İki Lafın Beli
11 Oca 2017 10:41 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 22:22

Milliyet yazarı Medyaradar'a konuştu: Adliyenin önünden geçsek bizi de tutuklayacaklar

Milliyet köşe yazarı Mehmet Tezkan, Medyaradar röportajcımız Alev Gürsoy Cimin’e gündeme dair çarpıcı açıklamalar yaptı.Medyadan yeni anayasa çalışmalarına kadar birçok konuya giren Tezkan, “kendisine MHP düşmanı gazeteci” denilmesine yanıt verdi. İşte o çarpıcı röportaj…

Artan terör olayları… Yeni Anayasa çalışmaları… Medya… Hepsini konuştuk. Miliyet Gazetesi Yazarı Mehmet Tezkan, kalemini eğip bükmeyenlerden. Ne düşünürse onu yazıyor. Gün geliyor eleştiriyor, gün geliyor sorguluyor, gün geliyor iyi şeylere de “bravo” diyor…

Ona göre medya iyi bir sınav veremiyor ve bütünüyle tüm kurumlarda bir itibar kaybı var, sokaktaki insan izlediğine de, okuduğuna da güvenmiyor… diyor…

Son zamanlarda kendisine yönelik “MHP düşmanı gazeteci” suçlamalarına gülümseyerek yanıt veriyor ve bunu asla kabul etmiyor. Sadece süreçte bu partiyi anlamakta güçlük çekiyorum diyor…

Yeni Anayasa çalışmaları ve artan terör olayları konusunda çarpıcı açıklamalar yaparken, yargıya yönelik eleştirilerde de bulunuyor. Adliyelerin önünden geçmeye korkar oldum, yanlışlıkla geçersek bizi de tutuklarlar diye endişeleniyorum diyor… Yine çok konuştum, biraz daha anlatırsam röportajı okumaktan vazgeçebilirsiniz o nedenle ben aradan çekiliyorum, şimdi sizi Tezkan’la baş başa bırakıyorum. Sizlere güneşli güzel günler diliyorum. Sevgiyle kalın…

RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY CİMİN
TWİTTER: gazetecialev
Mail:
alevgursoy2008@gmail.com

“BUNLAR KOKTEYL TERÖRÜ, MESELE BU KADAR BASİT DEĞİL”

Türkiye’nin öncelikli gündemi gün geçtikçe tırmanan terör olayları ve yeni Anayasa çalışmaları. Anayasa çalışmalarına geçmeden önce bu terör belası ile başlamak istiyorum.  Güne artık bomba sesleriyle uyanır olduk, önceden yılda desek şimdi haftada bir terör saldırısı ile uyanıyoruz güne. Neler oluyor? Neden bu kadar arttı terör olayları?

Niye arttığının cevabı biraz Ortadoğu’da yatıyor. Ortadoğu’daki olayları iyi irdelemek lazım. Suriye ile Irakta’ki  gelişmeler krizin derinleşmesi, çeşitli grupların ortaya çıkması onların birbirleriyle çatışması, bizim sınırlarımızın açık alan olması, oradaki terörü son zamanlarda bizim topraklarımıza taşıdı. Önceden PKK vardı şimdi IŞİD denilen örgüt ortaya çıktı. PKK’nın son dönemlerde çözüm süreci bittikten sonra birden farklı bir politika izlemesinin nedeni de Suriye. Kobani’deki o direniş, Kobani’de yapılan o eylemi PKK’nın Türkiye’de yapmak istemesi, onların da başarılı olamayıp çok sayıda insanın Sur’da, Cizre’de ölmesi.  O barikat yöntemiyle sırf Kobani’ye çevirmek için Güneydoğu’da böyle bir operasyona giriştiler. Orada bir başarısızlık oldu PKK açısından.  Çok zaayiet vardı hem şehir kadrosundan hem dağ kadrosundan. Bu sefer hangi maliyeti seçti kendine daha az maliyeti olan kendi fedailerini bomba yüklü araçlara koydular ve bazı belirledikleri hedeflere gittiler. Bunu nasıl yapabilir? Bomba temin ettiği sürece, el yapımı bomba yapabildiği sürece bu eylemleri yapabilir. İkinci başımıza gelen bela aslında sadece bizim değil biraz daha batının, ama biz daha sınırda olduğumuz için bu IŞİD denilen bir mesele. İŞİD de canlı bomba kullanıyor, havaalanı baskınında olduğu gibi. Bu ikisiyle de Ortadoğu’daki yangın durmadan baş etmek kolay bir mesele değil. Çünkü IŞİD denilen örgüt Türkiye’de de örgütlenmiş ve altyapısı olan bir örgüt. Saldırıyı yapan Kırgız ya da farklı ülkeden ama buradaki bağlantıları da nereden yaptığı önemli. Adam profesyonel biri, eylemi yapıyor ama buradaki bir yığın insan da lojistik destek veriyor. Daha önceki bombalı eylemlerde de lojistik destekler oldu yani. Kolay değil bir kızın üzerine Antep’te canlı bombayı koyup o kına düğününe gönderdiler. PKK’ya bakıyorsun o da geldi Dolmabahçe’de bakın az buz değil, o insanların orada toplanacağını bilmek bir istihbarat işi. Her zaman o kalabalık orda olmaz. Neden o kalabalık o gün vardı? Ben de maçtaydım. İlk defa Bursa seyircisi gelmiş, orada polislerin yoğun olmasının sebebi Bursa seyircisi. Oradan eski Divan Otel’ine çıkan yol kapalıydı, her zaman açık olan yol o gün kapalıydı. Bende merak ettim acaba terör mü var diye. Her çıkanı yaya diye yukarı bırakmıyorlardı. Polis dolu, araç trafiğine kapatılmış ve insan trafiğine de kapalı. Mecburen diğer taraftan Taksim’e çıkabildik. Sonra öğrendim ki Bursaspor taraftarı Beşiktaşlılarla kavga olmasın diye o yoldan yukarıya doğru çıkarılıp götürülecek. Bu kadar yoğun bir güvenlik. Ondan sonra o polisler orada toplandığı an bekliyor adam Bursa taraftarı da gidiyor, bütün işler bitiyor. Onlar tam biteceği sırada geliyor. Şimdi bu saldırı langur lungur gelen bir saldırı değil istihbaratı olan bir saldırı. Bursa taraftarı ne kadar bekliyor 1 saat kadar maçtan sonra. Ne kadar sürede dağılır yarım saatte dağılır.  Adam hepsini hesaplamış, polisler o sıra dağınık ve dağınık olan polisler ne zaman toplanır şu saatte. Yani bütün bunlar istihbaratı olan işler. Türkiye’nin lanetleyip bunların hepsini geçiştirmemesi lazım, bunları yabancı devletler yapıyor, bunlar kokteyl terördür. Mesele bu kadar basit değil yani.



