Röportaj
23 Mayıs 2016 11:21 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 18:32

Mümtaz'er Türköne'den flaş iddia: 17 Aralık'tan 15 gün önce Sabah'a transfer teklifi geldi

Mümtaz’er Türköne, 17 Aralık yolsuzluk operasyonlarından 15 gün önce kendisine Sabah'ta yazması için bir AKP’li tarafından teklif yapıldığını öne sürdü.

Yarına Bakış yazarı ve akademisyen Mümtaz’er Türköne, 17 Aralık yolsuzluk operasyonlarından 15 gün önce kendisine Sabah gazetesinde yazması için bir AKP’li tarafından teklif yapıldığını öne sürdü. Türköne, “Şu anda hükümette yer alan önemli bir isim evime geldi. Tayyip Bey’in benim Sabah’ta yazmamı istediğini söyledi. Kendimi ‘kötü yola düşmüş bir kadın’ gibi hissettim. Gezi’den önce de, Ekrem Dumanlı bana ‘Tayyip Bey seni gazeteden atmamı istiyor’ demişti” diye konuştu.

Özgür Düşünce'den Hüseyin Keleş'in sorularını yanıtlayan (23 Mayıs 2016) Türköne'nin açıklamaları şöyle:

"AK Parti İslamcılığı kullandı"

İslamcı değilsiniz ama İslamcılık üzerine epeyce bir araştırmışlığınız, yazmışlığınız var. Uzmansınız. Nedir bu şu anda ‘Ülke bu haldeyse İslamcıların yüzünden bu halde’ şeklindeki ithamların kaynağı?

İnsanlar, politik konumlarını, ekonomik konumlarını, sosyal konumlarını kuvvetlendirmek için ideolojilere müracaat ederler. Türkiye’de yükselen bir bir grup vardı. Bu grup kendini ‘Siyasal İslam’la ifade etti. Siyasal İslam’la network oluşturdu, siyasal İslam’la toplumsal destek aradı, siyasal İslam’la bir siyasi program oluşturdu. Ortaya, amorf, son derece kaotik; İslamcılık dediğimiz bir yapı çıktı. Bunu isimlendirmekte, tanımlamakta, içeriğini ve niteliğini belirlemekte çektiğimiz zorlukların sebebi, sanki bütün olayların sebebi buymuş gibi algılamamız. Ben, büyük ölçüde ideolojileri sonuç olarak görüyorum. İktidar İslamcılığı ile Türkiye’de o arı duru, saf siyasal İslamcılık ayrıştı. Muhalefet kesiminin iktidara yüklediği bu tanımlama yüzünden de saf İslamcılık büyük ölçüde tanınmaz oldu.
AK Parti ne kadar İslamcı?
AK Parti, İslamcılığı, inanılmaz derecede pragmatik, eklektik bir şekilde kullandı. İşine yaradığı zaman kullanıyor. Daha çok Milliyetçilik para ediyor; milliyetçiliği kullanıyor. Özellikle terörle mücadelede herhangi bir İslamcı argümanla karşılaşmıyorsunuz.
2008’de AK Parti’nin kapatılması davasında, partinin savunmasını yazanlardan birisiniz. AK Parti’nin kapatılmaması sadece AYM üyelerinin oylarıyla mı belirlendi? Yoksa dış baskılar oldu mu?
Bana ikna edici cevap, o günden bugüne sadece şu geldi: Satın alınan oylar oldu. Yoksa AK Parti kapatılıyordu. Bu, ispatlanması çok zor bir iddia ama bıçak sırtında böyle bir netice alınması, başka türlü pek mümkün görünmüyor. Tabii AK Parti’nin kapatılmaması çok doğruydu. Evet, yani AK Parti’yi konuşuyoruz. Bu AYM kararında olduğu gibi genellikle, içinde bulunduğumuz şartlar, endişelerimiz, korkularımız , önceliklerimiz, geçmişte olup bitenlere bakışımızı da değiştiriyor. Unuttuğumuz çok şey var. 14 sene çok uzun bir süre. Birçok iktidar tarihi değiştirecek hamleleri 3-4 senede yapıyor ve sonra kaybolup gidiyor. 14 senedir Türkiye’yi domine eden, kaçınılmaz olarak hegemonyasını oluşturan bir iktidardan bahsediyoruz. Bu kadar uzun süreli bir iktidar olmasaydı karşımızda böyle bir iktidar olmazdı. Ben, Tayyip Bey İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’yken, İstanbul’da muhafazakarlık üzerine bir sempozyuma gelmiştim. Bir ideoloji oluşturmaya çalışıyorlardı. Yani o, İslamcı yaftasından sıyrılmak; toplumun geneline hitap eden bir ideoloji geliştirme arzusundaydılar. Ben o sempozyumda o arayışı net bir şekilde gözlemlemiştim. Çok çocukça şeyler yapıyorlardı. Sonra AK Parti’nin ideolojisi ‘Muhafazakar-Demokrat’ olarak şekillendi. Bugün hiç kimse bunu hatırlamıyor. Bütün kitle partileri zamanla ideolojik bagajlarını boşaltır fakat AK Parti’de olan bunun çok ötesinde bir şey. AK Parti’ye kimliğini veren her şey yerle bir oldu. Sadece tek bir kişi kültü her şeyin yerine egemen oldu.
“17 Aralık süreci, AKP’nin kapatılmasını gerektirecek kadar ciddi bir problem” dediniz. Size, bu nedenle Cumhurbaşkanı’ndan büyük tepki geldi. Pişman mısınız bu sözlerinizden dolayı?
Yok yok, hayır. Son 2 yılda adeta arafta yaşıyoruz. Hiçbir şey normal değil. Hareketlerimizi ve tavırlarımızı belirleyen; umutlarımız ve beklentilerimiz değil; korkularımız. Türkiye, 17-25 Aralık’tan sonra rayından çıktı. Hukuk işleseydi, 17-25 Aralık’la bu hükümetin gitmesi ve yolsuzlukların sorumluların yargılanması gerekirdi. Bu olmadı. Nasıl olmadı? Hukuk tersine çevrildi. Bu kişi kültünün bu kadar alan kazanmasının sebebi de hukukun olmayışı. Hukuk devleti diye bir şey kalmadı.
"Beni aday adayı olmaya Tayyip Bey zorladı"

