Polemik & Kulis
24 Şub 2015 10:26 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 17:04

Ümit Kıvanç Radikal'e geri döndü!

Köşe yazarlığına Radikal'de başlayan, 28 Şubat'ta askerin tepkisini çeken ve gazetesinin sansürüne uğrayınca istifa eden Ümit Kıvanç Radikal'e geri döndü.

Gazeteci, yazar ve belgeselci Ümit Kıvanç bundan böyle haftada iki gün yazılarıyla Radikal'de okurlarla buluşacak, Türkiye'nin önemli konularıyla ilgili farklı bakış açıları ortaya koyacak.

Radikal gazetesi, Kıvanç'ı "evine döndü" başlıklı bir yazı ile ve "Türkiye'nin kıymetli yazarlarından biri olan Ümit Kıvanç" anonsu ile okurlarına duyudu.

Gazeteciliğe Milliyet gazetesinde başlayan, Cumhuriyet, Radikal, Nokta dergisi ve Taraf'ta çalışan, Birikim dergisinde yazan, 1990'ların ortalarında Radikal'den istifa ettikten sonra kısa ve belgesel filmler yapmaya başlayan Kıvanç, günlük yazılarına riyatabirleri.blogspot.com adresinde devam ediyordu.

Dijital Radikal'de yazmaya başlayancak olan Kıvanç, yıllar önce ilk köşe yazısını da Radikal'de yazmıştı.

Radikal yazıişlerinin "Bir nevi evine geri döndü. Aramıza hoşgeldi." diyerek seslendiği Kıvanç gazete basılı yayına son verip dijitale geçtikten sonra kendi Radikal macerasını blogunda kaleme almış ve Mehmet Y. Yılmaz yönetimindeki gazetenin yazılarını nasıl sansürlediğini, yazı günü ve köşesinin yerini nasıl değiştirdiğini, buna tepki gösterip istifa ettikten yıllar sonra Radikal 2 ya da Radikal Futbol eklerinde bile yazılarına yer verilemediğini anlatmıştı.

İşte Kıvanç'ın blogunda kaleme aldığı Radikal gazetesi anılarından bir bölüm:

Kişisel tarih: "araştırmacı kamyonculuk"

Basılı Radikal'in yayın hayatına son vermesi dolayısıyla, ben de size Radikal maceramı anlatmak istiyorum. Bunları daha önce hiçbir yerde anlatmadığım için, basının gündelik tarihi gibi bir düzeyde anlam taşıyabilirler. Benim kişisel tarihim açısındansa epeyce önemliler. Çünkü aradaki Taraf parantezi dışında yaklaşık on yedi yıldır mesleğini yapamayan, aslında düpedüz iş verilmeyen bir gazeteciyim ve bu süreç Radikal'den ayrılışımla başlamıştı. (Taraf'taki mesaimi ne derece "iş" sayabilirim, bilmiyorum; beş sene yazdım, hiçbir zaman doğru dürüst aylık almadım, hep başka işler yapmak zorunda kaldım, ayrıldığımda iki buçuk yıllık alacağım içeride kaldı.)

Ya! Ne ilginç değil mi? Belki de inanmıyorsunuz. On yedi yıldan sözediyorum. Elbette bütün bu sürecin günahını Radikal'e yükleyecek değilim. Ama oradan ayrılışımla başladı işte.

Radikal gazetesi dünyaya gözünü açtığında, yazarları arasında ben de vardım. Gazetenin çıkacağını duymuştuk, sol-muhalif tınılı-tonlu bir yayın organı olacağına dair de söylentiler vardı, ama beni köşeyazarı olarak çağıracaklarına tabiî ihtimal vermemiştim. Bu yüzden, teklif geldiğinde hem şaşırmış hem de sevinmiştim. Çünkü, ayıptır söylemesi, İletişim Yayınları'nda o sırada alabildiğimiz ücretler çok düşüktü ve Radikal'den alacağım parayla, hayatta ilk defa doğru dürüst bir aylık gelirim olacaktı. Bu sefa bir buçuk yıl kadar sürdü.

Radikal'in şansı mı demek lazım, bilemiyorum, belki de bürünmeye karar verdiği kişilik sayesinde o şansı kendi hazırlamıştı: Gazete çıkar çıkmaz, Susurluk skandalı patladı. Abdullah Çatlı, Hüseyin Kocadağ ve Sedat Bucak'ın bir otomobil içinde bulunduğunun ortaya çıkması, Türkiye siyasetinde resmen bir dönüm noktasıydı. Saatte 200 kilometreyle bir kamyona çarpmış ve ölmüşlerdi. Bir şaşkınlık, heyecan ve öfke dalgası Türkiye'yi sarmaya başlıyordu. Yazı günüm değildi, telefon edip fazladan yazı yazmak istediğimi söyledim. Gazetenin başında Mehmet Yılmaz vardı ve anlaşılan, Susurluk kazasını, memleketteki muhaliflere hitap etmeyi öngören gazete için -futbol deyişiyle- muazzam bir "çıkış yakalama" fırsatına dönüştürebileceğini fark etmişti. "Yazsın," demiş, ilettiler, ben de yazdım. Derin devlet ile faşist örgütlenme arasındaki ilişkiye dair, edepli, terbiyeli, dolaylı ifadelerle dolu bir yazı yazdım. "Acaba gazetenin sınırlarını zorlayan bir yazı mı yazdım?" endişesiyle gönderdim. Fakat Mehmet Yılmaz, dediğim gibi, ortada "radikal" adıyla çıkan bir gazete için muazzam bir fırsat olduğunu görmüş, 12 Eylül sonrası basını için hiç alışılmadık ve asla olmayacak tarzda, "Gladyo kamyona çarptı" manşetini gazetenin tepesine koskocaman çakmıştı. Bunu, "Çatlı, Çiller, Ağar" manşeti izledi ve bir süre bu iş böyle gitti.

