Aldatma, tecavüz, ensest, cinayet... Gündüz kuşakları toplumsal depresyonu körüklüyor mu?

Haber bültenlerinin toplum psikolojisine olumsuz yansıması vardır elbette. Ama bu konuda asıl katkıyı gündüz kuşağı programlarının yaptığını düşünenlerdenim. Hatta programlarda yaşananlara bakacak olursak, adeta “depresyon körükleyicisi” olarak işlev gördükleri bile söylenebilir.

İnternette karşıma çıkan haberde bir doktor, “Hastalarıma TV’de haber izlemeyi yasakladım” diyordu. Özellikle hassas bünyeye sahip ve psikolojik olarak zayıf durumdaki hastaları için böyle bir tavsiyede bulunduğunu söylüyordu.  

Haber bültenlerinin toplum psikolojisine olumsuz yansıması vardır elbette. Ama bu konuda asıl katkıyı gündüz kuşağı programlarının yaptığını düşünenlerdenim. Hatta programlarda yaşananlara bakacak olursak, adeta “depresyon körükleyicisi” olarak işlev gördükleri bile söylenebilir.

Peki, neler yaşanıyor gündüz kuşaklarında?

Aldatma, tecavüz, kaçırma, cinayet, ensest, hırsızlık, aile kavgaları ve aile içi şiddet başta olmak üzere ne ararsan var… Önceleri birkaç kişiyi ilgilendiren olaylar, bu programlar sayesinde tüm izleyicilerin dertlenmesi gereken konular haline getiriliyor. Yeri geliyor tecavüze uğrayan bir kadına, yeri geliyor cinayete kurban giden bir başkasına üzülüyorsunuz.

Elbette üzülmeli ve dertlenmeliyiz… Çünkü bu tür konular toplumumuzun öncelikli olarak çözülmesi gereken sorunları arasında. Lakin bunları çözmek, bu suçları medya aracılığıyla toplumun yüzüne vurmakla olmayacaktır. Hele ki derdi reyting olan programlarla asla… Şüphesiz bu sorunların çözümü, toplumu oluşturan bireylerin eğitiminde yatmaktadır.

Gündüz kuşağı programlarında sunucuların tavrı oldukça dikkat çekici… Bazı tavırları bazen “kaşıma” ve “yangına körükle gitme” çağrışımları yapıyor.

Bazen öyle kendilerini kaptırıyorlar ki, onları izleyenler, yaşanan o olayın ‘tüm ülkenin en önemli sorunu olduğu’ hissine bile kapılabiliyor. Amaçları muhtemelen izleyicilerin sinir uçlarına dokunarak, toplumsal sahiplenme güdüsünü harekete geçirmek…

Bu programlarda birçok yanlış şeyler de oluyor elbette… Sunucular zaman zaman savcı, avukat ve hakimlerden rol çalmaya kalkışabiliyor. Durum böyle olunca, güya aydınlatmaya çalıştıkları sorunlar, reyting uğruna üzerinde eze eze tepindikleri olaylara dönüşüyor. Üstelik bazı olaylarda yargı süreci hala devam ederken…

Onlar aydınlatmaya çalıştıkça birileri ağlıyor, onlar aydınlatmaya çalıştıkça küfürler ve hakaretler havada uçuşuyor.

Dakikalar geçtikçe stüdyodaki sorunlar sarmalı hepimizin evine sızıyor.

Stüdyoya davet edilen doktor, psikolog ve avukat gibi konuklara gelecek olursak…

Onlar bazen durumu kurtarmak için imdada yetişen birer dolgu malzemelerine dönüşüyor. Bazen de yükselen harareti düşürmek için soğutucuya… Bu tür programlar onlar sayesinde adli vakaların konu edildiği reality Show programları olmaktan çıkarak, içine bilimsellik ve yasallık sosu eklenen gündüz kuşağı formatına dönüşüyor. Herkesin kendi haklılığını ispata çalıştığı, sunucunun da reyting devşirme derdine düştüğü bir programda, deyim yerindeyse bir horoz dövüşü sahneleniyor.

Sesler seslere karışıyor, sesçi küfürleri bip’lemeye yetişemiyor, polis kapıda bekliyor, yapımcı rejide avuç ovuşturuyor… Neden mi avuç ovuşturuyor?

Ne kadar çok ağlarlarsa, ne kadar çok kavga ederlerse, ortalık ne kadar toz duman olursa ertesi gün gelecek reyting raporuna yansıyacak da ondan…

Şimdi de konuya başka bir açıdan bakalım…

Günün sonunda sunucuların birer halk kahramanına dönüştürüldüğünü de görüyoruz. Ne kadar çok olay aydınlatılırsa, ne kadar çok mutlu sonla biten kavuşma yaşanırsa, ne kadar çok adalete teslim edilen suçlu olursa sunucular da o kadar kahramanlaşıyor. Onlar kahramanlaşırken, adaletin asıl tecelli etmesi gereken yerlere, yani adliyelere giden sayısı da buna paralel olarak düşüyor. Televizyon stüdyoları; kayıpların, cinayet faillerinin, tecavüz suçlularının arandığı yerler haline geliyor. Adalet kavramı sorgu odasına dönüşen stüdyolarda böylelikle yeni bir boyut kazanıyor.

Adalet aramanın bu medyatik hali, bir yandan ekranlardan evlerimize uzanırken, diğer yandan bireysel sorunlar giderek toplumsallaşıyor. Yeterince sorunu bulunan toplum, böylelikle kendi dertlerinin üstüne başkalarının dertlerini de ekliyor. Bireylerin sorunlarını çözme amacıyla yola çıkan programlar, pandemik bir yayılım göstererek toplumsal depresyonu tetikliyor. Depresyonun yer yer şiddete dönüşmesiyle de içinden çıkılmaz bir kısır döngü oluşuyor.

Neticede, gündüz kuşağında konu edilen şiddet, evrimleşerek akşamları ana haber bültenlerinde adli vaka olarak karşımıza çıkıyor.