1 Kasım seçimlerinde rest çekip gitmişti, bir ay sonra geri döndü!

1 Kasım seçim sonuçlarından sonra sosyal medya hesabından "Bu ülkeden çekip gidiyorum" diye yazıp yurtdışına giden şair Yılmaz Odabaşı, geri döndü.

Ankara’da bombaların patladığı, Hacı Birlik’in sürüklenme fotoğrafına, daha pek çok irkiltici barbarlığa sarsılarak tanıklık ettiğim günlerde bütün bu hukuksuzlukların, kötülüklerin yanıtsız, cezasız kalmaması gerektiğini düşünürken, Twitter hesabıma: “AKP, tek başına iktidar olursa Türkiye’yi terk ederim!” diye yazmıştım.

Seçim sonuçları açıklandığında yüzlerce Aktrol, Twitter’da adeta memleket meselesi sayıp, bana yüzlerce küfür ve hakaret yağdırarak “Haydi, Türkiye’yi terk et! diye yazarken İsviçre’deydim. Bu ağır küfürlere, ithamlara o saatler çok öfkelenip, “o halde terk ediyorum!” dedim. Yurtdışında kaldığım evrede başta dostlarım Tahir Elçi’nin planlı bir suikastla katledilmesi ve Can Dündar’ın tutuklanması beni derinden yaraladı. Kürt illerinde kuşatmalar ve göç, dahası AKP hükümetinin savaş konsepti vd. yaptırımları ile Türkiye’de oluşan darbe koşulları, ülkemin demokrat insanlarında ağır bir moral çöküntüye neden olmuştu. Bu koşullarda Türkiye’ye uzak olmamın benim için büyük bir boğuntu ve ağır vicdani bir yüke dönüştüğünü gördüm.

Bizim dilimizin Türkiye’de istikrarı bozduğuna inananlara karşı gitmekle, bir anlamda “Ben giderim, siz de huzur bulun!” demek istemiştim. Fakat yüzde elli oy alarak hükümet olmalarına rağmen, yine de hiç mi hiç huzurlu olamadıklarını, hatta huzuru ve istikrarı asla aramadıklarını gördüm. Bir yandan Kürtlere iç savaş ilan ederken, bir yandan Rusya ile savaşa girmeye, bir yandan İsrail’le uzlaşıp Rusya’ya karşı bir güç olmaya, öte yandan Irak’ta askerlerimizi çekmeyiz diyerek sınır ihlalinden bir savaş çıkarmaya çabalayan AKP hükümetinin, aslında biz olmasak da huzuru, istikrarı asla istemediğini bir kez daha anladım.

“DEĞMEZMİŞ”
Kahramanmaraş, Sivas, Çorum katliamlarında, Roboski’de insanlar katledilirken veya Suruç’ta, Ankara’da bombalar patlarken hendekler yoktu. Bu kez hendekler gerekçesiyle Kürt illerinde bir savaş ilan ettiler. İç barışı bozarak Türkiye’nin huzurunu topyekûn kaçırmaya ahdeden bu huzursuz zihniyetin, benim huzurumu da boşuna bozduğunu, bu huzursuz mantalite için huzursuz olmama da asla değmediklerini düşündüm.

Tehditler...

Türkiye’de antidemokratik yaptırımları izlemekten soluğumun kesildiğini hissederek sadece biraz nefes almaya çıkmıştım. Fakat AKP, bana yurtdışında da huzur vermedi. Özellikle Twiter’dan “Bu devlet seni yurtdışında da bulup beynine bir kurşun sıkmadan bu defter kapanmaz” veya “Paris’te seni bulup kurşun ikram edecek özel harekât kuvvetlerimiz!” gibi yorumları sıkça okuyordum. Baktım ki vurmaya ahdetmişler, hem onca uzağa gelmelerine gönlüm razı olmadı, hem de vurulursam çok uzaklara gömülmek istemedim doğrusu.

