Medya
10 Eyl 2015 11:12 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 17:52

8 Habertürk yazarından ortak çağrı!

Gazete Habertürk yazarlarından yaşanan olaylar sonrası ortak çağrı...

Ardı arkası kesilmeyen şehit haberleri Türkiye'yi yasa boğdu, dünya basınının da gündemine oturan Iğdır, Hakkari-Dağlıca, Tunceli ve Mardin'de gerçekleşen PKK saldırılarında 2 günde 31 asker ve polis şehit oldu.

Gazete Habertürk yazarlarından yaşanan olaylar sonrası köşelerinden huzur ve barış ortamının yeniden sağlanması için ortak çağrı yaptılar.

Habertürk gazetesinin birinci sayfasında "Ortak Çağrı" başlığı ile verdiği 8 köşe yazarı, Umur Talu, Fehmi Koru, Nihal Bengisu Karaca, Yavuz Semerci, Muharrem Sarıkaya, Serdar Turgut, Muhsin  Kızılkaya ve Özcan Tikrit bakın neler yazdı:


UMUR TALU
ÇOCUKLARA VAADİNİZ NEDİR EFENDİLER?.. YİNE DE BİR UMUT MU, SIRA SIRA TABUT MU?


Resmi açıklamaya göre 16 asker…
Resmi açıklamaya göre 14 polis…
Resmi açıklamaya göre “çok sayıda terörist!”
Cizre’de 5 vatandaş, hamile karısının yanındaki astsubaydan sonra kızının yanında öldürülen polis, annesinin yanında polis atışıyla ölen 13’ünde Cemile, İstanbul’da otobüs durağında Kürtçe konuşuyor diye bıçaklanan 21 yaşında, bir çocuk babası Sedat!
Yukarıdan hedef gösterilerek ikinci kez saldırıya uğrayan bir zamanlar “Devlet gazetesi” denen Hürriyet.
Meclis’teki bir siyasi partinin basılan, yakılan genel merkezi.

***

Dünkü yazı böyle başlıyordu ve “Allah aşkına, ülkenizi, insanınızı, insanlığı seviyorsanız; aklınıza, vicdanınıza, evlatlarınıza sahip çıkın!
Bu cehenneme ateş taşıyanlara değil!” diye bitiyordu.
Cumhurbaşkanı ve Başbakan görebildikleri çocuklara bir baksınlar…
Maçta bir küçük…
Cenazede bir küçük.
Bir de göremediklerine.
Cenaze alınamadığı için cansız bedeni buzdolabında tutulmuş 13 yaşındaki kız…
Annelerinin vurulduğunu gören 7 çocuk.
Peş peşe tabutlar…
Cenaze feryatlarına dahi saygısı olmadan “katliam” isteyenler bir de.

***

Bu akıl tutulması ve kan ve kin patlamasından nasıl bir Türkiye umuyorlar?
İktidarın vaadi bu muydu?
“Barışın güvencesi” HDP bunu mu kastetmişti? “Amasız mamasız ateşkes” için 6 milyon oyun sesi örgütün silahlarından daha mı güçsüz?
Anamuhalefet “analar”ı ne kadar hissediyor?
MHP’nin Türkiye’si böyle nefret ülkesi midir?
İki ay sonra seçime girecek bu partiler ne isteyecek?
Oy mu kan mı?
Hayat mı ölüm mü?
Ne vaat edecekler?
Çocuklara umut mu, sıra sıra tabut mu?

***

Sadece partiler değil; “sıradan” denilen, kimi sırasız ölümlerle kahrolurken kimi ise daha çok ölüm için haykıran vatandaşlar.
Gurur duyacağınız, çocuklara miras, bölgeye emsal, dünyaya masal, dört köşesi cennet böyle bir cehennemle mümkün mü?
“Dört tarafı kanla kaplı” bir ülke midir sevdamız?
2015’te hakikaten bir iç savaş mıydı rüyamız?
Bi durun, bi durun ya!

FEHMİ KORU
ŞERLERİN HAYRA TEBDİL OLMASI DUASIYLA...


Şu sıralarda “Bize rahat batıyor” cümlesi dilimden düşmüyor.

Eminim olup bitenlerin size hatırlattıkları da farklı değildir. Kiminizin “Kendi bacağımıza kurşun sıkmakta üstümüze yok” türü cümleler kurduğunuzu, kiminizin de yazının başlığındakine benzer dualarla güne başladığınızı işitir gibi oluyorum.