“İSTİHBARATTA ZAFİYETİN NEDENİ …”

Her olay sonrası bir istihbarat zafiyetinden söz ediliyor, sizce de var mı istihbaratımızda bir sorun?

İstihbaratın çok büyük zaafı var. Bunun nedeni bu Fettullah denilen örgüt bu istihbaratta son derece etkindi.  Özellikle polis istihbaratının büyük bir bölümü vardı ama şimdi onların büyük bir kısmı oradan alındı.  Yerine koyduklarının ne kadar tecrübeli olduğunu bilmiyoruz. PKK içindeki senin MİT’in, Polisin eskiden vardı şimdi onlar Fettullahçı olduğu için bilgi akışını mı kesti. Ayrıca bize çevre ülkelerden yeteri kadar istihbarat gelmiyor. Suriye, Irak’tan bilgi alamıyorsun oralarla aran kötü.  İran şimdi veriyor mu bilmiyorum ama düne kadar İran’la aran kötü istihbarat alamıyordun. Rusya ile de aran yeni düzeldi istihbarat alamıyorsun. Amerika ile ikide bir kavga ediyorsun istihbarat alamıyorsun.  Şimdi kendin için dünyadan istihbarat alamazsın, onlarla da iş birliği yapmak zorundasın yani. Bu manzara maalesef terörü devam ettiriyor ve her geçen gün de korkutuyor.

2017 yılı için bir öngörüde bulunabiliyor musunuz? 2016’yı aratır mı yoksa daha mı iyimsersiniz?

Önümüzü göremiyorum çünkü IŞİD denilen bu örgütün önümüzdeki dönemlerde hangi hücrelerini ne şekilde kullanacaklar, dışarıdan mı adam getirip eylem yapacaklar, içeride ki güçlerini mi kullanacaklar ne boyuta olayı taşıyacaklarını kestirmek çok zor.

“KORKMUYORUM DİYEN YALAN SÖYLER”

Korkuyor musunuz?

Ne olacağı belli olmayan bir yapı. Elbette endişe duyuyorum. Korkmuyorum diyen yalan söyler. IŞİD’in amacı da yaptığı daha çok bizi bu hale getirmek. Hayattan koparmak. Geliyor bir eylem seçiyor işte bakın Reina. Nasıl korkmayalım? Eğlenmeye giderken adamın biri geliyor, seni tarıyor, eğlence kabusa dönüyor ve sonra o katil elini kolunu sallayarak o mekandan çıkıp gidiyor ve burnu bile kanamıyor.

“PAKİSTAN GİBİ OLDUK”

Reina’nın seçilmesi bir tesadüf mü yoksa başka mesajlar da barındırıyor mu?

İyi seçilmiş bir yer, istihbaratı yapılmış. Yeni yıl akşamı yapılması da tesadüf değil. Hem oranın o gün çok kalabalık olacak olması. Hem de burada böyle bir saldırının yapılması ile tüm dünyanın gözlerinin buraya çevrilecek olması.  Çünkü yabancıların da çoğunlukla gittiği bir yer. Dünyadan da bir yığın insan öldü. Yılbaşı, Reina başka bir tarafa da çekebilirsin ama adamın müthiş bir profesyonel olduğu belli. Daha önce Reina’da bu adamın keşif yaptığı çok net ortada.  “Hadi gidelim bir eylem yapalım” diye yapılmış bir eylem değil. Bu Fransa’daki Charlie Hebdo dergi baskınından sonra o ülkeye kızmıştık, dedik ki ya sizin istihbaratınız çalışmıyor mu? Biz de şimdi aynı duruma düştük. Kaçıncı saldırı son bir ay içerisinde. Kayseri, Dolmabahçe, Rus büyükelçinin öldürülmesi. O da başlı başına bir olay yani. Bu olayların hiç birini çözemedik. Rus Büyükelçi olayı, çözemedik. Orada bir tane adam var o adamı neden vuruyorsun ki, keşke yakalansaydı da konuşsaydı. Onun bağlantıları onun Rus Büyükelçisini vurmasındaki amaç neydi? Kim istedi? İlişkilerimiz bozulsun diye mi yapıldı? Bu Türkiye’yi yönetenler de çocuk değil ki Rusya’nın başındakilerle kavga mı edecekler. Onlar da dönüyorlar bu işi kimin yaptığını arıyorlar. Başka bir amaç var. Onu bulabiliyor muyuz, tam onun üzerine yoğunlaşırken yenisi oluyor Reina olayı gerçekleşiyor. Şimdi Reina olayı üzerinden gidiyorum. Ee terörle iç içeyiz, dönüp baktığımız zaman Pakistan gibi olduk. Her gün ya da her hafta bir patlama ve bilanço son derece ağır oluyor…

İstatistiklere dönüşecek yakında gibi görünüyor?