Susurluk kazasının ertesi günü yazdığım yazı gerçi gazetenin manşeti karşısında azıcık yumuşak kaçmıştı, ama yazının başlığı olarak uydurduğum "araştırmacı kamyonculuk" deyimi o sırada biraz popüler bile olmuştu; belki hatırlayan çıkar.

Kısa süren Asrı Saadet

Gazeteye bir, cumartesi ekine bir, Radikal İki'ye bir olmak üzere haftada üç yazı yazıyordum, kimse yazdığıma karışmıyordu. Sırf yazımı göndermekle yetinmeyeyim, gazeteyi çıkaranlarla bunun ötesinde azıcık muhabbetim olsun diye yaptığım bir-iki girişimde bozum oluşum ve genellikle karşılaşılan soğuk tavırlar dışında önemli bir sorun yoktu, paramızı düzenli yatırıyorlardı. İyiydi yani... 28 Şubat geldi.

Diyarbakır'ın Refah Partili belediyesinin düzenlediği "İnsan ve Demokrasi" -valilik "insan hakları" kavramının kullanılmasına izin vermemişti!- konferansından dönerken, muhabirlerle biraradaydık. Bazıları beni uyardı. Dönemin Genelkurmay ikinci başkanı, birçok muhabir karşısındayken, Radikal'den arkadaşımıza, "Sizin gazetede dört vatan haini var," demişti. Sonra da, hepsinin önünde, Murat Belge, Etyen Mahçupyan, Koray Düzgören ve bendenizin isimlerimizi saymıştı.

Üzerinde durmadım. Fakat birşeyler olacağı belliydi. Bir gün gazeteyi aldım, açtım, yazım yok! Atıldığımı düşündüm. Aradım, yazı günümün ve yazımın yeraldığı sayfanın değiştiğini söylediler. (Bunun 28 Şubat'la veya özel olarak benimle ilgisi yoktu, gazetede birtakım değişiklikler yapmışlardı.) "İnsan nezaketen bir haber vermez mi?" sorum, sanırım telefondaki otomatik bir mekanizma tarafından anında İzlandaca'ya çevriliyor, karşımdaki insan bunu bir türlü anlamıyordu. Bozulmuştum. "Sana köşe yazdırıyoruz, para veriyoruz ya, daha ne istiyorsun!" tavrı can sıkıcı, onur kırıcıydı.

Birkaç gün sonra, yazdığım yazıdan ilk defa birkaç kelimenin atıldığını gördüm. "Biz şöyle şöyle yaparız, bunun üzerine de bir general, bir polis şefi veya bir politikacı çıkar, bize vatan haini der..." yollu bir cümleydi, tam hatırlamıyorum. Buradaki "general"i atmışlardı. Neyse, Mehmet Yılmaz'ı aradım, ulaşamadım, sekreterine, arama sebebimin çok önemli, hayatî olduğunu, kendisinden telefon beklediğimi ısrarla söyledim. O gün aramadı. Konuştuğum başka bir yazıişleri yetkilisinden de tatminkâr bir cevap alamadım. Belli ki, artık her yazımdan birşeyler atılabilir ve ben bunu yazı yayımlandıktan sonra görebilirdim, yapacak bir şeyim de olmazdı. İstifa ettiğimi bildirdim. Bir-iki gün sonra Mehmet Yılmaz aradı, "dön desem dönmez misin?" kısalığında bir şey söyledi, ben de ortadakinin bir "anlayış farkı" olduğunu, dönmesem herkes için daha hayırlı olacağını söyledim, toplam iki-üç dakika sürdü, kapattık.

Bu hikâyeden ötürü 28 Şubat mağduru sayılır mıyım, yoksa dindar olmadığım için zaten sayılmaz mıyım, tescil için nereye başvurmam gerekiyor, boşveriyorum.

Aradan birkaç yıl geçti. Radikal İki'nin başındaki Tuğrul Eryılmaz, "Haydi artık, eke tekrar yaz," dedi. Tamam, dedim. Ancak "bunun mümkün olmadığını" öğrendik hep beraber. Birisi, herhalde Mehmet Yılmaz, başka kim olacak, "o yazamaz" demişti. Herhalde böyle bir tavırla karşılaşacağı Tuğrul'un aklından geçmemiş olmalıydı ki, önceden "vize almaya" gerek görmemişti. Ancak görüldüğü üzre, yetkililer prensip sahibiydi! Radikal Futbol'da bana niye "gel yaz" demediklerini de çok uzun zaman düşünmüştüm. Kimse bunu net olarak ifade etmedi, ama sanırım onun da sebebi aynıydı: Köşeyi bırakıp istifa etmiştim, dolayısıyla bir tür yasaklıydım. Ortada herhangi bir kavga, küfür, hakaret yoktu.

Radikal'in lafı ne zaman geçse, ister istemez bir burukluk hissettim. Bir ara, birtakım namlı faşistlerin orada köşe sahibi olduğunu gördüğümde manevî bağım bütünüyle koptu. Anılarım da silikleşti. Şimdi iyi ya da kötü herhangi bir duyguyla değil, Türkiye'nin medya ortamının somut koşullarına, bazı muhabirlerin bazı haberleri ancak bu gazetede yapabilmelerine ve gazetenin Gezi sonrası durumuna bakarak, yani akılla mantıkla, Radikal'in internet yayını kimliğiyle başarılı olmasını, bu tür başka yayınlara da kapı açmasını diliyorum.