Medya
21 Haz 2012 21:03 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:49

‘BUGÜN BUNU YAZAN KAFANIN BEN AMK...'

T24 yazarı Aydın Engin "Marifet bu gün de 'barış' diyebilmekte..." başlıklı dünkü yazısına gelen küfürlü tepkiye bugünkü yazısında yanıt verdi.

AYDIN ENGİN'İN DÜNKÜ YAZISINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

‘BUGÜN BUNU YAZAN KAFANIN BEN AMK...’

Dünkü Tırmık’a yönelen tepkilerden biri de yazının altındaki “Yorum yaz” kutusu yerine mail adresime yollanan bir maildi.

Anlamını çözemedim.

Aynen başlıktaki gibi yazılmış: Bugün bunu yazan kafanın ben AMK...

Ne demek şimdi bu?

AMK benim bildiğim milliyetçilik (onlar galiba “ulusalcılık” diyor) ticareti yapan bir gazetenin yavruladığı yeni spor gazetesinin adı. Bu durumda yollanan mail de “Bugün bunu yazan kafanın ben bir spor gazetesi” oluyor...

Görüyorsunuz, anlamsız, saçma sapan bir cümle!..

Ama mailinin altına imza koyamayan, mail adresi de karman çorman harflerden oluşan “yiğit”in dünkü Tırmık’tan hoşlanmadığı da anlaşılıyor.

Sanıyorum kimileriniz “Böyle bir çapsızlığa, ilkelliğe cevap vermeye değer mi” filan dediniz.

Ama ben ona cevap vermiyorum, onlara cevap veriyorum.

Çünkü onlar çok...

Yjğitlikleri sadece imzalarını, kimliklerini saklayarak “Bir spor gazetesi” demekle sınırlı değil. Mesela beşi, onu bir olup yurttaş dövüyorlar. Döverken ürkütücü ölçüde vahşileşmelerinin nedeni de dövdükleri yurttaşın Kürt olması.

Anladınız.

Dün gece yarısı üniformalarının ardına sığınıp, çok oluşlarına güvenip, bellerindeki silahtan güç alıp, “Yol verdin, vermedin” bahanesi ile çevirdikleri bir yurttaşın yardım için telefon ettiği ağabeyi ile Kürtçe konuşması üzerine milli hisleri kabarıp tek kişiye sille tokat, tekme yumruk çullanan, döve döve pestilini çıkaran yiğitlerden söz ediyorum. O kadar yiğitler ki olayın ardından “Bu Kürt bizi dövdü” diye şikayetçi olmayı da ihmal etmiyorlar. Savcının “Yuf ulan size bu kadar adam bir kişiden dayak yediniz öyle mi? Yuf sizin yiğitliğinize” filan dedi mi bilemiyorum. Dediyse bizim üniformalı, beli silahlı yiğitler ne dediler onu da bilmiyorum.

*    *    *

Yazının buraya kadarı bir yandan “Bugün bunu yazan kafanın bir spor gazetesi” diyen ödlek okurla dalga geçip, bir yandan da beşi onu bir olup Kürt döven polis memurlarını sarakaya alıp yürek serinletmek içindi...

Eh, bir miktar serinledim...

Şimdi gelelim asıl soruna.

Dayak yiyen bir yurttaş. Mavi renkli TC kimliği taşıyor. Halen askerlik yapıyor.  Genç bir yurttaş ve etnik kökeni Kürt bir yurttaş. İzinli olarak İstanbul’da gebe karıcığının yanında olmasaydı belki Dağlıca’da olacaktı. Belki mermilerle delik deşik bir kaya dibinde yatıyor olacaktı ya da tüfeğinin namlusundan çıkan mermilerle kendi gibi Kürt olan bir PKK’lıyı ölüme göndermiş olmanın yüreğinde ve bilincinde açtığı görünmez yaralarla boğuşuyor olacaktı...

Öyle olmadı. İstanbul’un göbeğinde, sudan bir nedenle onu durduran çok sayıda polis, onun telefonda Kürtçe konuştuğunu duyunca üstüne çullandılar, çok olmanın, üniformalı olmanın gücüne yaslanarak onu dövdüler, dövdüler, dövdüler... Gencecik ve gebe karısının önünde ve kadının acılı çığlıklarını duya duya dövdüler.

Şimdiiiiiii.

“Empati” gibi firaklı sözcükler kullanmayacağım. Kestirmeden söylüyorum: Kendinizi o genç ve halen asker ve Kürt yurttaşımızın yerine koyun.

Koydunuz mu?

İyi.

“Ben anadilimi konuştuğum için, benim güvenliğimi sağlamakla görevli heriflerce kıyasıya dövüldüm. Bu devlet, o memurlarını sadece görevden almakla ve gerekli tahkikat yapılmaktadır yavesi ile yetindi. Bana bu ülkede rahat da yok, hayat hakkı da yok” der miydiniz?

Ve asıl soru:

Dedikten sonra dağa çıkmayı düşünür müydünüz?

Zor soru değil mi?

Ama doğru soru...