E oldu zaten.

Tüm bu olaylara baktığınızda iktidarın dış politikasını eleştirebiliyor musunuz?

E tabii. Başbakan Yardımcısı kendisi söyledi. Suriye politikamız başlı başlına yanlıştı. IŞİD nereden gelen bir terör örgütü Suriye’den. Bu politika yanlıştı diyor. Orada bir IŞİD yapılanması olmasaydı, başımıza bela böyle bir örgüt olmayacaktı.  Nereden geldikleri belli değil bunların. Bakıyorsun Havaalanı saldırısı Çeçen, Reina saldırısı Kırgız. Gidiyorsun Paris’te ki saldırıyı IŞİD üstleniyor, onlarda oranın IŞİD’cisi.

“BİRBİRLERİNİ DEĞİL, KENDİLERİNİ SORGULAMALARININ ZAMANI GELDİ”

Dünyada Bir islamifobi oluşturuyor mu bunlar?

E oluşmaz mı? Şimdi bakıyorsunuz bütün bombalar İslam coğrafyasında patlıyor. İslam coğrafyası da kalkıp diyor ki “bizi birbirimize düşürüyorlar” e düşme o zaman. Hiç kimse de birbirini sorgulamıyor. Bu örgütler, bu yapılar nereden çıktı nerede yetişiyorlar? Bütün İslam coğrafyası ülkelerinin oturup biz neden bu haldeyiz, neden birbirimize düşmanız diye düşünmesi lazım. Batı bunu Ortaçağ’da çözdü. 40 yıl savaştılar, Protestan’dı, Hristiyan’dı. Onlar da mezhep savaşlarından bir sonuç alınamayacağını anladığı için büyük bir barış geldi batıya. Mesela Abdullah Gül’ün dediği şey çok doğru. İslam dünyası Ortaçağı yaşıyor. Aynen de haklı. Hristiyan dünyasında ne olduysa şimdi İslam dünyasında aynı şey oluyor. Suriye’de yıllardır birlikte yaşayan iki grubun birbirine düşmanlığını, Irak’ta benzer bir tablo var. Yemen’de insanlar birbirlerini öldürüyor, hiç orası gündeme gelmiyor orada da iç savaş var.

Terör tırmanırken, iç savaş endişesi dillendirilmeye başlandı. En korkuncu da bu sanırım. Mesela Reina olayına bir bakıyorsunuz, “oh” diyen de var, insanların hayat tarzlarının tartışmaya açılması da. Yeni yıl üzerinden bile insanların yorumlarını görüyorsunuz, acayip bir kutuplaşma söz konusu. Ne düşünüyorsunuz?

Şiddet ortamları şiddeti doğurur. Şiddetle büyüyen insanlar şiddeti görerek büyüyen insanlar onu bir araç olarak görür. Şimdi Irak’ta büyüyen bir insan şiddetle büyüdüğü için aklına gelen ilk tepkisini şiddetle gösteriyor. Başka bir kanal bilmiyor ki. Bir hukuk ve demokrasi kanalı diye bir şey bilmiyor. Bizim toplumda da hem kutuplaşma hem şiddetle yaşama özellikle Güneydoğu’da bir nesil şiddetle büyüdü.

Reina için de orada eğleniyorlardı “gebersin” diyenler oldu. Bu ürperticiydi?

E işte var. Başka yaşama öfke duyanlar da var, onlar da öbür tarafa öfke duyuyor. İşte siz Türkiye’yi bu hale getirmek istiyorsunuz diyorlar bunların hepsi karşılıklı.

Önceden bu kadar kutuplaşma yoktu, neden arttı?

Siyasallaştı herkes. Şimdi insanlar birbirlerine karışıyor. Din meselesi, ülke yönetimi olarak başka bir tarafa çekildi. Yanımızda bunu körükleyen Irak da oldu, Pakistan da oldu, Mısır da oldu. Onların etkisi yok mu? Mısır uzak bir yer, Mısırda’ki olaya Türkiye’den iki ayrı cepheden bakan insanlar var. Kimi doğru oldu diyor, öbür tarafı Mursi’yi tutuyor. Niye bu adamı attılar kestiler. Kimi diyor ki bu adam derin devleti kuracaktı falan. Oradan bile bir kutuplaşma olacaktı. Onun da bir uzantıları var. Kimi Alevi, diğeri Sunni. Hep böyle altında yatan dini farklı yorumlamak var. Farklı yorumlayabilirsin ama kendin için yorumla. Kendi yorumunun bir devlet biçimi haline gelmesini isteyen grupların kavgası.

Sosyal Medyanız var mı. Kullanıyor musunuz?

Yok kullanmam. Sadece Twitter’a sabahları yazı koyuyorum.

“SOSYAL MEDYADA YAZILAN HER ŞEY DOĞRU DEĞİL”

Orada olan bitenlerle ilgili ne düşünüyorsunuz? Son dönemde büyük bir klavye delikanlılığı var. Onun yanı sıra Sosyal Medya’da büyük operasyonlar oluyor, iki satır yazan gözaltına alınıyor vs?

Ben de onları haber olarak takip ediyorum. Oraya girdiğin zaman orada her şey doğru değil. Orada bir grup insan etkili oluyor, manipülasyona açık bir ortam, oradan aldığın bilgi ne kadar sağlıklı?  Biraz insanların oraya kendilerini kaptırmamaları gerekir diye düşünüyorum. Çünkü giriyorsun bir şeyler yazmışlar sen de ona göre bir şeyler yaz. Doğru kullanılmıyor gibi geliyor sosyal medya.

“ADLİYENİN ÖNÜNDEN GEÇSEK BİZİ DE TUTUKLAYACAKLAR O HALE GELDİK”

Ahmet Şık da attığı bir tweet nedeniyle tutuklandı, ne düşünüyorsunuz?

