Medya
12 Eki 2016 15:34 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 21:35

Yeni Şafak yazarından kritik uyarı: NATO'cuların ağır çekim darbesi geliyor!

"Hanım kızımız, arkadaşının babasının 'Bank Asya'da hesabı var' diye gözaltına alınıyorsa, kriptolara meze olunuyor demektir"

Yeni Şafak yazarı Salih Tuna, darbe girişiminin ardından Gülen cemaatine yönelik başlatılan soruşturmalarla ilgili olarak "'At izi it izine karıştı' denildiği günden beri hiçbir şey düzelmediği gibi her şey daha da birbirine karışmaya başladı. Mücadele başka yere doğru gidiyor, aman dikkat. FETÖ'ye 2013'ten önce de karşı olan bir hanım kızımız, arkadaşının babasının 'Bank Asya'da hesabı var diye gözaltına alınıyorsa,kriptolara meze olunuyor demektir. Adamakıllı sorgulayalım; FETÖ'yü tasfiye edelim derken birilerinin (NATO'cuların mı deseydim) 'ağır çekim' darbesine mi maruz kalıyoruz?" dedi.

Salih Tuna'nın "FETÖ ile mücadele 'ağır çekim' darbeye dönüşüyor" başlığıyla yayımlanan (12 Ekim 2016) yazısı şöyle:

ABD hem PKK / PYD ile “stratejik ortaklık” yapıyor hem de her geçen gün artan ABD aleyhtarlığından şekvacı.

“Stratejik ortaklık” dememe bakmayın, o işin alegorisi, yoksa düpedüz “taşeron” ilişkisidir.

Öcalan'ın da vaktiyle dediği gibi, ABD zaten her daim taşeron kullanır.Suriye ve Irak'ta da yaptığı bu!

Bakmayın siz PKK'nın emperyalizm karşıtı söylemlerine. Mehmet Altan'ın önerdiği gibi “daha fazlasını” elde etmek için konjonktürü fırsat bilip, ABD'nin taşeronluğuna tastamam soyunmuşlardır.

Ziya Paşa'nın dediği gibi, “Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.”

FETÖ de demokrasi, özgürlük, insan hakları, hukuk lakırdılarını dilinden düşürmüyor, hatta Erdoğan'ı otoriterleşmekle suçlamaya devam ediyor ama, 15 Temmuz'da ne yaptıklarını, demokrasiye nasıl aşık olduklarını herkes gördü.

DAEŞ de öyle; dillerinde İslam, ellerinde Müslümanların kanı var. Bütün yaptıkları sonuç itibariyle İsrail adına “mıntıka temizliğinden” ibaret…

Mahut örgütlerin ortak özelliği nedir diye sorulsa, hiç düşünmeden, “iki yüzlülük veya sahtekârlıktır” derim.

Bunda da şaşılacak bir şey yok.

Nihayetinde, demokrasi getirme bahanesiyle ülkeler işgal eden bir gücün taşeronu değiller mi?

Son günlerde alayı birden Türkiye'yi karşı cephe almış durumda.

Peki, Türkiye ne yapmalı?

Kuklacıyı bilmek yetmez. Bir NATO ülkesi olarak, NATO'nun patronu ABD'ye posta koyacak halimiz yok.

Enveristlerin ve malum trollerin hamakat mamulü hamasetleriyle de hiçbir yol alınmaz.

Bu köşecikte 2011 Suriye krizinin başlangıcından itibaren, Türkiye'nin gücü nispetinde (bölgede) oyun kurucu olabileceğini, gücünü aşan oyunlara girişirse ancak oyun kurucuların oyununa geleceğini dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım.

Hatırlar mısınız; 2008'de Irak'ın kuzeyine 10 gün süren büyük bir kara harekâtı yapılmıştı. “Güneş Harekâtı” denilmişti hani. Lakin kar kıyamet vardı. Askerlerimizin sıfırın altında bilmem kaç dereceye dayanaklı beyaz kamuflajlı üniformaları bir hayli konuşulmuştu.

Terörün kökünü kurutacağız diye girişilen mezkur harekattan “pat” diye geri dönmeye karar verildi.

İşin ilginç yanı (hazin dememek için dilimi ısırdım) Türk medyası bu kararı ABD'den öğrendi. Genelkurmay'a da bu haberi doğrulamak kaldı.

Demem o ki, gücün üstün tutulduğu bu dünyada, gücün ne kadarsa “harekâtın” da o kadardır.

Çocukluğumda hafızama kazınan bir Laz türküsü mısraıdır: “O Maçka'li Hasan'ın yoktur mali melali / Olsa mali melali olur daha belali.”

Gücünü bileceksin.

Ne ki, bu da yetmez. Tüm dengeleri en ufak ayrıntısına kadar hesap etmen, umulmadık gelişmelere karşı hazırlıklı olman gerek.

Yoksa maazallah girdiğin yerden istesen de geri dönememek var ki, biz ona halk arasında “tuzağa düşmek” diyoruz.

Bu demek değildir ki, tuzağa düşmek endişesiyle oturup cellatlarını bekleyeceksin.

Hayır!

Direniş cephesini dahili ve harici tahkim etmeye çalışacaksın. Bozgunculara asla malzeme vermeyeceksin.

“Üst akla” karşı her daim “üst bilinçle” savaşacaksın.

Mesela, “üst aklın” taşeronlarından PKK'yla mücadele ederken, Kürtlerle Türkleri kavmiyetçilik üzerinden ayrıştırmaya çalışan şeytanlara zerre miskali malzeme vermeyeceksin.

Şayet kavmiyetçilik söylemine savrulursan, PKK'nın değirmenine su taşırsın, aklından çıkarmayacaksın.

PKK destekçisi herhangi bir HDP'li yönetici tutuklansa bütün bir dünya bu olaya mikrofon olur, ama, sırf AK Partili olduğu için çocuklarının gözü önünde şehid edilen Deryan Akert'lere bütün bir dünya sağır olur.

Kimlerle dans ettiğini bileceksin.

PKK'ya karşı verdiğin mücadelende Kürtlerden başka dostun yoktur. Kardeş olmaya ve kardeş kalmaya yazgılısın.

Unutmayacaksın!

Kürt de Türk de asildir. Kürtçe de Türkçe de güzeldir.

Bir diğer taşeron olan FETÖ'ye karşı mücadelende de en büyük destekçin “dindarlardır.”

Durumdan vazife çıkartmak isteyenlerin tüm cemaatlere karşı düşmanca tutum takınmasına izin vermek olmaz.

Daha evvel bu köşecikte uyarmaya çalışmıştım: Siyasetçiler bütün ipleri 'bürokrasiye' bırakıp kendilerini açığa alırlarsa, iddia edildiğinin aksine devlete değil, bizzat siyasete “OHAL” uygulamış olurlar. Bu da siyasetin kendi kendine darbe yapmasıdır.

“At izi it izine karıştı” denildiği günden beri hiçbir şey düzelmediği gibi her şey daha da birbirine karışmaya başladı.

Mücadele başka yere doğru gidiyor, aman dikkat.

FETÖ'ye 2013'ten önce de karşı olan bir hanım kızımız, arkadaşının babasının “Bank Asya”da hesabı var diye gözaltına alınıyorsa,kriptolara meze olunuyor demektir.

Adamakıllı sorgulayalım…

FETÖ'yü tasfiye edelim derken birilerinin (NATO'cuların mı deseydim) “ağır çekim” darbesine mi maruz kalıyoruz?