Röportaj
09 Tem 2014 11:33 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 16:25

Lost'u ben yazsam yapımcı "git Şile'de çek" der!

Karagül dizisinin senaristi Erkan Birgören, sinema-televizyon sektörü dergisi Filmstudio’nun dördüncü sayısında senaristlik ve dizilerle alakalı çok önemli açıklamalar yaptı.

Birgören; Türk senaristi “Lost” izleyip “Kınalı Kar” yazan şizofrendir derken; ’ Gökdelen yıkılır yazsan yapımcı ıslak odunla döver” şeklinde konuştu. Bir senaristin yazım aşamasında ve sonrasında yaşadığı sendroma daha yakından tanık olmak istiyorsanız Erkan Birgörenle yapılan keyifli söyleşiyi aşağıdan okuyabileceğiniz gibi www.filmstudiodd.com adresinden de daha fazlasına ulaşabilirsiniz.

“Filancayla dopdolu ve keyifli bir röportaj gerçekleştirdik”, bir söyleşi klişesidir ancak; senarist Erkan Birgören ile hakiki anlamda keyifli ve dopdolu bir röportaj yaptık.

‘Karagül’, ‘Kavak Yelleri’, ’Bugünün Saraylısı’,  ‘Elde Var Hayat’,  ‘Bizim Evin Halleri’, ‘Aşk ve Ceza’, ‘Sana Bir Sır Vereceğim’  gibi birçok başarılı dizinin senaristliğini yapan Erkan Birgören ile senaristlik mesleğini ve dizi sektörünü enine boyuna konuştuk.

Kağıt üzerinde evrenler yaratan, tutkuyla izlediğimiz dizilerde bizi bambaşka hayatlarla tanıştıran insanların dünyalarını merak edenler bu söyleşide çok şey bulacak.

Filmstudio: Senaristliği tercih etmenizin özel bir nedeni var mı?

ERKAN BİRGÖREN: Başka hiçbir konuda yeteneğim yoktu. Zamanla yazarak kendimi iyi ifade edebileceğimi keşfettim ve hasbelkader yazmaya başladım.

Dramaturji bölümünü bitirdikten sonra “kendi filmimi yapana kadar dizi yazayım” dedim ve 20 senedir dizi yazıyorum. Yaklaşık 22 farklı dizide kalem oynattım. Kimi 3 bölüm, kimi 300 bölüm sürdü. Kendi filmimi, önümüzdeki yaz yazacağım. Ama o önümüzdeki yaz hiç gelmiyor.

Filmstudio: Dizi yazmak mı, film senaryosu yazmak mı daha mı zor? Aralarındaki temel farklar neler?

ERKAN BİRGÖREN: Dizi yazmak aslında film yazmaktan çok daha zordur. Dizi, çok fazla parametresi olan bir şey. Ortalama 100 dakikalık bir ürün ortaya koymak zorundasınız, bu dünya standartlarında bir uzun metrajlı filme tekabül ediyor. Uzun metrajlı film çok prodüksiyon gerektirmiyor. Dizide haftada bir yazmak zorundasınız, yönetmen de haftada bir çekmek zorunda. Bunlar fiziki zorluklar, aynı zamanda sektörün getirdiği başka zorluklar da var.

Filmstudio: Çok izlenen bir senaryo yazmanın sırrı nedir?

ERKAN BİRGÖREN: “Ben güzel, derin bir hikaye anlatacağım arkadaşlar” dediğinizde genelde çok başarılı olamıyorsunuz. Çünkü televizyon izleyicisinin algısı her 20 dakikada bir reklamlarla kesintiye uğruyor. Bazı kişiler “ben dizi seyretmiyorum, belgesel izliyorum” derken şuna sığınıyorlar; “İşte çok sabun köpüğü, zekamı gıdıklayan şeyler değil.” Burada televizyon seyircisinin de haksız bir hakarete uğradığına inanıyorum.