2011’de AK Parti’den aday adayı oldunuz; neden aday gösterilmediniz?

Bu hikayenin açıklanması biraz zor. Özel bazı şeyler var içinde. Beni aday olmaya zorlayan; birlikte politika yapmaya zorlayan Tayyip Bey’di. Ben o zaman bir yasa değişikliği takip ediyordum. Cezaevindeki ülkücülerle alakalı. O yasa değişikliğinin çıkarılması talebinde bulunmuştum. Ramiz Ongun, ben ve Tayyip Bey bir akşam yemeği yedik. O da ‘Birlikte politika yapalım’ demişti. Sonra da adaylık müracaatları başladı. Ama yasa çıkmadı; Meclis çalışıyordu. Ben de sözümü tutmak için aday adaylığı için müracaat ettim. Sonra yasa çıkmadı. Bu sefer benim sözümün de anlamı kalmadı.
Mülakata gitmedim. Niyetim vekil olmak değildi. Mülakata gitmeyenlerin aday listesine alınmadığını biliyordum. Mülakatı Abdülkadir Aksu’nun başında olduğu bir heyet yapıyordu. Sonra o yasa çıktı. Ama o yasa değişikliğini sağlayan, büyük ölçüde Bülent Arınç’tır. Bütün ülkücüler için bir onur, haysiyet meselesiydi. İçerideki ülkücülerden biri benim çok samimi bir arkadaşımdı. Çıktıktan sonra rahmetli oldu; Ünal Osmanağaoğlu. Cezaevinde de bana, makette yaptığı evi hediye etmişti. Geceleri uykularım kaçıyordu.

2012 NİSAN’IN CEMAAT’İ TESLİM ALMAK İÇİN ADIM ATILDI

AKP’yi değiştiren 17 Aralık mı, 2007 seçimleri mi, 2010 Referandumu mu, 2011 seçimleri mi? Ben seçenekleri sundum ama siz farklı bir seçenek ortaya koyabilirsiniz?