Karanlık bulutlar üzerimize çöktü. Göz gözü görmüyor. Şu sıralarda sadece ölüm konuşuyoruz. “Kaç kişi‘şehit’ oldu?” merakıyla güne uyanıyoruz; F-16 ve F-4 uçaklarının o günkü sortilerinde kaç kişiyi öldürdüklerini merakla günü kapatıyoruz.

Bir de kendiliğinden harekete geçip iki gün üst üste Doğan Medya Grubu’na reva görüldüğü üzere, beğenmediği yayınlar yapan gazetelerin ve televizyon kanallarının bulunduğu binaların cam ve çerçevelerini kıranlar var...

Akıllar kamaşmış sanki... Zihinlerimiz dumura uğramış gibi...

Kavgadan, savaştan, vurmaktan ve öldürmekten başka düşüncesi olmayan insanlara dönüşmek üzereyiz.

Oysa daha yakın zamana kadar kendimize, çevremize, dünyaya farklı gözlerle bakıyorduk. Daha da önemlisi, çevremiz ve dünya da bize farklı gözlerle bakmaya başlamıştı ve bu da hepimizi olumlu etkilemişti.

‘YARINLAR BİZİM’ DİYECEK KADAR...

Siyasiler 2023 vizyonlarını, 2071 hülyalarını paylaşırken anlattıklarına inanıyorduk; onları anlatanlara sempatiyle bakmıyorsak kendi alternatif vizyonlarımız ve hülyalarımızı kurabiliyorduk.
Daha parlak bir geleceğimiz olduğundan hepimiz umutluyduk.

Rüyalarımızı sadece topraklarını paylaştığımız ülkemiz insanları için de görmüyorduk; bizler önce kendimizi daha özgür, müreffeh ve nitelikli insanlar haline getirecek, sonra da etrafımızda bulunan bizler kadar şanslı olmayan geniş kalabalıkları da, özgür, müreffeh ve nitelikli olmamızı sağlayan özelliklerimizle tanıştıracaktık.

Kendi hesabıma, ben, “Krizden krize sürüklenen ABD ve AB’de lider sıkıntısı yaşanıyor, oysa bizde...”diye başlayan umutlu cümleler bile kuruyordum.

Daha önce, etnik kimlikleri adlı adınca anılmayan, dilleri üzerinde yasak bulunan, askerdeki veya cezaevindeki çocuklarıyla anadilleriyle konuşturulmayan, bu yüzden kendilerini “eşit” hissetmeyen Kürt vatandaşlarımızın hayatlarını tersyüz eden köklü değişimler yaşandı bu arada...
Bugün sanki bunların hiçbiri yaşanmamış, o rüyalar görülmemiş hale geldik.
Umutlarımızı yitirmeye az kaldı.

Günü ve gündemi terör belirliyor bugün... Çoğu ilimizde sokağa çıkma yasağı uygulanıyor ve sokakta serbestçe gezilemediği, işyerleri güvenceyle kepenk açamadığı için, iki bölgemizde “sıkıyönetim” ilan edilmesini talep eden siyasiler çıkıyor...

Birbirimizi dinleyip anlamaya çalışacak veya illa tepki vereceksek protesto hakkımızı uygarca kullanacak yerde, en ileri basın özgürlüğüne sahip olduğumuz iddiasını tuzla buz eden çapta saldırılara hedef ediliyor medya grupları...

Akıl alır gibi değil.

Bu çılgınlığa bir son vermemiz şart. Sıkıntılarımızı kendi aramızda görüşerek, sorunlarımızı oturup konuşarak çözmemiz mümkün. Barbarlık üreten bir coğrafyada yaşıyoruz, ancak atalarımızın büyük uygarlıkları o barbarlara rağmen gerçekleştirebildiğini de unutmamamız gerekiyor.

Ülke bütünlüğümüzü koruyarak daha fazla refahı yakalayabilir, daha müreffeh olabilirsek başkalarına örnek teşkil edebilir ve hep birlikte mutluluğa erişebiliriz.

İlk ve en büyük görev siyaset adamlarına düşüyor. Kendilerini ve mensup oldukları çevrenin küçük hesaplarını değil, ülkeyi ve ülkenin menfaatlerini düşünmeliler.

Terörün sarsamayacağı, teröristin teslim alamayacağı, hesabı olan yabancıların üzerimizde oyun kuramayacağı bir ülke olmalıyız.

Zor mu?

Emin olun değil.