Ben hiçbir şekilde katılmıyorum. Bir tweet nedeniyle insan tutuklanır mı ya. Hakaret etti diyelim, bunu hakaret ettiğine kim karar verecek, mahkeme karar verecek. Hakaret ettiğini düşünen savcı der ki bu adam devletin şu organlarına, devletin büyüklerine şunlara hakaret etti. Bunu iddia ediyorum çünkü savcı bir iddia makamı. Sonucunda dava açılır mahkeme bakar evet sen hakaret ettin, para cezası, sen hakaret ettin hapis cezası yani bunların bir prosedürü var. E tutukladın ne diye tutukluyorsun? Delilleri ortadan mı kaldıracak. Şu anda hapiste olan bütün gazetecileri bırak Ahmet Şık değil sadece. Şahin Alpay mesela neden tutukladın? Yazılarından dolayı tutukluyorsun. Ne yazmış, yazdıklarında suç varsa gidersin mahkemeye. İçeride tutarak ne elde ettiği, mal varlıklarına el koyuyorsun gazetecilerin e şimdi bunun öyle olmadığını birilerinin mahkemenin karar vermesi lazım. Adalet Bakanından tutun Başbakana kadar en zor şey tutuklama olmalı diyor. En zor şey değil adliyenin önünden geçsek bizi tutuklayacaklar o hale geldik. Kim gittiyse içeri alınıyor, gidenin bırakıldığını görmedim.

“BELKİ BİR GÜN ONA DA GELİR SIRA”

Yazarken hiç tedirgin oluyor musunuz? Malum hassas günlerden geçiyoruz…

Olmuyorum. Çünkü kimseye ne hakaret ne küfür ediyorum. Ne de yalan yazıyorum. Ben iktidarı tamam eleştiriyorum, getirdikleri anayasayı eleştiriyorum ama ben kalkıp da kimseye hakaret etmiyorum. Ben hakaret etmediğim sürece ne diyecek? Seni bu fikirlerinden dolayı içeri mi alacağız diyecek, belki bir gün ona da gelir sıra. Ben şimdi Başbakan’ı eleştiriyorum ama ne yalancısın diyorum ne en ufak bir kişiliğini incitecek söz söylemiyorum. İcraatını eleştiriyorum, bu yaptığın yanlıştır diyorum. Zaten benim işimin bu olması lazım.  O yüzden ben gazeteciyim. E vallahi şöyle de bir durum ortaya çıkıyor. Bir dönem yine böyle bir dönem yaşadı Türkiye.

“HİÇ İLGİLERİ OLMASA BİLE HERKES FETÖ’CÜ DAMGASI YEMEKTEN KORKUYOR”

Medyada bir korku imparatorluğunun kurulduğu iddia ediyor, bun a katılıyor musunuz?

Kaygılar ve endişe hâkim. Bakın Ergenekon dönemi yaşandı. Korkunç bir süreçti. O, onu şikayet ediyor, savcı hakim derken çok kolay tutuklamalar oluyordu. Hatta bu kadar kolay olmasın diye seminerler bile yapıldı. O zaman şimdi diyoruz ki bu tür kararları verenler Fettullah Gülen’in sivil imamlarıymış. Adliye imamı, Çağlayan İmamı o işte kızıyor Mehmet Tezkan’a bir ceza verin diyor. Çünkü ifadelerde bunlar çıktı. Ne yapalım gidelim bilgisayarına şunu koyalım yatsın bir sene falan.  O dönem Ahmet Şık’ı neden yatırdılar, işte bu yüzden yatırdılar. Orada savcılara hakimlere yandan direktifler veriliyordu, onlar hukuka değil kendi imamlarına bakıyorlardı. Bugünkü durumda ise bana göre adli bir korku var o korku da Fettullahçı olma korkusu. Çünkü insanlar ufacık olaylarda bile bir birini hemen sucusun bucusun diye yaftalamaya başladı. FETÖ’cü olmasan bile ya öyle derlerse, ya üzerime yapışırsa korkusu oluştu. Sen de mi o’sun ya da onlardansın diyecekler diye insanların ödü kopuyor. İklim çok kötü.  Savcı ve hâkimler de sürekli insanları tutukluyorlar. 40 bin tutuklu olmuş nedeninin bir tanesi de bu. Yani alıyorlar adamı savcı sevk ediyor, tutuklayın diyor hakim diyor ki ben bu adamı yollarsam bu adam ileride kripto Fetöcüyse veya hakikaten teröristse. Benim başım ağrır diye düşünüyor, korkuyor ve hemen tutuklama kararı veriyor.

HAKİM VE SAVCILAR DA ÇOK KORKUYOR VE O YÜZDEN…

Siyasetten de etkileniyorlar. Siyasetin ağırlığı adliyeyi ve kararları etkiliyor. Hâkim diyor benim şimdi HYSK ile Bakanlarla aram kötü mü olsun, tutuklarım sonra duruma bakarız diyor. Bir üst mahkemeye gidiyorsun savcı, hâkim istemiş diğer karar verecek hakim ya da kişi bana mı düştü bu adamı tutuklamamak diyor. İddianame çıksın asıl mahkemesi kimse o bakar diyor. Adam geliyor 6 ay yatıyor daha iddianame çıkmıyor. Aslı Erdoğan üç ay yattı değil mi? Neden bıraktılar? Bunun sorulması lazım. Kardeşim sen bu yazarı neden serbest bıraktın. Hadi tutukladın bir gelişme olur bırakırsın, yazılar aynı yazılar orada duruyor. Nedir bu ceza kesmek iste. Diyorsun ki 3 ay yeter. Bunun sorgulanması lazım ülkede. Kardeşim sen bırakıyorsun da neye istinaden bırakıyorsun. Tutuklama gerekçene kuvvetli şüphe diyorsun e o şüphe geçti mi, o adamı 3 ay sonra bırakıyorsun. Ergenekon da aynı şey oldu. Baktılar bu 3 sene yatmış bu 5 sene yatmış bırakalım. Aynı şey burada olmasın. Artık adliyelerde, yargı da kendi kimliğini ortaya koymaları lazım. Hakimlerin artık kararları insanların lehine yorumlamaları lazım devlet adına değil. İleri de o adamı mağdur etmeden, hayatını kısıtlamadan kararlar verilmeli.