Film seyrederken pür dikkat sahneye bakarsınız, senarist sizinle oyun oynar, zekice hamleler yapar, kimse perdeyle sizin aranıza girmez. Televizyonda dizi izlerken komşunun kahvesi kalmamıştır gelir sizden ister, çocuğunuz gelir, “ödevim var” der. Bu durumda zaten siz çok derin bir hikaye ile seyircinin karşısına çıkamazsınız. Hep bilindik hikayelerin yürümesinin sebebi bu; seyirciyi koparken geri bağlamak.

Arkadaşımın annesi dedi ki, “Ezel’i izlerken çay koymaya gitmeye korkuyorum. Bir gidiyorum 70’lere, bir geliyorum 90’lara gitmişler.” Bu senaryonun zaafı mı? Hayır.

Teknik imkanlar nedeniyle istediğiniz kadar özgür yazamıyorsunuz. Bu durum RTÜK’ten ya da başka kurumlardan kaynaklı değil sadece. Misal; “gökdelen yıkılır” diye bir sahne yazsam, yapımcı beni ıslak odunla döver. Hele bir de sesli çekim ve dublaj varsa paranın da ötesinde zaman yetmiyor. O kadar parametre ve kıstas var ki; her hafta 100 dakika yazmak ve bunu 1 yıla yayarak hikayeyi düşünmek gerekiyor. Reyting alıp seyircinin beklentisini tatmin ederek ilerletmek gerçekten çok zor. O yüzden televizyon senaristleri bence çok daha başarılıdır diye düşünüyorum.

Filmstudio: Her şeye rağmen hayalinizdeki diziyi yazdınız diyelim. Çekecek yapımcı nereden bulacaksınız?

ERKAN BİRGÖREN: Yıllar sonra hatırlanacak diziler için bazen yapımcılar ciddi anlamda risk alıyorlar. Timur Savcı’nın Muhteşem Yüzyıl’da aldığı risk gerçek bir risktir. Kendi söylemiştir; “bu işle ya batarım ya da çıkarım”  diye. Yapımcılara da hak vermek lazım, çünkü  ortalama 500-600 bin lira bu işe yatıracak. Bu parayı en baba kanalın size ödemeye başlaması 4 bölümden önce olmaz. Reytingler düşük giderse 3.bölümden sonra kanal diziyi kaldırıyor. Yani 2 milyonu gömdünüz. Ancak çok güçlü yapımcılar batan işlere rağmen ayakta durabiliyorlar. Bu da bir elin 5 parmağını geçmiyor. Diğerleri de bu şartlanmayla “aman tutacak iş yapalım, çok dönem olmasın, o olmasın, bu olmasın, bütçeyi daraltalım, batarsak da küçük batalım” diyorlar. Hep dizilerin birbirini tekrar etmesi de bundan kaynaklanıyor.

Filmstudio: Yazdıklarınızda kendi hayatınızdan kesitler var mı?

ERKAN BİRGÖREN: Senaristler kendilerini yazarlar. Sizde karşılığı olmayan hiçbir duyguyu kağıt üzerine yansıtamazsınız. Senarist olarak seyirciyi en çok vuran cümleleriniz sizin hayatınızda mutlaka bir anlamı olanlardır. Seyirci o samimiyeti yakalar. Seyirci; “aman şunun devamlılığı tutmamış, şu makyaj yanlış olmuş, Sultan Süleyman’ın zamanında bu öyle değilmiş” gibi bakmaz, sadece kalbi ile seyreder. Senarist, senaryosunu dönüp bir daha okusa yüzde 90 kendi yaşadığı bir şeyler olduğunu görür.

Seyirci görsele değil, sıcak ve naif hikâyeye bakıyor. Karagül’ün başarısının en büyük sebebi anneler ve çocuklar arasındaki duyguyu anlatmasıdır.

Kurt Seyit ve Şura’da eğer karakter ile seyirci arasında bir bağ kurulamıyorsa, aralarındaki ilişki açılıyor. Oysa Küçük Ağa’da çok basit naif bir hikâye var. Bizim coğrafyamız sözlü kültürden gelir. Biz Rönesans yaşamadık, resim heykel geleneği yok. Biz biraz daha Ortadoğu toplumuyuz. Kulağımıza masallar okunuyor. Bizde televizyon dizisi görsel radyo tiyatrosudur. Dizilere bakın; bir anne ‘tabağındaki fasulyeyi bitir’ demez, ‘o tabak bitecek’ der. Çünkü televizyon seyircisinin birçoğu gözü ile değil kulağı ile seyreder.

