Röportaj
06 Tem 2016 12:05 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 21:22

Akif Beki ile 4 yıl önce evlenen Zara: Benim için çok sınavdan geçti

Ünlü türkücü Zara, Hürriyet yazarı Akif Beki ile nasıl tanıştıklarını, kızı Dila'yı ve halk müziğini anlattı.

Ünlü türkücü Zara, Hürriyet yazarı Akif Beki ile nasıl tanıştığını, "Çok sınavdan geçti. Israrlı bir kahve içme isteğini her seferinde reddettim. İşimde ivme kazanmışım. Hayat yolunda gidiyor enerjimi başka yere harcama hissim yok. Konserime gelin dedim, o da onu denkleştiremedi. 34 yıldır göremediğim o insanla her saniye bir yerde karşılaşmaya başladım. Akifciğim dedim gel bir konuşalım, hayat bizi sürekli bir araya getiriyor, ben reddetmeme rağmen. Konuşma o konuşma, sonra Dila" sözleriyle anlattı.

Daha önce evliliğe inanmadığını söyleyen Zara "İnan şans, ben bu açıdan çok şanslıyım. İnanmıyordum evliliğe. Benim kadar iyi bir insan olabileceğine inanmıyordum. Sonsuz verici, her şeyin altında bir kulp bulmaya çalışmayan bir insan olacağına inanmıyordum" ifadesini kullandı.

Habertürk'ten Balçiçek İlter'e konuşan Zara'nın açıklamaları şöyle:

-Kaç yaşında oldu Dila?

3.5 yaşında oldu Balçiçek, inanabiliyor musun? Diyorum ki isteyen herkese versin ama bakabilecek insanlara versin lütfen... Hani buldumcuk gibi kıymet vermeyeceklere değil de gerçekten de isteyenlere versin çocuk. Çünkü gerçekten müthiş meşakkatli bir iş. Müthiş bir sorumluluk ve son derece çıkarsız nedensiz bir ilişki...

-Dila hayatını nasıl değiştirdi? Farklı bir Zara mı var artık?

Hem de nasıl. Daha önceleri daha bencil, kendisi için yaşayan biriydim. Bütün dünya benim etrafımda dönüyordu bana göre... Hani ‘Önce can sonra canan’ deriz ya, önce ‘canan’ demeyi öğrendim. Fark ettim ki bu dünyaya gelişimiz kendimizi bilmek için, bir yere doğru gidiyoruz menzilimiz kendini tanıyan, kendini bilen biri olmak, bilge olmak...

-İşin hakikatini öğrenmek?

Çok doğru. Bu yöne doğru giderken çok büyük bir durak annelik. Her gün yeni bir şey öğreniyorum ondan. Kendi çocukluğum hakkında bile bir fikrim oldu.

-O zaman biraz başa dönelim. Adıyamanlı aile ama İstanbul’a gelmiş?

Evet. Anneannemin rahatsızlığı yüzünden gelmişiz, çok kalabalık bir aile benimki. 7 çocuk düşünsene. Yer bulamadıkları için eski bir köşke yerleşmişler, komşular madamlar... Müthiş bir kültürün içinde büyüdüm ben, hem saraylı hem Anadolulu denen şekil... İkisi de başımın tacı. Nasıl bir zenginliktir anlatamam sana.

-Anne mi rol model?

Evet. Anneme âşıktım. Hâlâ da öyle. Babamla annemin özel ilişkileri yüzünden babamla sağlıklı ilişki kuramadım. Hayatımda bir vardı bir yoktu. Onlar hâlâ beraberler, ayrılmayı seçmediler ve yıllar sonra birbirlerini tanımayı seçtiler. Ben babamı bir gördüm bir görmedim. Anne otoriter, kuralcı ama sonsuz sevgi veren bir kadın... 7 yıl boyunca her gün kardeş istiyorum diye ağladım. Annem de babamla durum fena, emin olamıyor. Ama sonunda bir kız bir de erkek kardeşim oldu.

-Kızdın mı babana?

Hiç kızmadım inanır mısın? Babam dünyanın en iyi insanı, saflığı espritüelliği... Bu sebeple kızamadım özünde güzel. Annem, babamıza karşı hiç doldurmadı. Amcalarımız, halalarımız hep bizimleydi. Evlilik başka, anne-babalık başka...

-Aşk evliliği şans değil mi?

İnan şans, ben bu açıdan çok şanslıyım. İnanmıyordum evliliğe. Benim kadar iyi bir insan olabileceğine inanmıyordum. Sonsuz verici, her şeyin altında bir kulp bulmaya çalışmayan bir insan olacağına inanmıyordum.

-Akif (Beki) nasıl ikna etti seni?

Her tür sınavdan geçti. Israrlı bir kahve içme isteğini her seferinde reddettim. İşimde ivme kazanmışım. Hayat yolunda gidiyor enerjimi başka yere harcama hissim yok. Konserime gelin dedim, o da onu denkleştiremedi. 34 yıldır göremediğim o insanla her saniye bir yerde karşılaşmaya başladım. Akifciğim dedim gel bir konuşalım, hayat bizi sürekli bir araya getiriyor, ben reddetmeme rağmen. Konuşma o konuşma, sonra Dila (gülüyor)...

-Hiçbir şey tesadüfi değil yani...

