“Aktif siyaseti bırakma” manevrası!.. Selahattin Demirtaş neyin peşinde?..

Medyaradar siyaset analisti Atilla Akar, Selahattin Demirtaş’ın “Aktif siyaseti bırakma” çıkışını değerlendirdi…

Efendim: şu sıralar HDP cenahında garip bir şeyler oluyor galiba. Dahası zaten olmuşta biz yeni haberdar oluyoruz. (Doğrusu bu cenahı çok iyi tanıdığım veya takip ettiğim söylenemez. O yüzden kesin veya fazla iddialı konuşamam. Ancak bazı kanaatlere ya da sorulara sahibim. Gene de yanılabilirim.) Seçim sonuçları “katalizör” görevi görmüş belli ki. Hapisteki Demirtaş birdenbire “aktif siyaseti bıraktığını” açıklayacaktı. İyi ama şimdi böylesi bir tavra niye ihtiyaç duyulmuş olmalıydı ki?

Siyasetin “aktif”ini bıraktıysa “pasif”ini nasıl sürdürecekti ? Doğrusu tanımın bu kısmı biraz “havada” kalıyor, biraz daha açılmaya ve içi doldurulmaya muhtaç görünüyor. Yoksa çok “fantastik” bir beyan gibi duracak sanki…

Açıklama bizzat siyasetin ta kendisi zaten!...

Şunu biliyoruz ki; bu düzeyde siyasete bulaşmış hiç kimse –kendi istese bile- siyasetin ne aktifinden ne pasifinden öyle biranda muaf olamaz. O halde bu açıklamanın kendisi bizzat bir “siyaset”in ta kendisi zaten. (Ya da yeni bir siyasetin yoluna taş döşeme gibi!) Yani ortada “ben size küstüm, oynamıyorum…” dan öte bir yan olmalı. Peki ama öyleyse neden böyle olmuş olabilir?..

Şüphesiz başka “teoriler”de (Varsayımlar) geliştirilebilir veya yanlışlanabilir ama şu aşamada benim aklıma muhtemel senaryo olarak şunlar geliyor:

1)    Kandil Demirtaş’tan, Demirtaş’ta Kandil’den rahatsızdır. Kandil Demirtaş’ın zaman zaman kendilerinden bağımsız, sürtüşen politikalar gütmesinden, söz dinlememesinden rahatsız olabilir. Bir “uyumsuzluk” vardır. Kandil ipleri elden bırakmaya hiçbir zaman niyetli görünmemektedir.

2)    Demirtaş’ta Kandil’in sürekli kendilerine politika dayatmasından, bir tür “vesayet” gütmesinden, kendilerine bağımsız ve sivil politika alanı çizmelerine engel olmalarından, sürekli karışma eğiliminde bulunmalarından rahatsızdır. Dolayısıyla içine düştüğü durumdan bir yerde onları sorumlu tutmaktadır.

3)    Hatta Kandil’in kendisini etkisizleştirmeye, tasfiye etmeye, kenarda bırakmaya, dışlamaya çalıştığını düşünüyor olabilir.

4)    Aynı paralelde bunun İmralı-Öcalan versiyonu da mevcuttur.

5)    Yahut bütün bunlar bir “oyun” olup, bir tür “danışıklı dövüş” olarak Demirtaş’ın parlatılmasına, “sivil siyasetçi”, “şahinlere karşı güvercin” , “Kürt siyasetinin barış yanlısı lideri” vb şeklinde imajının parlatılıp, içeriden çıkartılması hedeflenmektedir.

6)    Söz konusu cenahta “yeni bir siyasi oluşum”un altyapısı hazırlanmaktadır. Demirtaş dikkatleri yeniden üzerine çekip, nabız yoklamakta ve biraz “naza çekme” ile karışık ilgi beklemektedir.

O zaman bu gerçek bir “aktif siyaseti bırakma” değil, olsa olsa yeni bir zemin yoklama,  mevzi oluşturma ve “manevra alanı açma” olarak tanımlanabilir. Bu CHP’deki gibi “İçsel” bir değişiklik çağrısına mı yol açar yahut “dışarı” mı taşar şimdilik bilinmez. Çünkü HDP dinamikleri farklı bir parti görünümü veriyor.  

“Yok sayılma”ya İsyan mı?..

Öyle veya böyle ortada sanki giderek derinleşen bir zıtlaşma görülmektedir. Bunun “yok sayılma”ya, “içerde unutulmaya” karşı bir tür tepki mi oluştuğu, bir kırgınlık sonucu bir “isyanın işaret fişeği” mi olduğu tartışılır. Şu an sadece alınan son seçim sonuçlarına ve kurulan gizli-açık ittifaklara kızgınlıklara bağlansa da huzursuzluğun bu kadar basit olamayacağı varsayılabilir.

Henüz adı konmamış, üzeri örtülen bir “kavga” var sanki. Nitekim Kürt siyasetinin önde gelen isimlerinden Ahmet Türk'te "Selahattin Bey başarılı bir politikacıydı. Genç ve dinamik bir arkadaşımız. Böyle bir karar beklemiyordum" diyerek bu saflaşmada tutumunu belli edecekti.

“Yankılanan ses” nereye?..

Burada esasında PKK’nın “Kürt siyaseti” ve dolayısıyla HDP üzerindeki tam saha pres çabasına karşı bir “duruş” var gibi görünse de yanıltıcı olabilir. İlk bakışta Demirtaş ve arkadaşlarının “bağımsızlaşma”, ayrı rota çizme, sivilleşme, vb çabası gibi görünse de henüz tam netleşmeyen farklı etkenlerde araya girebilir. Sadece HDP içindeki kimi kişi veya ekiplerle de sınırlı kalabilir.

Eğer kavga bir “Mizansen” değil de gerçekse bu tartışmanın yakında daha da alevlenmesi beklenebilir. Buradan bir “çatlama” hatta yeni bir parti oluşumu çıkar mı tartışılır. (Birileri buna kızıp, sonunda “mızıkçılık yapma” deyip kulağını çekerler mi acaba?) Bunu söylemek için “erken” gözüküyor. Ayrıca Demirtaş röportajında “Vazgeçmemiz gereken de HDP değil eksiklerimiz, yanlışlarımızdır.” diyerek tutumunu zaten belirtiyor.

Dolayısıyla olay şu aşamada daha ziyade HDP üzerine bir “hesap” veya “çağrı” gibi duruyor. (Tabii “kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit” boyutu da var!) Nitekim kendisi “HDP Genel merkezine yazdığım mektuplarla, gönderdiğim mesajlarla ve makalelerimle bu gerçeği anlatmaya çalışıyorum fakat her seferinde, sesim yankılanıp bana geri dönüyor.” sitemiyle buraya gönderme yapıyor.

Yanı sıra HDP Genel Merkezi’ne kendisinin “Cumhurbaşkanı adayı olmaya hazır olduğunu” ancak “bu önerisinin herhangi bir gerekçe sunulmadan reddedildiğini” belirterek kişisel bir “kırgınlık” duyduğunu da hissettiriyor.

Ötesini bilemem. Diğer yandan seçim sonrası ortaya çıkan yeni konjonktür bütün parti ve liderleri şu veya bu yönde etkilemiş görünürken, HDP cenahını da etkilememesi düşünülemezdi. Bunun ne kadar derin bir tartışma olup olmayacağını ise süreç gösterecek. Şu an su yüzünde bunlar var. Altından ne çıkar bilinmez!..

Şimdilik izlemeye, sormaya ve anlamaya çalışmaya devam…

02. 06. 2023