NİHAL BENGİSU KARACA
SOKAKLARA DÖKÜLÜNCE


HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ Almanya’da yaptığı bir konuşmada “Almanya’dan beklentilerimiz var” demiş. Şair İzzet Yasar da şunu demiş: “Bizim sadece Kürt vatandaşlardan beklentilerimiz var. Yakanıza yapışıp kürsülerinizden indirecekleri günü bekliyoruz.”
Bugün çok açık, net ki, PKK Kürtlerin geleceği adına çalışmıyor. PKK; KCK’sıyla, HPG’siyle, YDGH’siyle araziyi belirli bir ideolojik tutumun yönetimine hazır hale getirmeye, sonra da o ideolojik tutumun militer, totaliter, tekçi vesayetine teslim etmeye uğraşıyor. Her açıklama, her demeç, her tutum ve her ittifaklarıyla şunu söylüyorlar: “Ayrılmayacağız, ama bu ülkenin bir bölümünü biz yöneteceğiz. Buralarda bizim kadrolarımız olacak. Tamamının Kürt olması şart değil, Türk solu da olur.”

PKK Kürtleri böyle pür seküler, Marksist Leninist uzamlı, ama ABD ve İran destekli, yerel otoriteye anti emperyalist; küresel otoriteye anahtar teslimli sadakat içeren hibrit bir ideoloji heybesini taşımaya zorluyor, azmettiriyor ya da kandırıyor.

Irkçılıktan, Türkiye düşmanlığından mürekkep oltalarının ucuna “daha fazla demokrasi”, “eşitlik”, “anayasal vatandaşlık”, “devletin anadilde eğitim yapması” gibi talepleri takıyorlar. Ama bunları silahla değil siyasetle savunmayı başaramadıkları günden beri daha farklı bir strateji uyguluyorlar. Türkiye düşmanlığı yaptıkları halde bunu açıktan söylemek çıkarlarına zarar vereceği için “bütün mesele ‘AaKaaPe’ imiş” gibi yapıyor, terörle mücadele edenleri yıldırmak, şüpheye düşürmek için onlara “sarayın ordusu”,“sarayın polisi” gibi lakaplar takıyorlar.

Kürtler bu arada, eğer HDP’ye oy verirlerse silahı değil siyaseti desteklemiş olacaklarını düşünen Kürtler de, çözüm sürecini desteklemiş Kürtler de, korkudan ve gelecek kaygısıyla KCK ve HDP çizgisine meyletmiş Kürtler de habire ölüyorlar. Asker olup ölüyor, kandırılıp götürüldüğü dağda terörist olup ölüyor, eğer örgüte karşı gelirse infaz edilip ölüyorlar. PKK çatışmasızlık kararını iptal ettiği için, PKK yüzünden ölüyorlar.

Kürtlerden Türkiye’ye düşmanca tavır alan PKK’ya ve bazı HDP vekillerine tepki göstermesini, yolunu ayırmasını, dik durmasını beklemek hakkımız. Bütün Türkiye vatandaşlarından, özel ve tüzel kişiliklerinden, kurum ve kurullardan terörizm propagandası yapmamasını beklemek hakkımız. Ama bunu beklerken haklı olabilmek ancak ırkçılık zehrinden kaçınabilmekle, şiddete kapı aralayan eylemlerden kaçınmakla mümkün. Eleştir, gerekirse protesto hakkını kullan, ama mala zarar vermeyle başlayan öfke nöbetlerinin göz açıp kapayıncaya kadar cana, fiziksel bütünlüğe zarar verme boyutuna ulaşacağını, bunun da kabul edilemez sınırlara dayanacağını unutma.

Bu noktada Türkler-Kürtler arasında var olan ve ancak mühendislik faaliyetiyle zedelenebilecek bağları koparacak hal ve gidişat hakkında uyarıyı elden bırakmamalı.

Duyduğumda kanımı donduran bir ifadeyi istemeden de olsa anmak ve belirtmek zorundayım ki: Terörle mücadele kimi acûl Türk ırkçılarının sandığı gibi “Operasyon değil katliam istiyoruz” cümlesi eşliğinde cadde arşınlayarak olmaz.