“HERŞEYİN SORUMLUSU ADİL ÖKSÜZ, ONUN BIRAKILMASI HERKESİ KORKUTTU”

Ergenekon, Balyoz gibi süreçlerle bu süreç benziyor mu? İki dönemi de karşılaştırırsak ne ortaya nasıl bir analiz çıkar?

Hiçbir fark yok. Artık korku imparatorluğu var. Savcı, hakim sürülürüm diyor, adımı çıkarırlar diyor. Çünkü ihbar mekanizması var. O Adil Öksüz denilen kişinin bırakılması ve sonra bu adamın önemli bir insan olarak ortaya çıkması diğer hakimleri de korkuttu. Belki ben hakim olsaydım bende önüme gelen dosyada bu adam bu kadar sene kendini saklamış ileride benim başıma sıkıntı olur diyerek ben de belki önüme gelene tutuklama verecektim. Ama yavaş yavaş o sıcaklık geçtikten sonra kimin IŞİD, kimin PKK bağlantılı olduklarına hakimlerin artık oturup karar vermesi lazım. Toplumda adliyeye gidersek içeri düşeriz havasının dağılması lazım. Biz böyle yaparsak toplum zaptırap altına alınabilir diye düşünüyorlar ama bakın yabancılar gelmiyor artık. Yatırımlar durdu. Gelmiyor çünkü güvenilmez ülkeler arasına giriyorsun. Çünkü sende hukuk yok, damgayı yemişsin fetullahçı bir yargı. Ne çıktı batı dünyasında Türkiye’de yargı ele geçirilmiş bir takım hakim ve savcılar istedikleri gibi karar veriyorlar demek ki Türkiye’de hukuka güvenilmez. Şimdi sen onu dünyaya anlatıp insanları çekeceğine şimdi yine böyle bir sudan sebeplerle tutuklamalarla dışardaki yatırımcıya diyorsun ki kardeşim ben gideceğim oraya ama niye? Onlara mı güveneceğim? Adam gelip çok cazip bir teklif olmazsa parasını Türkiye’ye yatırmıyor. Bütün veriler ne kadar çıkışın olduğunu gösteriyor. Boşuna Cumhurbaşkanı, Başbakan çıkıp yatırım diye bağırmıyor neden bağırıyor çünkü yatırım yapılmıyor. Bırakın yabancıyı yerli adam bile kılını kıpırdatmıyor. Neden kıpırdatsın yarın neyin olacağı belli olmayan bir durumda adam parasını neden harcasın kenarda param dursun diyor. Böyle bir durum da ekonomi düzelmez ki.



“MAALESEF Kİ ARTIK TÜRKİYE’DE O GRUBUN İÇİNDE”

Turistte gelmiyor bu şartlarda…

E gelmez. Bombaların patladığı bir yere gider mi. Sen şimdi buradan Şam’a Halep’in batısı güvendeymiş oraya gideyim der misin? Batı da böyle görüyor işte bizi.  Artık Suriye, Irak, Lübnan, Ürdün, Türkiye bir bütün… Eskiden ayrı görüyorlardı şimdi artık o coğrafya kötü bir coğrafya olarak görüyorlar.  Bu sene gelirse Ruslar gelir, Antalya’ya. Onlar da uçakla gelir girerler her şey dahil bir otele. Oteller de kar etmeyelim ama kapatmayalım da iş yeri dönsün diye en düşük fiyattan verir. Onlar da en düşük fiyat neredeyse başka ülkeye gideceğine bizim ülkemizi tercih ederler onlar gelir yani.  Ama İstanbul’a büyük şehirlere gelmez hele bu son saldırıdan sonra hiç gelmez.

“İNSANLAR SOKAĞA ÇIKMAYA KORKUYOR, YA PATLATIRLARSA …”

Yabancı turist gelmiyor da siz mesela ailenizle bir alışveriş merkezine gidebiliyor musunuz. Kalabalık bir ortama girebiliyor musunuz?

Tabii ki bizde de var o korku. Benim çekindiğim yere turist neden gelsin. Herkes çekiniyor. Ben Salı günü Arnavutköy’de bir balıkçıya gittim saat 8 o kadar az araba geçti ki boğaz yolundan araba geçmiyor, kimse yok ortada. Taksim’e kimse çıkmıyor. İnsanlar korkuyor buraya gelen oraya da gelir patlatır diyorlar…

“NASIL BİR ANAYASA BİLMİYORUZ”

Tüm bunlar yaşanırken ülkenin çok konuştuğu bir başka gündemi daha var aslında. Gelelim ona yani yeni Anayasa çalışmalarına. Çalışmalar ağrılı sancılı başladı.  Türkiye sizce istediği herkesin temsil edildiği, kucaklayıcı bir Anayasaya kavuşabilecek mi?

Anayasa konuşulmuyor bile bir konuşulsa da bizde tam net olarak anlasak. Kimse konuşmuyor herkes sustu. İşte biraz ana muhalefet lideri konuşuyor o da ne kadar medyada yer alacak ne kadar anlatabilecek. Diğerleri de konuşmamayı tercih ediyor. Bir iki defa Başbakan daha güzel olacak falan diyor. Pazartesi yani bugün mecliste anayasa, meclis büyük ihtimalle akşama kalacak ve akşam da yayın olmayacak orada birtakım tartışmalar olacak. O tartışmalar hangi madde neyi getiriyor ne olacak diye. Bugün bir yerde okudum halkın büyük çoğunluğu yeni anayasanın ne olduğunu dahi bilmiyor. Bilgim yok diyenler çoğunlukta bilgim yok diyorlar ama ondan sonra referanduma önüne gelecek. Neye evet neye hayır diyecekler peki? Millet bunun ne olduğunu bilmiyor. kulaktan kulağa yayılan bir anayasa.