Gittiğim için binlerce küfür yazanlar, şimdi de döndüğüm, ölsem öldüğüm için de küfredebilirler. Sussam sustuğum, yazsam yazdığım ya da hapse girdiğimde girdiğim için de onlar sadece küfredebilirler. Bu onların ahlak ve düzey çıtasıyla ilgilidir. Onlar kendilerini küfürle ifade etmeyi bir yaşama kültürü haline getirmişlerdir ve kullandıkları dil kendilerini bağlar... Gittim. Avrupa’nın soğuk çehresini sevmedim; dostlarımı, yakınlarımı özledim, döndüm. Yukarıda vurguladığım gibi bu kendi hayatımla ilgili tasarrufumdur. Benim özel hayatım, gündelik hayat içinde şiddete, nefret suçuna ya da yüz kızartıcı bir fiile dönüşmeyen öfkelerim, tepkilerim, restlerim, alınganlıklarım, yürüyüşlerim, gidişlerim ya da dönüşlerim –aslında- kimseyi ilgilendirmez. Bu toplum, öteden beri şairine, yazarına, gazetecisine hep yüz kızartıcı bir suç işlemiş gibi davranmayı tercih ederken, cellatlarına ve yalancı siyasetçilerine âşıktır. Bu toplum zaten öteden beri yazı ve düşünce insanlarını her zaman kovalamış, çoğu zaman onları hapishanelerde unutmuştur. Bu toplum, çoğu zaman kendi çocuklarının katillerini bile alkışlayan vicdandan yoksun hasarlı duyarsızlığıyla yazı ve düşünce adamlarına her zaman sevgisiz ve öfkeli davranmıştır.

Kuşkusuz bana da geçmişte kızmışlardır, bugün de kızmaktadırlar, bu yarın da böyle olacaktır. Bunun böyle olduğu gerçeğiyle yüzleşmiş biriyim. Görüyorum ki aynı küfürleri Türkiye’nin yüz akı dostlarım Orhan Pamuk, Can Dündar, Ahmet Altan, Pelin Batu gibi tümünü kendimden daha kıymetli saydığım pek çok yazara da sarf etmekten imtina etmiyorlar; varsın bana de etmesinler!

“Türkiye benim ülkem”

Bu küfür toplumu, bu maharetini özgürce kullanmaya devam ederek bütün bu hukuksuzluk ve yolsuzluklarla barışık yaşamayı tercih etme aymazlığını elbette sürdürebilir. Fakat ben, dönmüş olsam da, bu realiteyle ve bu sistemle asla barışıp uzlaşmayacak, muhalefetimi ve yazarlık uğraşımı ülkemin insanlarıyla aynı hizada tutup müdahil olmayı, kalmayı hayatımın sonuna kadar sürdüreceğim. Türkiye, her şeye rağmen benim ülkemdir!
Ben, bir şairim. Duyarlığım ataktır, ayaktadır. Yakarım geceleri, rest çekerim, giderim, özlerim, dönerim. Sırf bu nedenle kimilerinin bana görevini kötüye kullanmış memur gibi davranması anlamsız. Bu, kendi hayatımla ilgili tasarrufumdur. Bunun hesabını da her iki kişiden birinin bunca talana, yolsuzluğa, hukuksuzluğa onay verdiği AKP toplumuna açıklamak zorunda bile- değilim. Sadece dostlarıma ve okurlarıma açıklama yapmakla yükümlüyüm; zaten bu açıklamayı da onlar için yapıyorum.

ASIL İHTİYAÇ ERDEM
Ben, 35 yıl soluksuz üretirken ve bedellerle sınanırken, başlarını kumdan çıkarmamış adamlar gitmem üzerinden hayli ahkâm kestiler. Ne çok insan kalmakla ve bana küfretmekle mücadele ettiğini sanmanın altını çizme imkânı buldu. Ben ise hayranlıkla izledim o ucuzluğu ve bir kez daha anladım ki, kendimizi sağcı-solcu-liberal-muhafazakâraydın vb. nitelemelerle tanımlamadan önce aslında bir yaşam görgüsüne ve erdemli olmaya çok ihtiyacımız var...
Twitter’da 1 Kasım’da gittiğimi yazmamı basının, sosyal medyanın ve Aktrollerin gereğinden fazla abarttıklarını düşünüyorum. Oysa bu ülkenin benim bir yerlere gitmemden ya da dönmemden daha ciddi yüzlerce sorunu var.

HERKES GELİR GİDER...
Üstelik herkes gelir gider umutla umutsuzluk, düşle yaşam, rüyayla gerçek arasında. Herkes gelir gider bazen kendiyle kendi, bazen kendiyle başkası arasında. Herkes gelir gider kederle sevinç, korkaklıkla kahramanlık, arzuyla utanç arasında. Herkes gelir gider susmakla konuşmak, gitmekle gelmek, yalnızlıkla kalabalık, güvenle güvensizlik arasında. Herkes gelir gider restleriyle gitmek, hasretiyle dönmek arasında...

Hoş geldim(!) Bilginize sunarım...