İnsanları hem Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne hem Kürtlerin üzerine yürümeye teşvik eden, aynı anda birden fazla dinamiği ateşlemeye kalkan kimi siyasetçilerin de tekrar itidal yoluna girmesi gerekiyor. PKK’nın caniliklerini AK Parti’ye ve Cumhurbaşkanlığı’na yıkma stratejisinden vazgeçilsin. Çünkü insanları sokaklara dökmenin ve sokağa dökülmenin mevcut iklimde yaratacağı sonuç kitlelerin karşı karşıya gelmesidir. Türklerin masum ve sivil Kürtleri darbetmesi olasılığında gerçekleşebilecek karşı ataklarla PKK’nın eylem alanını ve doğal olarak da çatışma alanını Orta ve Batı Anadolu’ya kadar yayma hedefi için gereken zemin oluşmuş olacak.

Ondan sonra yaşanacak olan da ya topyekûn savaş ya da sivillere “Beceremediniz bırakın” diyecek gayri milli şer ittifakının talep ettiği şekilde askerin darbe yapmaya zorlanması. Yahut ikisi birden. Diyeceğim o ki sadece akıllı olarak ya da sadece vicdanlı kalarak bu işin içinden sıyrılamayız.
Hem vicdanlı hem akıllı olmak gereken zamanlar.

YAVUZ SEMERCİ
ÖFKE YERİNE YAS, İNTİKAM YERİNE BİRLİKTE YAŞAMA İRADESİ


Önceki akşam MHP’nin düzenlediği İstanbul Mecidiyeköy’deki protesto mitingini izledim. Aslına bakarsanız denk geldim. Kızgın ve öfkeli insanlar “Şehitler ölmez, vatan bölünmez” sloganını atarken Türk bayraklarını sallıyordu. Önlerine kendi tanımlarına göre “bir vatan haini” çıksaydı ya da HDP logolu bir bayrak, flama taşıyan bir araç mesela... Ne olurdu? Asla kefil olamayacağınız nitelikte öfke yansıtıyorlardı. Nitekim tam da aynı saatlerde Türkiye’nin dört bir yanından korkutucu bilgiler gelmeye başlamıştı. Durdurulan otobüslerde Kürt vatandaş arayan, tipini beğenmediği kişiye Türkçe yemin ettiren, hatta Atatürkbüstü öptüren (fotoğrafı gördüm, korktum)... HDP binalarını, Kürt esnafın dükkânını yakan...

Aynı gruba bu kez otomobille geçerken Barbaros Bulvarı’nda rastladım. Bir trafik polisi “Kusura bakmayın siz de beklediniz ama bu gösteriler de gerekli” dedi. “Keşke” dedim. 5-10 bin kişi değil şu an burada 1 milyon insan olsaydı... Yas tutan, şiddeti kınayan...

Kabul edelim ki: O yürüyenler de yürümeyenler de hangi partiye oy verirse versin her vatandaş artık aynı soruyu soruyor: Bir iç savaşa doğru mu gidiyoruz? Söylenecek çok laf var.

Bir ülke düşünün, güvenlik güçleri hain tuzaklarda öldürülüyor. Bir ülke düşünün, kasabalarında sokağa çıkma yasakları ilan ediliyor.

Bir ülke düşünün, 13 yaşındaki bir kız çocuğu kör bir kurşunla ölüyor. Cenazesi kaldırılamadığı için derin dondurucuda tutuluyor.

Bir ülke düşünün, ülkenin yasal partisi terör örgütü muamelesi görüyor. Hem de başkentte olan parti merkezi yakılabiliyor.

Bir ülke düşünün, Cumhurbaşkanı terörü çıkarmakla suçlanıyor.

Bir ülke düşünün, “Terör olayları hangi partinin oyunu artırır” tartışması yaşanıyor.

Ve bir ülke düşünün, ülkenin toplumu ayakta ama Meclis toplanmıyor.

Bugün hem de şimdi barışa ihtiyacımız var. Bugün yeni bir toplumsal mutabakat arayan sivil toplum kuruluşlarına, siyasetçilere ihtiyacımız var. Suçlamak yerine yapıcı olmaya ihtiyacımız var. Bırakın polisimiz, askerimiz PKK ile mücadele etsin. Bizler ise hemen şimdi, vakit kaybetmeden bir masanın etrafında toplanmalıyız. İnsanları birbirine düşman ettirmekten başka bir işe yaramayan sıkılı yumruk politikalarından vazgeçmeliyiz. Bugün her dönemden daha fazla Kürt dostlarımıza el uzatmanın günüdür. Onları PKK dostu görmekten vazgeçip bu ülkenin en az bizler gibi saygın bir bireyi olduğunu hatırlama günüdür. Hep birlikte PKK’yı lanetleme günüdür.
Demokrasi ve insan haklarını hatırlama, hatırlatma günüdür.