Tayyip Bey’in bir stratejisi vardı. Tayyip Bey, ‘ustalık’ dönemi dediği dönemde, 2010’daki referandumla askerin işini bitirdi. Bu sefer destek aldığı kesimler üzerinde de hegemonyasını kurmaya karar verdi. Yani ‘ustalık’ dediği şey buydu. 2012 yılının Nisan ayında belirlediği stratejiyi uygulamaya başladı. Bu stratejinin bugüne yansıyan en temel unsurlarından biri Hizmet Hareketi’ni teslim almaktı. Bu da dershaneleri kapatma politikasıyla birlikte ortaya çıktı. Dershane hamlesi, teslim alma hamlesiydi. Fakat eşzamanlı olarak yine Nisan ayında TÜRGEV, İstanbul sınırlı bir vakıf olmaktan çıkarılıp Türkiye sathında bir vakıf haline geldi. Ondan sonra bu büyük ihalelerden sistematik hale getirilmesinin de 2012’nin Nisan ayı olduğunu düşünüyorum.
Partili Cumhurbaşkanlığı ya da Başkanlık bu stratejinin final hamlesi mi olacak?
Erdoğan’ın kafasındaki plan ile dünyadaki gerçeklerin birbirine uyması lazım. Bu, 40 küpü üst üste koyup onları orada tutmaya benzer. Yeni küpler inşa ettikçe denge bozulur. Şu anda Erdoğan etrafında çok güçlü görünen iktidar, aynı zamanda çok zayıf bir iktidar. İktidarları ayakta tutan şey, bir taraftan nasıl üretildikleri bir taraftan da ülkenin karşı karşıya olduğu sorunların nasıl çözüldüğü… Bir başka hükümet şu andaki mevcut terör sorunundan dolayı yerle yeksan olurdu. Çözemiyor ve yönetemiyor bu sorunu. Çünkü zaten bu sorunu oluşturan kendisi.
(...)

"17 Aralık'tan önce Sabah'ta yazmam teklif edildi"

Yeni bir medya düzeni ortaya çıktı son 2-3 senede. Size iktidara yakın bir medyada yazmanız için teklif yapıldı mı?

Yapıldı. Şu anda hükümette yer alan AK Partili önemli bir isim, evime geldi. Tayyip Bey’in benim Sabah gazetesinde yazmamı istediğini söyledi. Ben de galiba biraz fazla abartılı tepki verdim. ‘Kötü yola düşmüş bir kadın gibi, neremizi yanlış gördünüz de bu teklifi yapıyorsunuz’ dedim. Bu söylediğim hadise 17 Aralık’tan yaklaşık 10-15 gün önce oldu.
Ali Bulaç’a da teklif yapılmıştı. Cemaat tabanından gelmediğiniz için mi bu teklif yapıldı size?
Yani, kendimi bu işin nesnesi olmaktan çıkartıp bakınca, darboğaza doğru gidiyor. Bütün imkanları ile medyayı tanzim etmesi lazım. Bunun için yapılacak şey nedir? Ali Bulaç çok mühim bir isim. Ben Ali Bulaç’la kendimi kıyaslayamam. Beni niye önemsediklerini bilmiyorum. Fakat herhalde gelmekte olan dalgayı engellemek için bu tür şeylere girdiler. Demek ki piyasada da aldığı paraya göre yazı yazan epeyce adam var. Bu, 17 Aralık’tan sonra da anlaşıldı. Ben, bunlara ‘yazımatik’ diyorum. Bizim kişiliğimizden karakterimizden değil, piyasanın şartlarından böyle bir şeye teşebbüs etmek istemiş olabilirler. Beni ikna edebileceklerini düşünmüşler demek ki. Beni ilgilendiren tek tarafı ise böyle bir teklifi yapma cesaretinde bulunmaları çok ağırıma gitti.
(...)