Biz kalbi beyninden büyük olan coğrafyanın insanlarıyız, kalbimize sorarız. Çocukken yazlık sinema vardı. Komşu Hayriye Teyze anneme seslenirdi; “yeni film var, ağlaya ağlaya içimiz çıktı, git’ derdi. “Ağlaya ağlaya içimiz çıktı” kelimesi o filmin güzelliğini anlatırdı. O yüzden halen dönüp dönüp Yeşilçam filmlerini izliyoruz. Bu güne kadar binlerce dizi ve film yapılmasına rağmen ‘Ben Yaşar Usta’ dediğim zaman herkesin tüyleri diken diken oluyor. Gülerken bile öyleyiz. Yeşilçam’ın tek kriptosu samimiyet. Televizyon dizilerinde bazen senarist, oyuncu, yapımcı tutar diye “bol bol sevişme yazalım” derler. Karagül’ün kötü karakteri Kendal’ın 3 hanımı var ama dizide erotizm yok. Tribünlere oynamadan basit, sıcak, vurucu cümlelerle hikaye anlatmaya çalışıyoruz. Sanırım başarılı olduk. Senarist olarak jenerikte 3 isim var ama, birçok kişinin emeği var, bunu bilin.

Filmstudio: Karagül’de Kendal karakteri, kız erkek ayrımı yapıyor,  izleyiciden tepki alınıyor mu?

ERKAN BİRGÖREN: Önce Cihangir’de oturup, Maslak’ta kahvaltı yapıp, akşam Reina’larda eğlenip; “ne olacak Anadolu insanının hali?” diyen insanların samimiyetsizliği beni çok rahatsız ediyor. Biz Karagül’de Anadolu insanının sorunlarını ajite etmeden ortaya koyuyoruz. Yüzlerce yıldır insanların iliklerine işlemiş bir davranış modeli var. Dışarıdan bir insan gelip iki kelime ettiğinde devrim olmaz.  Olmuyor da zaten.

TRT tek televizyon iken rahmetli Hikmet Şimşek Pazar günleri Beethoven’den klasik müzik çalardı. O dönem TRT’nin bu programı bir sonuca ulaşsaydı, bugün Fazıl Say’ı sopalayıp şarkı söylemekten aciz insanları da baş tacı etmezdik. Televizyon dizisi var olanı, doğru olanı gösterir ama haddinden fazla da misyon yüklememek gerekir. Elimizden geldiğince ahlaklı bir iş yapmaya çalışıyoruz.

Filmstudio: Karagül’ün diğer dizilerden farkı ne?

ERKAN BİRGÖREN: Onu bilsem bir daha yazarım. Karagül’ün farkı samimi, sıcak anlatımı, tribünlere oynamaması. Masallardan çok fazla beslenen bir senarist ekibiyiz, anneannelerimizin hikayelerini Kadriye’den duyabilirsiniz. Masalın bittiği yer dizinin bittiği yerdir. Seyirci ile aynı dili konuşuyoruz.

Anadolu’da 45 yaş üstü ev kadını seyirci kitlesi Karagül’ün başarısının sebebidir. Sosyal medyada Karagül’ün esamesi okunmuyor. Çünkü benim seyircim internetten uzak, tweet nedir bilmez.

Öğüt vereni rahatlatır. “Kendal kadınlara zulmetme”dediğimde kendi zekâmın zekâtını vermiş olurum. Biz masal anlatıyoruz, didaktik cümlelerle boğmamalıyız. Öğretmenin soğukluğu seyirciyi iter. Bu ‘seyirci kafan çalışmıyor’ demektir. İnsanlara parmak sallayan, ders veren şeylerin ne ahlaki değeri ne de televizyonda karşılığı vardır.