‘İŞİ GÜCÜ BIRAKTIK, HUZUR ARIYORUZ’

“İşi gücü bıraktık huzur arıyoruz.” Bu söz, Türkiye’nin en deneyimli bankacılarından, Türkiye’nin en büyük bankalarından biri olan İş Bankası’nın yönetim kurulu başkanı Ersin Özince’ye ait.
Özince, Milliyet Gazetesi’ne verdiği dünkü röportajda tam da Türkiye’nin içine düştüğü durumu işte böyle özetliyor. Özince şöyle konuşuyor: “Türkiye’nin yeniden bir çıkış yapabilmesi lazım. Mutlu olmayan, yarınlarını arzulamayan, yarınlara dayanışmayla bakmayan toplumların gelişme kaydetmesi çok zor. Kişisel ve menzil konularla ilgilenmeyi bırakıp Cumhuriyet ideallerine dönmemiz gerekiyor.”

Türkiye ekonomisinin büyümesine yılda 150 milyar liranın üzerinde krediyle destek veren bir bankanın en tepesindeki ismin bu sözlerine katılmamak imkânsız.

MUHARREM SARIKAYA
ROJAVALAŞTIRMAK!


“BİR ülkeyi, azınlık bölücülerinden çok daha yüksek hızda çoğunluk ırkçıları parçalar...”
Öğretilerinden her zaman yararlandığım ağabeyimin bu sözünü duymamın üzerinden 6 yıl geçti.
O günkü kaygısının, bugün gerçek olduğunu anlamak için yaşananlara bakmak yeterli.
Ülkenin bir tarafına hâkim çoğunluk, çapulcu raconunda bile yeri olmayan tarzda evlatlarının yanında asker, polis öldürüyor, diğer tarafındakiler ise o bölgeden yüksek oy almış partinin genel merkezini yakıyor, yurttaşlarını dövüyor.

Daha acısı o bölgeye gidip gelen otobüsleri taşlıyor.

Hem de içindekilerin bölgede hâkim olmak isteyen görüşü savunup savunmadığına bakmaksızın.
Kitleler psikolojisinin yarattığı etkiyle, bilinçaltının kendisine emrettiğiyle hareket ediyor; en eğitimlisi ile en cahili yan yana gelmiş taş fırlatıyor.

Gazete basıyor, utanmadan, aymaz, avare tarzda yaptıklarını da maharetmiş gibi Periscope’tan yayınlıyor.

Asıl düşünmemiz gereken, bu noktaya niye geldiğimizden çok, nasıl çıkacağımız...
Terörle çözüm üretmek isteyenlerden beklentim yok.

Çünkü Kandil’de oturanların mantalitesini anlamlandırmam olanaksız.

SYKES PICOT’TAN SONRA

O nedenle PKK/KCK’nın davranışlarını yakından takip eden akil insanlara soruyorum.
Dünyada silahla çözüm elde etmenin tükendiği dönemde PKK bu konuda neden ısrarlı?
Anlamlandırdıkları tek nokta var.

İngiltere, Fransa arasında Osmanlı topraklarının paylaşılmasını öngören, daha sonra eklenen Rusya’nın vazgeçmesi üzerine Lenin açıklayıncaya kadar da gizliliğini koruyan 1916’daki Sykes-Picot Anlaşması’nın üzerinden yaklaşık 100 yıl geçti.

Anlaşma yürümese de Osmanlı’nın parçalanması sonrası her etnisite bir vatana sahip olurken, bir tek Kürtler toprak elde edemedi; üç ülkenin sınırları içine yayıldı...

IŞİD’in etkinleşmesi, Suriye’nin parçalanmayla yüz yüze kalması, Ortadoğu’da sınırların yeniden çizilmesine dönük beklentileri yükseltti, Kürtleri bir asır sonra siyasal statü elde etme konusunda umutlandırdı.

HAYAL GÖRÜYOR

Irak ve Suriye’nin kuzeyinde fiilen elde ettiğini, şimdi Türkiye’ye doğru genişletmek istiyor.
Bunu da Türkiye’yi de çatışma alanına çevirip Rojavalılaştırarak (Suriye’nin Kuzeyi) başaracağını sanıyor.

Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi sohbetimizde, “Diyarbakır, İstanbul, İzmir, Halepleştirilmek isteniyor” diye özetleyip ekledi:

“Tamamen bu hayal mahsulünü, fiilen başaracakları anlayışındalar. Hayali menfaat görüyorlar, daha kötü olacağını anlamıyorlar.”