“MHP DÜŞMANI GAZETECİ DEĞİLİM AMA ONLARI ANLAYAMIYORUM”

CHP diyor ki; Türkiye adım adım karanlığa gidiyor, ama MHP öyle demiyor siz de MHP kanadında pekte sevilen bir gazeteci değilsiniz açıkçası, bazı yazılarınız sebebiyle MHP düşmanı ilan edildiniz. Gerçekten MHP düşmanı mısınız?

Yok canım asla değilim. Gazeteci kimseye düşman olmaz. Kin tutmaz, önyargılı hiç olmaz. Sadece MHP’yi anlayamıyorum.  MHP düşmanı olsam zaten MHP’yi yazmazdım.  Olaylar üzerine yazıyorum. Bakın kısa süre önce MHP’nin arasından bir grup çıktı, dedi ki; önce bir kongreye gidelim. Ne oldu? Bizim 7 Haziran’da şu kadar milletvekilimiz vardı, 1 Kasım’da yüzde 50 küçüldük. Gelin kongrede konuşalım. Orada baktığınız zaman bu bir partide olması gereken bir şey değil mi? Bende “kongrede hesaplaşın” dedim. Banane MHP’den yani. Genel merkez kongreye gitmeye direndi, olaylar çıktı. Ne oldu? Kongreye gitmek isteyenleri partiden attılar, şimdi parti böyle. Bir partide demokrasi yoksa Türkiye’de de demokrasi olmaz. Yani kendi demokrasisine izin vermeyen bir parti, Türkiye için bir demokrasi isteyemez ki. Kendi tabanına hesap sormaya izin vermiyor, başkasına hesap sorma durumunu da elinden alıyor. İkinci mesele bu başkanlık sistemini MHP neden çok istiyor sorusunu sormamdan kaynaklandı. İktidar partisinin neden çok istediği belli. Diyorlar ki; Kardeşim bizim doğal liderimiz var, doğal liderimiz Cumhurbaşkanı’dır. Zaten fiili bir başkanlık sistemi var, biz onun emrinden çıkmıyoruz, biz bütün her şeyi bırakalım o gelsin ülkeyi yönetsin diyor. O anlaşılır bir şey.  Cumhurbaşkanı ne derse de o oluyor. En somut örnek, cinsel istismar tecavüz yasası. Adalet bakanı, Başbakan “çarpıtmayın bu tecavüzcülere af değil mağdurlar var” dediler. Cumhurbaşkanı “bunu bırakın” dedi hop ertesi gün geri çektiler. O gün iktidara yakın gazetelerden birçoğu gece olduğu için değiştirmemiş, Binali Yıldırım’ın demeci ile çıktı; Geri adım yok! Sabahleyin Binali Yıldırım çıktı geri çekiyoruz dedi, neden? Cumhurbaşkanı gece yarısı bu işi bırakın dedi. Onları anlıyorum. MHP neden bunu istiyor? Onu anlamak zor.

“İKİ PARTİ 15 TEMMUZ’DAN SONRA KOALİSYON KURDU, BU İTTİFAKIN ZİRVESİ BAŞKANLIK SİSTEMİ VE YENİ ANAYASADIR”

MHP lideri Devlet Bahçeli “bir oyum var hem referanduma hem de başkanlık sistemine” evet diyeceğim. Bunu anlayabildiniz mi?

Bence  15 Temmuz’dan sonra devletin içerisinde bazı boşalmalar oldu. Bana göre de büyük bir Ak Parti, MHP koalisyonu kuruldu. Buna sadece siyasi olarak bakmamak lazım. Devlet kadrolarında güvenlikten, bürokrasiye, sağlıktan eğitime kadar birçok alanlarda boşalmalar oldu. O alanları sadece milli görüş yani Ak Partiden gelenlerle doldurma imkanı yoktu. AK partinin kadrolarıyla ülkücü kadrolar bir ittifak yaptı. Bu ittifakın zirvesi de bana göre bu başkanlık sistemi ve yeni anayasadır. O yüzden diyorum ki, bütün kadrolarda bir ittifak var milletvekili sayısını artırdılar 550’den 600’e niye artırıyorsun? İş yükü azalıyor ve sayı çoğalıyor.

“KENDİ VARLIĞINI ORTADAN KALDIRAN BİR ŞEY İSTER Mİ İNSAN İSTEMEZ, MHP ÖNEMLİ BİR AKTÖR OLACAK”

Bu 2019 yılında yapılacak olan seçimlerin bana göre temellerini atıyorlar. MHP’liler hayır diyor, bilmem ne. Göreceğiz 2019’a giderken nasıl işliyor. Devlet Bahçeli başkan adayı olmayacaksa başkanlık sistemini neden istiyor? Anlaşılabilir bir durum mu? Hükümet olmayı istemiyor o zaman. Çünkü yeni modelde hiç kimsenin hükümet olma şansı yok. Ya başkan olacaksın ya da dışarıdan kuracak. Şimdi biz mecliste kalalım mı diyorlar, meclisin artık bir denetimi kalmayacak, meclisi giderek küçültüyorlar. Cumhurbaşkanına yasama yetkisi de veriliyor. MHP neden istiyor sorusuna ben cevap bulamıyorum. MHP’lilerde cevap veremiyorum. Efendim biz şunu istemiyoruz, çift başlılık yok şudur budur. Kendi varlığını ortadan kaldıran bir şey ister mi insan istemez. Demek ki bir koalisyon var ki o koalisyonun içerisinde MHP önemli bir aktör olacak.

