Medya
19 Kas 2017 13:19 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 23:16

Ünlü gazeteci anlattı, Oray Eğin köşesine taşıdı: İyi bir yayın yönetmeni nasıl olur?

Habertürk yazarı bugün köşesinde ünlü gazeteci Tina Brown’ın "iyi bir yayın yönetmeni nasıl olur" sorusuna verdiği cevapları köşesine taşıdı.

Oray Eğin'in Tina Brown’ın hayatını anlatan kitaptan alıntılar yaptığı köşesinde, gazeteciler ve yayın
yönetmenleri için başarı ipuçları yer alıyor.

İşte Oray Eğin'in bugünkü yazısından bir bölüm:

DÜNYANIN en meşhur gazetecilerinden Tina Brown’ın Vanity Fair yıllarını anlatan günlüğünü okumaya devam ediyorum. Kimi geçerliliğini yitirse de bazıları eskimeyen evrensel medya dersleri var. Bir de başarılı nasıl yayın yönetmeni olunacağının formülü.

1. ŞART: İYİ GAZETECİ OLMALI

Haberin nerede olduğunu, neyin kendisinden bahsettireceğini bilmenin yanı sıra gerektiği zaman herkese (siyasetçilerden patronlara) kolaylıkla ulaşabilecek bir telefon rehberi olmalı. Gerektiğinde yayın yönetmeni de kendi bağlantılarını kullanıp haber yapmalı.

Tina Brown geceleri çıkmayı sevmiyor ama sosyal hayattan, karşılaşılan insanlardan, partilerde konuşulanlardan çok iyi haberler çıktığını bildiği için her davete katılıyor. Sosyal hayat onun için haber peşinde koşmak. Başarılı bir iş yemeği sadece kurulan iyi ilişkiler değil, o yemeğin sonunda elde edilen sonuç. Calvin Klein dergiye ilan verecek mi, görüşülen yazar en az iki konu önerisinde bulundu mu...

2. ŞART: MÜKEMMEL KARIŞIMI BULMALI

Canının sıkılmaması için durmaksızın mükemmel bir “mix” arayışında olması. Sadece iyi fotoğraf değil, sağlam bir yazı... Sadece iyi bir yazı değil, yazıyı akılda tutacak bir manşet... İçerikte popüler kültürle yüksek sanatı bir araya getirecek bir denge... Nostaljiyle birlikte güncellik...

Ayrıca...

Okuru gazete bayiine çekecek bir ünlünün süslediği kapak, mutlaka siyasi bir dosya, iyi yazılmış bir kültür-sanat haberi, moda ve okura fotoğraflarla sunulan bir görsel kaçış...

“Eğer her sayıda bunu başarırsak işimiz tamamdır” diye yazıyor Brown. Vanity Fair’in başına geldiğinde derginin on milyonlarca dolar borcu vardı ve tirajı 250 bin civarındaydı. Brown’ın sekiz yıllık yönetiminde reklam sayfaları ikiye katladı, tiraj da bir milyona çıktı.



3. ŞART: VÜCUDA GÖRE KIYAFET DİKMELİ

Bir gazeteci, “Herhangi bir dergiyi rastgele yere attığında açılan sayfadan hangi dergi olduğunu ve okur kitlesini hemen anlaman gerek” diyor ve bu Tina Brown’ın kulağına küpe oluyor. Bir başkası, “Bir dergi sayfalarını boşa harcama lüksüne sahip olmalı” diyor. “Dergiciliğin ihtişamı bunda yatar.”

Yeni göreve başlayan yayın yönetmeninin kafası elindeki ürünü tam olarak neye dönüştüreceği konusunda net olmalı: Her dergiye her formül uymaz, kıyafetini vücuda göre dikmek gerek.