Aslında bu hayali gören sadece Kandil’dekiler değil.

Kitle psikolojisiyle mevsimlik işçilere saldıran, zalimce yakıp yıkanlar da Kürt kökenli yurttaşlar Batı’dan göç edince sorunu çözeceklerini sanıyorlar.

Oysa Balkanlar’ın, Suriye’nin acısı yanı başımızda duruyor.

Bir günde, uyandıklarında karşılarında bambaşka bir Türkiye ile yüz yüze kalabileceklerinin farkına varmıyorlar.

Acı olan siyasetçi, bürokratlardan bir bölümünün de bu sele kendini kaptırması.
Onlara konunun en iyilerinden bilim adamı Gustave Le Bon’un şu cümlesini birkaç kez okumalarını öneririm:

“Kitlelerin psikolojisini anlamak, onları idare etmeyi bilmek değildir; asıl onlar tarafından idare olunmamak devlet adamlarının sermayesini teşkil eder.”
Bu sermayeye sahip olup olmamak elinizde...

SERDAR TURGUT
NE YAPIYORSUN KARDEŞİM, TEHLİKEYİ GÖR VE SAKİN OL


EKMEĞİNİ paylaştığımız, çocuklarımıza ortak güvenli yaşam sağlama sorumluluğu altında olduğumuz, kültürünü, değerlerini, acılarını, sevinçlerini paylaştığımız bu vatanın geleceğini tehdit eden haber, teröristlerin saldırıları değildi. Güneydoğu Bölgesi’ne İstanbul’dan gitmesi gereken otobüslerin saldırı tehlikesiyle kalkamamasıydı.

İnsani düzeyde dış ve iç tehlikeleri yüzlerce yıldır karşılayabilmiş, bunu yaparken de gündelik kardeşliğini bozmamış, her şeye rağmen soğukkanlılığını ve kardeşliğini bozmamış bu ülkenin, bu ortak vatanımızın asıl geleceğini karartacak, o geleceği çocuklarımızın elinden çalacak gelişme, teröristin silahlı saldırısı değil, bu otobüsler içinde ekmek parası için, ailesini ziyaret için veya bir evliliğin temelini atmak için o bölgeye gidecek insanlara saldırabileceklerin de çıkmasıdır.
Terörist aslında önemli değil onun yaptıkları ve yapabileceğinin çapı ve sınırları bellidir. En fazla canımızı yakar, ama onun asıl amacı bizi bize düşürmek, kardeşliğimizi, gündelik yaşam içindeki yılların stres testlerinden geçmiş uyumumuzu bozmaktır. Terörist ancak bu olduğu zaman zafer kazanmış olur yoksa silahla, kalleş pusularla kazanacağı bir şey yoktur; dediğim gibi sadece canımızı yakar. Ancak onun bölme planına yenik düşersek, içimizde kabaran öfkeyle kardeş kardeşi vurmaya başlarsa, işte o zaman yıkılırız, kaybederiz ve mahvoluruz. Aman onun oyununa düşmeyelim, aman kardeş kardeşi vurmaya başlamasın. Marşı unutmayın: “Olur mu böyle olur mu, kardeş kardeşi vurur mu?”

O otobüslerde bir evlilik kurmak için gitmekte olan masum bir kardeşiniz de olabileceğini düşünün diye vurgulamak için yazdım. Çünkü biliyorsunuz bizi terör ile bölmeye yıllardır çabalamalarına rağmen bizler gündelik yaşamda, hayatımızda Kürtler-Türkler birbirimizden kız aldık, damat verdik ve çocuklarımız her ikisini de seven sadece vatandaşlar olarak doğdu yıllardır. Hepimizin ailesinde bir Kürt akrabası olabilir, benim de var, üstelik aile düzeninde çok da yakınım.

Onun için ne yapıyorsun kardeşim, aman tehlikeyi gör ve sakin ol. Bizler bugünlerde sakin olursak, kardeşliğimizi, gündelik yaşamdaki huzurumuzu, işbirliğimizi bozmazsak görün bak o terör nasıl da yenilecek.

Ben bu tür olaylar ertesinde hep birlikte kol kola yürümeyi başarmış İspanyol’u ve Fransız’ı çok kıskanıyorum ve bugünlerde bizler neden böyle kol kola yürüyemiyoruz diye düşünüyorum.
Emin olun refah seviyemiz onlardan düşük olsa da, eğitimimiz onlardan daha az olsa da bizim halkımız İspanyol’undan da Fransız’ından da çok daha bilinçli ve ne yaptığını bilen gören kafalara sahiptir.