Gizli bir anlaşma yapıldı diyorsunuz o zaman?

Gizli anlaşma değil, bu bir oturup ittifak yapmaktır. Dediğim gibi güvenlikteki kadrolarda bir yığın polis memuru alındı. Onların yerine kim koyulacak bence MHP’ye yakın ülkücü olan polisler oralara getiriliyor.  Eğitimde de çok kadro boşaldı. Solcuları getireceğine muhafazakar, ülkücü tabanı getirecek hem kendilerine de yakın bir taban.

“MİLLETVEKİLLERİ DE AMAN FETÖ’CÜ DERLER DİYE KORKUYOR”

Süreçte MHP’de bir bölünme olur mu? En son Genel Başkan Yardımcısı Atila Kaya istifa etti.

Yok olmaz. Belki birkaç kişi daha istifa eder o kadar. Bence bu 330 sayısını engelleyecek tehlikeye sokacak bir bölünme MHP içerisinde olmaz. Öbür taraf zaten çok sıkışmış halde, milletvekilleri görmeden imza attı hepsi. Anayasa maddeleri AKP ile MHP arasında görüşmeler halindeyken bu tarafta imzaya açıldı. Bütün milletvekilleri imzaladı ama ortada metin yok. Buradan da bir şey bekleyemezsin. Onlar da biliyor ki yarın öbür gün ben buna hayır dersem birisi de derki sen fetöcü müydün? Milletvekilleri de korkar duruma geldi öyle bir duruma geldik herkes birbirini bir şeyle suçlar duruma geldi. O zaman özgür irade kalmadı. Özgür iradenin kalmadığı yerde sen iyi veya kötü hiçbir şekilde anayasayı konuşmaman lazım.

“BAŞKANLIK DEĞİL POSTBAŞKANLIK DİYORUM”

Sizce adım adım başkanlık sistemi geliyor mu?

Geldi zaten daha ne kadar gelecek. Buna başkanlık değil postbaşkanlık diyorum ben. Başkanlık sisteminde bile böyle bir şey yok. Başkanlığın da bir adım yukarısı. Kuvvetler birliği sistemi gelen sistem. Meclisin bütün yetkisini alıyor. Yargıyı belirleme yetkisini yürütmenin başı Cumhurbaşkanına veriyor. Bütün üst bürokrasiyi ve devletin bütün kurum ve kuruluşlarını istediği gibi dizayn ettiriyor.

Şimdi bu sistem Tayyip Erdoğan’a göre düşünülüyor, hepimiz ölümlü insanlarız, vakti geldiğinde bir gün hepimiz öleceğiz, Peki Tayyip Erdoğan’dan sonra ne olacak?

Onu şimdiye kadar kimse düşünmedi, düşünmüyor. Şimdi bana göre şöyle bir plan yapılmış. 2033’e kadar galiba bir plan var. Nedir bu plan? 2019’da seçim olacak Tayyip Erdoğan başkan olacak. 2024’de yine başkan olacak. 2029 seçimlerine girme hakkı yok. Ama bir madde koymuşlar ikinci dönemde meclisi feshederse toplu halde seçime giderler diye. Cumhurbaşkanı o zaman bir kez daha katılıyor. 2028’de Cumhurbaşkanı Meclisi anlaşarak fesheder bir daha girer etti 5 daha koy 2033. Şimdi 2033’ e kadar bir plan yapılmış. Tutar tutmaz orası bilinmez. Ama önümüze koyulan metinde Cumhurbaşkanının 2033 yılına kadar ülkeyi yönetmesi. 2033 yılından sonra herhalde o zaman da ona bakarlar ne oluyor ne bitiyor diye.



“BEN BU SİSTEME KARŞIYIM ÇÜNKÜ”

Siz istiyor musunuz bu sistemi?

Karşıyım tabi ki, bunu her gün yazıyorum. Böyle bir sistem istenmez ki. Bir elde toplanması kimin müsteşar olacağını kurallarını belirleme yetkisini verirsen olmaz ki. Geldik mesela 2040 yılına. 2040 yılında nasıl birisi gelecek ve bu anayasa ile ne yapacak. Türkiye’yi nereye götürecek. Bir kişinin garantisi var mı? Bir kişi çıkıp bize 2040 yılında öyle olmaz böyle olur bir kişi aradan sıyrılır gelir ve bu anayasa ile istediğini güçlü bir şekilde yapar. Bütün HSYK’yı, yargıyı elinin altına alır, güvenlik birimlerini elinin altına alır bütçe zaten elinde.

MHP’ye bu sisteme destek verdiği için kızıyor musunuz?

Benim kızmam hiçbir şey ifade etmez ki. Evet, ben ortaya koyuyorum.  Bunlar ne nedenle bu nedenle diyorum bulduğum sonuç bu. Bu koalisyon kuruldu ve bu koalisyonun içinde Bahçeli de var. Bahçeli’nin durduk yerde hiçbir gündem yokken bunu getirmesinin bir nedeni ülkücü kadroların devlete yeniden dönüşü, Fettullah Gülen’den boşalan kadroların yerini alması olarak görüyorum. 

“ÇOK ŞAŞKINIM, HER YERDELERMİŞ”

FETÖ tehlikesi bitti mi sizce?

Onu bilemem. Bunların bende bu kadar yapılanmasına hayret ettim. Çünkü onlarla uzaktan yakından teması olan insanlar değiliz. Evet, görüyorduk fettullahçılar var savcılara diyorduk göz önünde olanlar var, bazı istihbarat servislerinde bunlar var. Ama o kadar acayip yerlerden çıktılar ki. Mesela 2. Ordu komutanının olması beni hayrete düşürdü. 2 Ordu Komutanı fettullahçı olmasının ne amacı var.