Çok üzücü Soma faciası oldu, herkes programları yine seyrediyor. Hatay’da patlama oldu, yine izlenme oranları yüksek. O insanları eleştirmemek lazım. Televizyon seyircisi şunu söylüyor; “ben sabahın 6’sından itibaren bu hayatın sillesini zaten yiyorum. Televizyonu açtığımda beni rahatlat, ağlat ama bana bir hayal dünyası yaşat.” Yani televizyon aslında göz sakızıdır.

Filmstudio: Ülkemizde özgün senaryo yazma sıkıntısı olduğu sizce doğru mu? Sizce neden bizden bir “Lost” çıkmıyor?

Bu cümleyi meslektaşlarıma haksızlık olarak görüyorum. Ortaya çıkan işler bu düşünceyi besliyor. Lost’u benim yazdığımı düşünün. Yapımcı şunu diyecek; “Jack, Cenk, Sawyer,  Seyfi, Kate, Kezban olsun, adayı uçağı boş ver. Seyfi köyün belalısı olsun, Cenk o köye gelen doktor olsun. Kezban da ikisinin arasında kalsın, bunun da adı Kayıp Aşk olsun. Adayı nereden bulayım, git Şile’de çek.”

Bizden bu yüzden Lost çıkmıyor. Yapımcıyı suçlamamak lazım, o da kendince haklı.

Filmstudio: Senaryo reytinge göre mi şekilleniyor?

ERKAN BİRGÖREN: Evet, ister istemez öyle oluyor. Reyting düşerse ilk senaryoya müdahale edilir. Kennedy; “başarıların çok babası var, başarısızlık yetimdir” der. Reyting iyiyse, oyuncular, yönetmen tüm başarıyı alır, senarist görülmez ama reyting kötü ise senarist suçlanır.

Filmstudio: Karagül’ün reytingi düşerse ne yapıyorsunuz?

ERKAN BİRGÖREN: Allah göstermesin. Neden, bizi izlemeyi bıraktılar? Bizim diziden kaçıp, başka diziye neden gittiler? Benim hikâyem sıktı mı? Nerede hata yaptık?  Bunları bulursan sorunu çözersin. Baktınız yürümüyor, karakter ya da hikâyeyi geriye çekersiniz. Yan roller başrol olabilir. Reytingler 15’er dakikalık geliyor, neyin daha çok izlendiğini görüyoruz. Rakip dizide de neler olduğuna bakman lazım. Bu büyük bir yarış. Televizyon senaryosu esnek olmalı, seyircinin tokadı çok serttir, bir anda vurur.

Filmstudio: Sizin birtakım şeyler hayal ederek yazdığınız senaryoyu yönetmen bambaşka çekebiliyor mu?

ERKAN BİRGÖREN: Senaryo bitmiş bir eser değildir. Yönetmenin estetik beğenisine, algısına, oyuncu yönetimine teslim ettiğiniz bir şeydir. Eser sahibi yönetmendir. Senaryo mail kutusundan sete gidene kadar tanrısı biziz, sete gitti mi yönetmendir. Bizim yönetmen ile ilişkimiz çok iyi, haberleşiriz. İletişim iyi kurulursa yönetmen istediğini yapmakta özgürdür. Senaryoya oyuncu ve yönetmen birlikte ruh verir. Biz ceset yaratıyoruz, yönetmen ruhunu verip ayağa kaldırıyor.

Filmstudio: Söyleşi yaptığımız herkese sorduğumuz klasik sorumuzun cevabını bir de başarılı bir senaristten almak isteriz: Hollywood ile neden yarışamıyoruz?

ERKAN BİRGÖREN: Dünyaya uzaylı indiği zaman mutlaka New York’a iner ve İngilizce konuşur. Nevşehir’e inmiş bir uçan daireden Türkçe konuşan biri çıkınca millet “hadi be” der. Bu bir algı yönetimi. O yaptı ise öyledir diyoruz. Kuyunun dibindeki kurbağa için gökyüzü kuyunun ağzı kadardır. Türk sinemasında çok az namaz kılan, kurban kesen vardır. Bu tür sahneleri biraz arttırırsan şeriatçı derler, oysa Amerika’da kilisenin olmadığı sahne yoktur. Amerikan filmlerinde mutlaka noel olur, ama bizim Türk sinemasında “bugün de Regaip kandili” denilmez. Piyasayı onlar belirliyor, siz öykünen tarafta kalıyorsunuz. Bu nedenle onlarla yarışamıyoruz.