"Erdoğan, Ekrem Dumanlı'dan beni atmasını istemiş"

Aydın kesiminin son dönemlerle ilgili ‘Kandırıldık, aldatıldık, tanıyamadık’ şeklindeki sözleri halkı biraz kızdırıyor. ‘Sen bile kandırılıyorsan biz ne yapalım’ diyorlar. Bu süreç nasıl görülemedi?

Görmedik derken toplumsal travmayı ifade etmek için söyledim. Ben, çok yazı yazdım iktidarı eleştiren. Hatta 2012’den sonraki dershane meselesinde ve Gezi olaylarında çok ciddi eleştiri yazıları yazdım. Gezi’den birkaç ay önce Ekrem Dumanlı bana ‘Tayyip Bey seni gazeteden atmamı istiyor. Senin yazılarından çok rahatsız’ dedi. Böyle bir talepte bulunmasını ben şeref addediyorum tabii.

"Hayrettin Hoca korkunç bir hayal kırıklığı"

Bir röportajınızda Hayrettin Karaman için “Cumhuriyet tarihinde âlim sıfatını bileğinin hakkıyla kazanan, çok derinden hürmet duyduğum bir kişi. O, konuşurken bizim susmamız lazım” diyorsunuz. Hayrettin Hoca sizi bu süreçte hayal kırıklığına uğrattı mı?

Hayrettin Karaman, fıkıh konusunda iyi bir âlimdir. Bu süreçte öğrendiğimiz şey şu: Bir insanın âlim olması, söylediği şeylerin doğru olduğu anlamına gelmiyor. Korkunç bir hayal kırıklığıdır Hayrettin Karaman. Âlim olmanın şartı vicdandır. Ama tam anlamıyla bir iktidar kavgasına döndürdü olayı.
Ülkücü camiadan bilinirsiniz. Ülkücülük şu anda parti olarak temsil ediliyor mu?
Ülkücülüğün kendisi çok değişti. Soğuk Savaş Döneminde oluşmuş ülkücülüğün bugün dünyada karşılığı olmadığını düşünüyorum. Bizim neslimizdeki ülkücülüğün bir anlamı kalmadı. 12 Eylül’den sonra yeni nesil geldi. Onların söylemleri farklı, dünyaya bakışları ve toplumu algılamaları çok farklı. Türkiye’nin şartlarıyla uyumlu ve gerçekçi bir ülkücü nesil ortaya çıktı.
Bahçeli’nin, ülkü ocaklarındaki gençleri ocak dışına taşırmaması hep takdirle karşılandı. Sizin de takdirinizi kazandı mı?
Bu normal olandı. Bunu Devlet Bahçeli yaptı. Aksi olsaydı yani 70’li yıllardaki gibi ülkücüler sokağa dökülseydi, bunu açıklayacak bir sebep bulunamazdı. Neticede Bahçeli’nin yaptığı doğruydu.
"Ben Ümit Özdağ'ı destekliyorum"
Hiçbir veri olmaksızın, Meral Akşener’in Cemaat tarafından desteklendiği yazılıp çiziliyor. Ne dersiniz bu meseleye?
Cemaat mensubu olmadığım için çok objektif bir şey söyleyeceğim size. Ben Cemaat’in yerinde olsam desteklerim. Saçmalık şu, neticede iktidar zulmüne uğrayan bir kesim Cemaat. Bu şartlarda bunu durduracak ne varsa sarılması lazım Cemaat’in. Ben bu arada Ümit Özdağ’ı destekliyorum. Ümit benim çok eski arkadaşım. Çok saf ve temiz bir arkadaşım. Ben muhalif adayların yerinde olsam Cemaat’in desteğini almaya çalışırım.
Tansu Çiller’in yanında danışmanlardan oluşan bir ‘Analitik Grup’ var. “Devlet için kurşun atan da, yiyen de şereflidir” ve “Susurluk’u sahipleniyoruz” söyleminin ardında danışmanları mı vardı; mesela siz var mıydınız?
Hayır. Abdullah Çatlı’yla ülkü ocaklarında aynı yönetim kurulunda çalıştığımı bildikleri için bana mal ettiler. Fakat bu söz Tansu Hanım’a aittir. Tansu Hanım söylediğine göre Tansu Hanım’a aittir.