İnfial
08 Ara 2016 09:46 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 22:14

Medyada “Tenkisat mevsimi” açılmıştır!..

Medyaradar medya analisti Atilla Akar her yeni yıl öncesi medyada yaşanan “tenkisatlar” olayına tepkisini koydu…

Aslında bu yazıya çok daha sert bir başlık atacaktım. Sonra vazgeçtim ama gördüğünüz gibi söylemeden de edemedim. Malum; hemen bütün medya kuruluşlarından ya tenkisat haberleri ya da “tenkisat hazırlığı” haberleri geliyor. Çalışanlar kuzu kuzu başlarına gelecek olanı bekliyor. Herkes “Acaba piyango bana mı isabet edecek?” diye bekliyor. (Milli Piyango’nun “Yılbaşı piyangosu” değil tabii!) Bir tedirginlik duygusudur ki gidiyor. Medyanın “Noel Baba  patronları” nın çalışanlarına –her sene olduğu gibi- standart yeni yıl hediyesi de bu olsa gerek!..

Beş yıl önce 28.10.2011 tarihinde gene Medyaradar’da bu sütunlarda “Medyada ‘Kapı önüne koyulma’ duygusu” diye bir yazı yazmıştım. Anlaşılan değişen fazla bir şey yok. Tersine daha da fütursuzlaşmış durumdalar. O yüzden konuyu bir kez daha ele alayım dedim. Artık ne işe yarayacaksa!..

MEDYADA İNSANIN HİÇBİR “DEĞERİ” YOKTUR!..

Nitekim şu sıralar medya kuruluşlarındaki “İnsansızlaştırma Kaynakları” gene harıl harıl çalışıyorlar. (Bu tabiri bilinçli seçtim ve bence duruma tam oturuyor!) Önlerinde çizelgelerden, hangi kritere göre seçildiği şüpheli isimlerin üstleri çiziliyor. (Nasıl olsa bir “bahane” bulunur!)  İstenen sayıyı tuttursunlar, “kotaları” dolsun yeter. Eskiden hiç değilse nezaketen servis şeflerine sorarlarmış, şimdilerde duyduğuma göre onları da çiğniyorlarmış. (Ya da onların bazıları “numara” çekiyor olabilirler!) Artık iyice kafalarına göre takılıyorlarmış!

Nasıl takılmasınlar ki? Tepki yok, itiraz yok, serzeniş bile yok. Herkes kurbanlık koyun gibi melül melül “kaderini” bekliyor. Her şey o kadar kanıksanmış vaziyette. Kışın ağaç yapraklarının dökülmesi nasıl normal ise şimdi de medyada “İnsan dökülmesi mevsimi” nde bütün bunlar “normal” kabul ediliyor. Aksini kim iddia edebilir ki zaten?

Çünkü medyada çalışanların bir “eşya” kadar değeri yoktur. (İnsan evindeki eşyayı atarken bile durup şöyle bir düşünüyor) Burada sanki bir “Dekorasyon malzemesi olarak insan” dan söz ediyoruz. Bu sistem kölecilikten bile geridir. Hiç değilse köle sahibi kölesine bakmak, doyurmak, barındırmak, tedavi ettirmek, vb durumundadır. Burada ise “Ne halin varsa gör” sistemi geçerlidir!

MEDYA ÇALIŞANINA “MEVSİMLİK İŞÇİ” MUAMELESİ!.. 

Hiç şüphesiz denilebilir ki “Patronların işe son verme hakkı yok mudur?” , “Adam verimsizse patron ne yapsın?”, “Burası devlet dairesi mi kardeşim?” Hepsinde haklıdırlar. Lakin böylesi zırt pırt, otomatiğe bağlanmış, mevsime ayarlı işten çıkartmalar sadece medyada mevcuttur. İddia edilebilecek türden bir “ekonomik rasyonalitesi” de yoktur. (Tek rasyonalitesi adice hesaplanmış olarak yeni dönemde zam yapmamak, kalanlara da “Halinize şükredin” dedirtmektir!) Sadece çirkin bir “alışkanlık” olmuştur o kadar. Çalışanlar üzerinde adeta bir “güç gösterisi” de denebilir. Ekonomik değil psikolojik bir operasyondur. Artık “kıyım”ın adı “tenkisat” olmuştur!

Alımların hangi kriterlere göre yürüdüğü belli olmadığı gibi çıkartmalarında “kriteri” belli değildir. Birileri alınır, birileri çıkartılır. Bütün bunlar sanki bazılarının “keyfi” yerine gelsin diye yapılmaktadır. “Yukarı katlar” öyle emretmiştir işte. Hızar dönmeye başlar. Sanki sosyal bir deney yapılmaktadır ve o deneyin “kobay fareleri” de çalışanlardır! 