Filmstudio: Oscar alır mıyız? Bizden Oscar’lık senaryolar çıkar mı?

ERKAN BİRGÖREN: Neden çıkmasın? Sadece kendi hikâyemizi dürüstçe anlatırsak bize Oscar’ı kilo ile verirler. Bizde güzel hikâyeler çok var. Onlara öykünmeyelim. 

Filmstudio: Dizi ve film izlerken “keşke bunu ben yazsaydım” dediğiniz oluyor mu? Lost örneğinden gidersek, öyle bir senaryo yazmak ister miydiniz?

ERKAN BİRGÖREN: Türk senaristi Lost seyredip, Kınalı Kar yazmak zorunda olan şizofrendir derim hep. Kendi beğenilerimizi çok fazla adapte edemiyoruz. Bizim haz duyduğumuz alanlar başka, yazdığımız alanlar başka. Kendi hikâyelerimizi anlatalım, Lost’a öykünmeyelim.

Biz 600 yıllık bir Osmanlı İmparatorluğu gibi muhteşem bir coğrafyada yaşıyoruz ama bu tarihi doğru dürüst anlatan bir filmimiz yok. Bizim hala anlatılmamış binlerce halk masalımız var. Hikâyelerimiz, algılama biçimimiz farklı. İnanılmaz bir zenginliğin üstünde oturan bir ülkeyiz, hep kafamızı çevirip onlara bakmaya devam ediyoruz, bakmayalım. Kendi zenginliğimizi kullanamıyoruz. Ömrüm oldukça ben bunları yazacağım.

Filmstudio: Senaryoda karakterleri yazarken o karakteri kimin en iyi oynayacağını hisseder misiniz?

ERKAN BİRGÖREN: Oyuncu koklamayı başarabilen bir senarist değilim. Yazarken aklımdan isimler geçer ama o ayrı bir yetenek. Ezel dizisinde Kıvanç Tatlıtıuğ ‘8’ diye bir karakter oynadı. “Behlül’den 8 mi olur?” dedim, ama taş gibi oldu. Siz yazarken, oyunculuğu ile sizi etkilemiş isimler gözünüzde canlanır. Şükrü Avşar bu konuda nokta atışı yapan bir adamdır. Bu konuda çok iyidir.

Filmstudio: Bir senaryoyu okuduğunuzda tutup tutmayacağını öngörebiliyor musunuz?

ERKAN BİRGÖREN: Hayır, öyle bir şey diyen de yalan söylüyor. Bomba diziler bile patlayıp gidiyor. Bazı işler yavaş yavaş yükselir, kanalların biraz sabırlı olması gerekir. Arkası yarınlar öyledir. Bizim Evin Halleri dizisini örnek verebiliriz.

Filmstudio: Oyuncu seçiminde bulunur musunuz?

ERKAN BİRGÖREN: Hayır. Oyuncu seçimini yapımcı ve yönetmene bırakmak lazım. Özgüven ile had bilmezlik arasında çok ince bir çizgi var. Ben haddimi bilirim. Oyuncuya karış, müziğe karış, yönetmene karış, olmaz. Kağıt üzerinde evren yaratmak benim işim.

YENİ BAŞLAYAN SENARİSTE USTASINDAN TAVSİYELER

Senaryo kitabı okuyarak senarist olunmaz.

Senarist olmanın birinci kuralı; şaşırabilme yeteneğinizi kaybetmemenizdir.

İkinci kural, sosyoloji, tarih, psikoloji bilmektir.

Yolda müzik dinlemeyin, hayatı dinleyin.

Öğle namazı kaç rekât onu da bilin, eroin nasıldır onu da bilin.

Çok okuyun, çok yazın, çok izleyin.

Türkiye’de herkesin iki mesleği var; biri gerçek mesleği, diğeri senaristlik.

İyi senarist kendi sahnesine kıyabilendir. İyi bir senaristin kaleminden önce silgisi biter.