Bugün teröre, teröriste verilecek en büyük cevap onun bölme oyununa düşmeden, “Daha da bütünleştik”mesajı vermektir. Haydi teröriste cevap olsun diye kol kola kardeşçe, omuz omuza Kürt ve Türk birlikte yürüyelim ve terörizmi lanetleyelim.

MUHSİN KIZILKAYA
ŞEYTANIN SİLAHŞORLARI!


Bu ülke çok genç bir ülke.

Hiç iç savaş yaşamadı.

Gençliğine kıymayalım.

Savaşların en beteridir çünkü iç savaş.

Allah hiçbir millete yaşatmasın.

İç savaş yaşayan Amerikalılar, İspanyollar, Yunanlılar, aradan geçen uzun yıllara rağmen hâlâ kendilerine gelmiş değil; yaz yaz bitiremiyorlar, hâlâ günah çıkarıyorlar.

İç savaşın en kötü yanı, sağ kalanların artık birbirinin yüzüne bakamaz hale gelmesidir. Nasıl baksın ki, kardeşini doğramıştır kör testereyle.

İç savaş mertliğin bittiği, namertliğin başladığı yerdir.

İç savaş yiğitliğin yerin dibine girdiği, korkaklığın ayyuka çıktığı yerdir.

İç savaş namerdin iktidarıdır, dostluğun, kardeşliğin baltayla, kamayla, palayla doğranmasıdır.
İç savaşta ırz pazara çıkar, namus biter, şeref kaybolur gider. İnsana ait ne varsa ortadan kalkar; insan en ilkel, en çıplak, en vahşi haline döner.

İç savaşta din, ilim, kitap rafa kalkar. O andan itibaren bütün insani değerlerinden, tarih boyunca edindiği bütün iyi hasletlerinden uzaklaşan vahşi bir insan sürüsü, iktidarı ele alır, her şeye hükmeder.

İç savaşta insan kendi akrabalarının kanına ekmek doğrar.

Allah bizden uzak tutsun, Allah bu rüzgârı semalarımızda dolaştırmasın.

Bunları neden söylüyorum? Son günlerde memlekette olup bitenler yüzünden... Tam barışı yakalamışken, bir anda, yüksek bir yerde elimizden kayıp uçuruma yuvarlanan çocuğumuz gibi, elimizden uçup gitti umudumuz. Kendimizi çok kanlı, çok feci bir çatışmanın tam ortasında üryan bulduk. Hiçbir kural tanımadan, insan bedenlerini parçalayan namert mayın tuzaklarıyla bir anda geleceğimizi paramparça halde bulduk.

Ama bileceğiz ki bizim bizden başka hiç kimsemiz yok. Biz birlik içinde çokuz. Bizi güzel kılan da budur. Bu birliğimizi, bu çokluğumuzu alıp götürmek isteyenlere kendimizi vermeyelim.
Ne olur gelip kapımıza dayanmış olan “kara fitnenin” eşikten içeri girmesine izin vermeyelim.
Biz, hâlâ coğrafyamızın neredeyse tek demokratik ülkesiyiz. Bizde hâlâ her şeye hukuk egemen. Güveneceğimiz tek şey hukuk olacak. Kim ne kadar canımızı yakarsa yaksın, biz kimsenin canını yakmayalım; bırakalım onun canını hukuk yaksın.

Cezayı kendimiz verelim derken, bir de bakmışız ki, bir başkası bizim cezamızı çoktan kesmiş bile.
Şimdi Kürt’ün Türk’e, Arap’ın Alevi’ye, Laz’ın Çerkez’e, herkesin, her şeyi bir yana bırakarak birbirine sarılması zamanıdır. Kenetlenmesi zamanıdır. Ortak geleceğimizi çalmaya gelenlere ancak böyle karşı koyabiliriz. Bu ülkenin harcında hepimizin kanı var, şehitlerimizin yüzü suyu hürmetine, ortak ermişlerimizin aziz hatırına, kutsal kitaplarımızın aşkına!

Şeytanın silahşorları, bizi birbirimize düşürmek istiyor, buna izin vermeyelim.

ÖZCAN TİKİT

DERA'DAN DERS ÇIKARMA ZAMANIDIR



Çevremiz hepimize çok hayati nasihatler fısıldıyor. Böyle zamanlarda çevremizden gelen bu nasihatleri pür dikkat dinlememiz gerekiyor.