Hiçbir sektörde –kriz dönemleri hariç- bu kadar toplu sirkülasyon yaşanmaz. Medyada ise krizin söylentisi bile yeter. Hemen fatura çalışanlara kesilir. (Onun bunun yalakaları hariç!) Yahut kurum zaten kâr etmektedir. Ama fazla zeki (!) yöneticiler kârı arttırmanın daha başka pratik yolları varken kestirmeden önlem olarak çalışanları işten çıkarma “çaresi”ni bulurlar. Bu aslında ne kadar “beceriksiz” olduklarının ispatıdır ama en az kendileri kadar “zeki” (!) patronlar tarafından hemen sırtları sıvazlanıverir. İşin komiği bunlar her konuda car car “çağdaş standart” diye konuşurlar. Lakin bunun tek istisnası –nedense- hep işin emek boyutudur.

MEDYAYA “MÜSTAHAK” MI?

Şimdi meslektaşlar kusura bakmasınlar ama “Dost acı söyler” demişler. Birazda iğneyi kendimize batıralım. Biz medya mensupları kendimizi “bir şey” zannederiz. Bir türlü kendimizi aslında bir “işçi” olarak görmeyiz. (Bir bilinç yanılsaması hali) Önce “entelektüel”izdir. Gerekirse işçinin, emekçinin hakkını savunur, atar tutarız ama gerçekte kendi hakkımızı bile savunamayız. Dayanışma, örgütlenme duygumuz sıfıra yakındır. Küçük hesaplar, çıkarlar uğruna birbirimizin ayağını kaydırır, sıkışınca satarız. Bir başkasının başına gelen sizi ırgalamaz. “Neyse kovulan ben değilmişim” deyip rahat bir nefes alırız. En örgütsüz, en güvencesiz sektör neden hep medyadır hiç soranınız var mı acaba? Neden en güçsüz, pratikte en işlevsiz “emek örgütleri” medyadadır dersiniz? Sorumluluk kimdedir? “Örgütlenme ve dayanışma refleksi” zayıf bir kesime bu kadarı bile fazla!

Üç otuz paralara talim ederiz sesimiz bile çıkmaz. (Hatta bazı patronlar aylarca maaş bile ödemezler) İçimizde belli bir “kaymak tabaka” ya da “doğuştan şanslılar” hariç çoğumuz doğru düzgün para da kazanmaz. Komik paralara talim ederiz. Ama biz gene de “medya mensubuyuz” diye caka atmayı çok severiz. O davet senin, bu yemek benim gezmeye bayılırız. Durumunu iyice abartanlar burunlarından kıl bile aldırmaz. Dışarıdan bakınca havalar acayiptir ama! Ne ironik bir çelişkidir bu!

Devlete gelince o bütün bunlara parmağını kıpırdatmaz. Kendisi aleyhine en ufak bir yazı görse hemen harekete geçen, medyaya hemen her konuda “çeki düzen” vermeye kalkan devlet-hükümet patronlara dönüp “Hop, ne oluyor bakalım her mevsim orada? Çalışanlarınız sizin kapı önü oyuncağınız mı?” diye bile sormaz. “Eti senin kemiği benim” modundadırlar. Kardeş kardeş gül gibi geçinip giderler!

UTANMAZLIĞIN ADI “TENKİSAT” OLMUŞTUR!

Neyse; asabım daha fazla bozulmadan tekrar konuya döneyim.  Ortada reel dayanakları olan bir” tenkisat” yoktur. Bir “tenkisatçılık oyunu” vardır. “Madem mevsimi gelmiş, biraz tenkisat yapalım o zaman” laubaliliği vardır. Otomatiğe bağlanmış bir “huy” , marazi bir “davranış kalıbı” mevcuttur. Bu uygulamanın normal bir “iş süreci”nde yeri ve mantığı yoktur. Çalışana karşı saygısızlığın dik alasıdır bu. Utanmazlığın, keyfiyetin adı “tenkisat” olmuştur!

Üstelik insanları bunun sonucunda bir “psikolojik yıkım”a, komplekse sürüklerler. Mesleki şevkinizi kırarlar. Fiili bir “aşağılama”dır bu. “Ben işimi iyi yapamıyor muyum?”, “İyi gazeteci değil miyim?”, “Sorun bende mi?” diye. Merak etmeyin –istisnalar hariç- hiç biriniz öyle değilsiniz. Sorun sizde değil, belli bir “zihniyet”tedir. O zihniyet ki –sağ, sol fark etmez-  bazen “Vahşi kapitalist dönemler”i bile mumla aratır!

Bu konuda söylenecek aslında daha çok şey var. Ancak birden “anlamsızlık duygusu” na kapıldım nedense. Ne diyeyim? Hepinize yeni yılda “İyi tenkisatlar” beyler ve bayanlar!...

08.12.2016.

atillaakar@gmail.com