Tesadüf olduğuna inanmıyorum. Hayat yolculuğumda bana eşlik eden değerli figürlerden öğrendiğime göre tesadüf yok. Tevafuk daha uygun kelime sanki... Biz kendi cephemizden görebiliyoruz sadece ama sağı solu kuzeyi güneyi ne olacak?

-Kahveden Dila’ya geçiş, bayağı hızlı olmuş...

İyi ki de oldu... (Gülüyor)

-En çok hangi yönüne âşık oldun eşinin?

Dürüstlüğü, açık sözlülüğü ve bir dava için halka ve millete karşı duyarlı olması. Yakınlaştıkça bu kadar samimiyetle ülke için gözünden yaş akıtan biriyle karşılaştım. Ki ben de öyleyim. Andımızı okurken bile gözyaşı döken biriyim, Atatürk’e sevgi ve muhabbet beslerim. Dolayısıyla Akif’in bu yönü beni çok etkiledi. ‘Sen gerçek misin ya?’ diye sormuştum.

-İkinci çocuğu düşünüyor musunuz?

Akif de ben de fazla mükemmeliyetçiyiz. Çok zor geçti büyüme evresi, fazla dominanttım ve çok yoruldum. Konser arasında biberon takip ettiğimi bilirim. Yahu ne oluyor? (gülüyor)... Kardeşlerime bebeği görmeden eczaneden maske taktırdım. Ne çektiler benden sorma... Görmemişin çocuğu 36 yaşında olunca (kahkahalar)... Kendi paranoyaklığımdan kendim çok yoruldum, ikinciye cesaret edemiyorum.

"Neşe Karaböcek taklidiyle büyüdüm"

-Müzik ne zaman girdi hayatına?


Ay her zaman var, annem sanatçıların hayatı, magazin öylesine ilgili ki... Neşe Karaböcek hayranı. O yüzden ismimi Neşe koymuş zaten. Gitmediğimiz konser kalmadı. Ferdi Tayfur hayranıydım ben. Neşe Karaböcek taklitleri. Perdeler iner, kıyafet olur, şarkılar söylenir. Kına gecesi olur. Aaaah diyerek kendimi ortaya atıp şarkılar söylemem falan. Nasıl bir özgüven şaşırırsın. Dila da benim gibi, sosyal.

-Doğru ya senin ismin Neşe aslında, niye Zara oldu sonra?

Koray Kasap stil danışmanlığımı yaparken global bir isim olsun diye önerdi. Ben kıyameti kopardım. Ama ikna ettiler. O günden sonra Neşe Zara oldum. Annem bile Zara diyor artık.

-Annenin hayali senin hayalin oldu yani...

Evet, 7 yaşımda dayımın kına gecesinde solist rahatsızlanınca çıkıp 4 saat şarkı söyledim. Anneme ‘Senin hayatına abilerin mal oldu, sen benimkine mal olma, beni engelleme’ dedim.

-8 yaşında albümün çıktı...

Evet. Neşecik... Çok sattı. İmza günüm vardı, afişim asılıydı. Çocuklar diyordu ki bunun adı Neşe soyadı Cik. Hahahaha. İmza gününde Madonna gibi hissediyordum. Sek sek oynamaya çağırırlardı ‘Ay yok gelemem’ falan derdim, kendimce bir strateji belirlemişim.

-Sonra konservatuvar...

Evet olağanüstü isimlerle beraber oldum. Bambaşka bir dünya... O zaman anladım zaten hiçbir şey olmadığımı. Mesleğini iyi yapabilmek için iyi insan olmak lazım. Hiç kimse yokken herkes varmış gibi davranabiliyor musun? Halk müziği dediğimiz eserlere bu lazım inan bana. Mekânda derin zamanda yaygın... Bütün eserlerin yaşanmışlığı var.

-Bu yüzden mi halk müziği?

Hayatı anlamaya çalışıyorum. Bir başkasının feryadında eğer ben kendimi bulmuyorsam insanlığımdan şüphe ederim. Dolayısıyla yaşamadığın şeyi söylersen yaparsan olmuyor. Senin benim gibi farkındalığı yüksek insanlar biliyor bunu. Allah büyük pişmanlıklar vermesin, keşke demiyorum ama bir dahaki sefere diyorum. Bir lokmayı kırk kere çiğneyerek yiyorum tabiri caizse. Karar vermem kolay olmaz. Bu nefsi bir karar mı yoksa kural mı? Nefsimi okşayan bir kararsa geri dönecek. Hayat bizi öyle törpülüyor ki... Umudumuzu kaybetmeyelim. Hayat beni yorsa da umut kaybolmadı. Tekamül, eğitim devam ediyor. Bir büyüğüm şöyle demişti: ‘Bir saat ömrüm kalsa ne isterim? Hizmet isterim.’ Ne büyük öğretiler bunlar.

-Türkü söylerken kendine rahat yer bulabildin mi bu piyasada?

Bir ülkenin yok olmasını istiyorsanız dili ve müziğiyle oynayın. Benim bir sahibim olmasını istemem için kimliğimin olması lazım. Bu eserler bizim kimliklerimiz. Sistemin dayatması başka türlü. Kültür mü unutturulmaya çalıştırılıyor biz mi sahip çıkamıyoruz. Ben de 17 yaşıma kadar başka bir kültüre özenmiş onların eserlerini ezberlemiş biriydim. Konservatuvarda gördüm halk müziğini, sanat müziğini. Televizyonda saatleri olmalı, eğitime konulmalı bence. Yerlerini bulsun diye biz halk müziği sanatçıları çok uğraşıyoruz.