Irak’ta, Suriye’de yaşananlar Türkiye’ye taşınmak istenirken, yapılması gereken şey belli. En doğrusu, oralara bakıp komşularımızın yaşadıklarından dersler çıkarmak. Bugün beğenmesek de “Demokrasisi eksik” desek de Türkiye’yi elden bırakamayız, bırakmamalıyız. Türkiye’yi elde tutmak için de ölüm haberiyle içimiz kan ağlasa bile aklıselimi devreden çıkaramayız.

Irak ve Suriye; halkları, güvenlik güçleri ve liderleri öfkelerine, hırslarına yenilip aklıselimi bıraktıkları için bu hale geldiler. Bu ülkelerin isyancı halkları ve muhalefetleri, otorite tarafından nefessiz bırakıldıkları için başka ülkelerin çıkarlarına hizmet eden yollara saptılar. Sonuçta da hatalarıyla güzelim Halep’in, Şam’ın, Musul’un ve Bağdat’ın yıkılmasına yol açtılar.

Bugün iç savaşlar nedeniyle ülkeleri harap olan Suriyeliler ve Iraklılar, geçmişe dair düşünceleri sorulduğunda hep aynı şeyi söylüyorlar. Irak’taki eski Saddam rejiminin ve Suriye’deki dikta döneminin bile bugün düştükleri halden çok daha iyi olduğunu haykırıyorlar.

Yerlerinden, yurtlarından olmalarına yol açan iç savaş koşullarının oluşmasına elleri ve dilleriyle verdikleri destekten dolayı da büyük pişmanlık duyuyorlar. Bugün olacakları bilseler iç savaşı engellemek için çok daha aklıselim davranacaklarını söylüyorlar Iraklı ve Suriyeli komşularımız.
Şükür ki Türkiye henüz o durumda değil. Kültürlerimiz de oldukça farklı. Ancak en büyük yangınların bazen çok küçük bir kıvılcımdan çıktığı gerçeğini de unutmamak lazım.

Suriye’deki iç savaş, Dera’da bir okulun duvarına masum sloganlar yazan 12-13 yaşlarındaki 7-8 çocuğun gözaltına alınıp işkenceden geçirilmeleriyle başlamıştı. Oysa Suriyeliler bu işkence olayının ortaya çıktığı güne kadar da Irak’a benzememek için inanılmaz bir sağduyuyla hareket edip tahriklerden uzak durmuşlardı.

Ama geldiğimiz nokta ortada. Bir okul müdürünün öğrencileri polise şikâyeti ve rejimin işkenceye alışık güvenlik güçlerinin sağduyuyu elden bırakmaları, Deralıların da öfkelerine yenilmeleri, güzelim Suriye’nin 4.5 senede 250 bin kişinin öldüğü, 22 milyonluk nüfusunun yarısının evini terk etmek zorundakaldığı bir ülkeye dönüşmesine yol açtı. Küçük bir kıvılcım Suriye’yi içindeki herkesle birlikte yaktı. Çıkan yangın ne Sünni dinledi, ne Alevi ne Dürzi ne de Kürt. Eminim ki bu ülkede yaşayan tek bir kişi bile Ankara’nın Şam’a, Diyarbakır’ın Halep’e, İstanbul’un ise bir zamanlar “Ana gibi yar Bağdat gibi diyar olmaz” sözüyle bilinen kadim şehir Bağdat’a benzediği günleri görmek istemiyor. Bu ülkenin Kürt’ü de Türk’ü de kaderinin sınırın diğer tarafındakine benzemesini arzulamıyor.
Gelgelelim istememek felaketten kaçmaya yetmiyor. Herkesin yaşanan acı olaylar karşısında kendisiniDera’daki müdürün, polisin ya da çocuğuna işkence edilen Deralının yerine koyması, evlatlarına nasıl bir Türkiye bırakmak istediğini düşünmesi ve ona göre de maksimum düzeyde bir hassasiyetle hareket etmesi gerekiyor. Elbette ki halk bunları yaparken siyasetçiden de çok daha fazlasını düşünmesi bekleniyor.Türkiye büyük bir küresel oyunla imtihan ediliyor. Bu noktada ülkenin siyasetine yön verenlere de aklıselimin bir gereği olarak birlik olup hem oyunu hem de ezberi bozacak büyük hamleler geliştirmek düşüyor.