,,,

Taş taş üstünde kalmamış deyimi tam buraya göre,,,,

Karanlık,,,,Elektrik yok,,,,Soğuk,,,çok soğuk,,,,

10-15 çocuk geliyor karşıdan,,,,ellerinde poşetler,,,,

Sohbet edelim diyoruz ama hava keskin,,,,ayaklarımızı hiseddemiyoruz artık,,,Çadır nasıldır acaba şimdi,,,yarın nasıl olacak hava…

Gülüyor çocuklar,,,soğuk havaya inat sıcak kanlılar…

Sohbet ediyoruz ayak üstü az biraz.

Yardım gelmiş mi acaba?

Ellerinizdeki ne diyoruz? Yemek diyorlar,,,biri açıyor poşeti,,,ekmek,,,,bol bol ekmek.

Kıyafet geldi mi diyoruz? Heeeeee walla diyor biri. İyi buna da şükür dedirtiyor hayat.

Soğuktu Van çok soğuk,,,bugünde bayram…..