“HİÇ İŞİM OLMADI, HİÇ DE KORKMUYORUM”

Siz de yazarken bana da fetöcü derler diye çekinmiyor musunuz?

Niye desinler ki. Derlerse desinler. Fetullahçı olmadığımı dünya alem biliyor. Hayır korkanlar onlarla eskiden ilişkiye girmiş veya burada fetöcülerle yakın ilişkilere girmiş kişiler. Belki korkuyorlardır, bize de bulaşır mı diye. Ama benim toz kadar bir ilişkim olmadığı için korkmuyorum.

“MEDYA BÜTÜN OLARAK İTİBAR KAYBEDİYOR”

Medyayı nasıl buluyorsunuz?

Medyada büyük bir itibar kaybı var.  Ama şu yayın iyidir, şu yayın kötüdür dersek o yayının başında olan arkadaşlara da ayıp olur. Herkes bu zor dönemde kendi görüşleri çerçevesinde bir şeyler yapmaya çalışıyor. Sonuçta bir bütün olarak bakarsak medyanın bir itibar kaybına aşağı doğru gittiği malum. Ne kadar güveniyorsunuz okuduğunuza duyduğunuza dediğiniz zaman sokaktaki adama, güvenmiyorum lafının çıkması düşündürücü. Ha bu ister iktidara yakın olsun ya da uzak olsun topyekün olarak toplum bütün olarak görüyor ve medya bütün olarak itibar kaybediyor.



Barbaros Şansal’ın tutuklanmasıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Valla neden tutuklandıklarını söyledik ama daha da vahimi linç girişiminin apronda olması ve onları oraya kim örgütledi gitti. Ben o adamın öyle bir şeyler yazdığını yaşanan linç sonrası öğrendim. Türkiye’ye o uçakla gönderileceğini kim söyledi de orada beklediler yani. Birileri onları örgütledi. O daha da vahim bir durum. Her şeye şiddet. Cezasını biz verelime gidiyorsa gidişin ne kadar tehlikeli bir gidiş olduğunu siz düşünün.  

“BUNU ELEŞTİRMEZSEN MESLEĞE İHANET EDERSİN”

İktidara yakın bir medya organında çalışıyorsunuz ama suya sabuna dokunan sert yazılar yazıyorsunuz. Hiç kovulma endişesi taşıdığınız oluyor mu?

Valla olmuyor. Ne diyorum ben kendi yazdıklarımda kimseye hakaret etmiyorum. Bütün yazdıklarımı da yazarken gerekçelerini söyleyerek “böyle böyle” diye anlatıyorum.  Evet eleştiriler yazılar kaleme alıyorum ama bu yazılar hakaret içermiyor, gerçeklere dayalı, bilgiye dayalı yazılar. Son zamanlarda anayasa ile uğraşıyorum. Niye olsun ya da olmasın. Gördüğüm yanlışlıkları dile getirmeye çalışıyorum. Şimdi şunu eleştirmeyelim mi? Durduk yerde yüzde 50 zam yapılıyor köprüye. Bunu yazmayayım mı? Neden yüzde 50 zam yaptı. Bu zam normal bir ekonomi artışı, enflasyon oranıyla hiçbir ilgisi olmayan bir artış olduğu belli. Niye sen 3. Köprüyü çok yanlış yapmışsın, pahalı yapmışsın insanlar geçmiyor. Sen burada tünel yaptın orası da pahalı, oradan da geçmiyor. Burası ucuz geldi, burayı pahalılaştırırsam biraz insanlar oraya kayar diye yüzde 50 zam yapıyorsun. Şimdi bunu eleştirmezsen o zaman mesleğe ihanet edersin veya bunu anlatmasan. Kime normal geldi ki bu zam. Bir sabah bir kalkıyorsun aa şuraya bak. Bu zammın bir mantığı olur, hükümette o mantığı koyamadı zaten hemen geçiştirdi. E zaten toplumda artık bir tepki göstermiyor ne yapayım zamsa zam diyor geçiyor. Sonunda zararı cebe geliyor ve cebe de gelince çoğu kişiyi de etkilemiştir gidiş geliş az değil yüde 50 zam oluyor.

“BÖYLE YAPSALAR MEDYA DAHA İYİ BİR YERDE OLURDU”

Yazılarınıza hiç müdahale edildiği oluyor mu?

Olmuyor. Çünkü ben yazılarımı yazarken hukuku da baz alarak çok büyük hassasiyet gösteriyorum. Yazılarımı da kişiselleştirmemeye özen gösteriyorum.  Kişiselleştirdiğin şey de zaten okuyucu tarafından şüpheyle karşılanıyor. Mesela iktidarı eleştiriyorsun diyorlar ki senin de iktidarla alıp veremediğin var. Kardeşim benim alıp veremediğim yok benim yazdığım bu. Ben öyle şeylere girmediğim için herhalde gazete yönetimi de öyle düşünüyor, okurda öyle düşünüyor çünkü meseleyi ele alırken milliyetin meselesini ele alırken veya sınav sistemini ele alırken Milli Eğitim Bakanlığını kişisel olarak suçlamak yerine ben diyorum ki kardeşim bu yaptığınız yanlıştır. Tıpkı Enerji Bakanının mesela saat uygulaması yanlış diyorum. Şöyle sonuçları doğurdu. Çocuklar perişan oldu, sabah 8.20’de ancak hava aydınlanıyor, burası güneşli bir ülkeydi karanlık bir ülkeye döndü. Kasım ayında sonuçlar çıktı daha fazla enerji tüketmişiz buna itiraz kim edecek. Ben diyorum ki kardeşim senin bu yaptığın yanlış yarın öbür gün bir başka hamlesi doğruysa burada da bravo. Çoğunluk böyle yapsa ve bu işler kişiselleşmese belki medya daha iyi yerlerde olurdu.