4. ŞART: YAZARLARIN EGOSUNU OKŞAMALI

Tina Brown ve Dominick Dunne bir partide yan yana geliyor, Dunne bir hafta sonra erkek arkadaşı tarafından öldürülen kızının davasını izlemek için Los Angeles’a gideceğini söylüyor. Birkaç roman ve başarısız senaryodan sonra pek iddiası kalmamış ama sosyal hayatta tanınan biri o yıllarda Dunne. “Günlük tutmanı tavsiye ederim” diyor Brown. Daha önce gazetelere, dergilere yazı tecrübesi olmayan Dunne için “Yeter ki malzemeyi getirsin, biz onu yazı işlerinde eli yüzü düzgün bir hale sokarız” diyor. Tesadüfen yazar yaptığı Dunne ölümüne kadar Vanity Fair’in olmazsa olmaz ismine dönüşüyor.

Tıpkı fotoğraf sanatçıları Annie Leibovitz ve Helmut Newton gibi. S&M ve fetiş temalı fotoğraflarıyla isim yapan Newton’da gerçek bir gazeteci gözü olduğunu fark ediyor ve modadan habere yönlendiriyor.

Yazarları çok iyi tanımak, kimin hangi konuda kalem oynatacağını da bilmek demek. Buna göre görevlendirme yaptığından içerik de kuvvetli oluyor. Yazarların kaprisleri, maddi- manevi beklentileri, itirazları ve şımarıklıklarıyla boğuşma görevi yayın yönetmeninin.

5. ŞART: ÇOK İYİ BİR EKİP KURMALI

Amerikan medyasına İngiltere’den adeta paraşütle inen Tina Brown zamanla yanına çok güvendiği birkaç kişiyi getiriyor. Başlardaysa idari işlerle, derginin satışları, reklam gelirleriyle kendisi ilgilenmek zorunda kalıyor. Gündelik koşuşturmayla (yazı geldi mi, sayfalar ne âlemde vs.) ilgilenecek bir idari editör atıyor, para işlerini de (kendi haber-yazı bütçesi dışında) insan kaynaklarına devrediyor. Yayın yönetmenliğinin asıl odak noktasının yaratıcılık olduğunda ısrarlı.

1988’de Vogue’un başına geçen Anna Wintour, kadrosundan moda editörü Andre Leon Talley’i transfer etmeye kalktığında paniğe kapılıp üzülmek yerine anında onun yerine kimi bulacağını düşünmeye başlıyor.

6. ŞART: İKTİDARLA DANS ETMELİ

Halkla ilişkilerciler, reklamverenler, edebiyat dünyasının önde gelen isimleri, medya iktidarı, sanatçılardan oluşan güç odaklarıyla iyi geçinmek zorunda olduğunun farkında. Derginin yaşam gıdası onlar.

Bir de patronun iktidarı ile hükümetin iktidarı var. Ronald Reagan ve eşiyle yapılan bir fotoğraf çekimini Beyaz Saray görmek istiyor, bu talep de patron tarafından iletiliyor. Önce editoryal bağımsızlık adına itiraz ediyor, ama patron ısrar edince bir ara yol buluyor. Fotoğrafları bizzat kendisi götürüyor, olası itiraza karşı da yazı işlerinde bir B planı hazırlıyor.

Patronu S.I. Newhouse’un yakın arkadaşı Rupert Murdoch hakkında olumsuz bir haber yaptığındaysa derginin sayfalarını çekinerek gösteriyor. Newhouse’un tepkisi: “Neden bu kadar arkaya attınız? İlgi çekici bir haber, daha önden verseydiniz.”

7. ŞART: ZAMANIN RUHU LEHİNE İŞLEMELİ

Medya yöneticiliğinde başarının formülü doğru zamanda doğru yerde olmak, bir de doğru zamanda doğmak. Tina Brown başarılıydı; çünkü 80’li yılların gösterişi ve ihtişamı kafasındaki modele uygundu. 2000’li yıllarda dijital teknolojilerin yarattığı tehdit, değişen medya ortamı, eski geleneklerin yerle bir olup birçok gazete ve derginin kapanması onun da elini kolunu bağladı. Newsweek’in başına geldiğinde zamanın ruhuna karşı yeni taktikler geliştiremez olmuştu ne yazık. İyi yayın yöneticiliği kıstasları da bir ölçüde evrensel, ama bazıları da dönemsel. Önümüzdeki dönemde sihirli formülü kim bulacak? Bütün dünya medyası merak ediyor.