Röportaj
31 Mayıs 2015 08:50 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 17:36

Hollywood’un kült ismi Harvey Keitel: "Namaz kıldım, sizi daha iyi anladım"

Amerikalı ünlü oyuncu Harvey Keitel, kültür ve sanat festivali İstancool için Türkiye'ye geldi.

Taksi Şöförü, Rezervuar Köpekleri, Ucuz Roman, Piyano, Gün Batımından Şafağa gibi filmlerin efsane oyuncusu Harvey Keitel, "Sabah ezan dinlemek için Sultanahmet’e gittim. Hatta içeri girdim, namaz bile kıldım" dedi. "Dini, ırkı ne olursa olsun şu dünyada kimsenin birbirinden farklı olmadığını hissettim     orada" diyen Keitel, "Ezan sesinden etkilenmek için ille de Müslüman olman gerekmiyor. Her duyduğumda ruhum okşanıyor" ifadelerini kullandı.

Hürriyet'ten Ali Tufan Koç'un sorularını yanıtlayan Keitel'in açıklamaları şöyle:

Elinizde viski bardağı, sürekli “Bak, evlat...” demeçleri veren bir imajınız var, isminizi duyan böyle diyor...

Külliyen yalan.

Neden?

Onlara viski değil tekila içtiğimi iletir misin lütfen?

Hep bir vaat, bir öğüt durumu doğru olmalı...

Yaşadıklarını paylaşmazsan bir anlamı olmaz. Yaşam döngüsü böyle. Belli bir yaşa kadar hayattan emer durursun. Bir noktaya eriştikten sonra tüm aldıklarını geri vermen lazım. Paylaşacaksın.

Sürekli ‘ikon’ olarak çağrılan insan ne hisseder?

İkon olan ben değilim, bunda anlaşalım. Tüm o iltifatlar rol aldığım filmler, canlandırdığım karakterler için. Etrafta ikon unvanıyla dolaşmam insanlara iyi geliyorsa sorun yok tabii. Fakat her seferinde o kelimeyi bir daha kullanmamaları için rica ediyorum.

Yine de gururunuz okşanıyordur...

Oralarda değilim. Hayatı sorgularım hep. Durmadan. Kafamda hep sorular döner durur: Bu anı nasıl daha iyi yaşayabilirim? Kendimi nasıl daha iyi ifade edebilirim?




İNTİHAR EDENLERİ ANLIYORUM BEN DE YAŞADIM

Yaş aldıkça sorular daha da arttı mı?

Hepimiz hayat boyunca farkındalığımız artsın diye çırpınıp duruyoruz. Oysa hayat dediğin muhteşem bir çarpışma. Korkmak, rahatsız olmak, huzursuzca uyanmak ve kayıplar yaşanmak da realitenin bir parçası; âşık olduğun kadını izlemek, çocuğuna seslenmek de... Acı- tatlı her şey yıllar içinde beraber büyüyor, kocaman bir kartopuna dönüşüyor. Hayatın, elinde tuttuğun kusursuz bir şekle sahip o kartopu kadar. Ve unutma: Gün gelecek, o kartopu erimeye başlayacak. Avucunda hiçbir şey kalmayacak.

Umut bunun neresinde?

Tamamında, her aşamasında. Kartopun erirken avucunda bir sıcaklık hissedeceksin. Gerçek umut, asıl mutluluk budur.

Al Pacino, Robert De Niro, Jack Nicholson ve siz... Eski tüfekler olarak arada buluşur, dertleşir misiniz?

Al ile aynı okuldan mezunuz. Birbirimizi sokaklardan biliriz. Bob, (De Niro) sinema sektörü adına muhteşem işler yaptı. Geçmişlerimiz benzer, oyunculuk metodumuz aynı.





Şöhret, kimseyi değiştirmedi mi?

Ben şanslıydım. Brooklyn sokaklarında doğdum. Sokaktan arkadaşım çoktur. Çocukluğu sokakta geçen, mahalleden arkadaşları olan adamın sırtı kolay kolay yere gelmez. Şimdi mahalle arkadaşlarıma bakıyorum, hepsi üniversite mezunu, çok başarılı akademisyenler, doktorlar... Şöhretin asıl şunları öğrendim:  Asla, gerçek insanlarınla bağını koparma. Kendi gerçeğinden kaçma. Hiç kimseden farklı değilsin. Kimseyi küçük görme.

Bir yandan bu serüveni taşıyamayan, hayatı kaldıramayan çok. Robin Williams, Heath Ledger, Philip Seymour Hoffman...

“Yeter artık. Daha fazla kaldıramıyorum” anı sonrası gelen bir karar bu. Ne hissettiklerini anlıyorum. Kolay değil. Ben de yaşadım.

Siz nasıl hayatta kalabildiniz?

Senin, onun, sokaktan geçen şu kızın yaptığı gibi... Sabah uyandım. Yüzümü yıkadım. Kapıdan çıktım. Ve kalabalığa karıştım.





Belki de cevap dışarda, sokakta...

Yaşamak için başka seçeneğin yok ki... İntihar etmeyi kim ister şu hayatta? Hayat, kendisi yaşamak istiyor. Her şeye rağmen. Sen ne kadar umutsuz, tükenmiş hissetsen de.

O ana iten neydi?

Sürekli mutluluğu aramak! Mutluğun peşinde koşmak bitirdi beni. Âşık olmalıyım, güzel bir evim olmalı, o arabayı almalıyım, biraz daha param olmalı, daha çok kıyafet, daha fazla oyuncak...  Sonra bir bakmışsın, elde ettiğin hiçbir şey seni mutlu etmiyor. Kendini mutsuzluğa ve bir sonraki adıma şartlıyorsun çünkü.  Hayat zor filan değil. Hele mutlu an yakalamak hiç...

Genlerimize işlenmiş kodlar varken nasıl olacak bu?

Hayatın sana getirdikleri için şükredeceksin. Gerisi için merakla, heyecanla bekleyeceksin. O kadar. Mesela: Güzel bir evde çok güzel biriyle yaşamak. Taş devrinden beri insanoğlunun derdi bu. O zamanlar bile adamların derdi en temiz mağaraya konup içine en güzel kızı atmakmış. Boş ver. Beklenti yaratma. Belki o kızla hiç tanışmayacaksın. Belki de o kızla hiç tanışmaman gerekiyor. O zaman niye sürekli birini bekleyerek, başına bir talih kuşu konmasını umarak hayatını geçiriyorsun?





ASLINDA HER GÜN BİR FİKİRLE DOĞARSIN AMA FARKINDA BİLE OLMAZSIN 

Canlandırdığınız hangi karakterden ne kaptınız?

Ben değil, onlar benden çok şey kapmıştır. Şunu asla unutma: İnsanın kendini keşfetme süreci asla bitmez, bitmemeli. Asla kendini tam olarak tanıyamayacaksın. Karşına çıkan her engel sonrası kendinle ilgili yeni bir şey daha keşfedeceksin. “Ben oldum” diye ortada dolaşmaya başladığın an, hayatın fişini çekmiş olursun.

O zaman keşif bitmiyor, bitmemeli de...

Son filmim ‘Youth’ gençlik ve yaşlanmak üzerineydi. Cannes’da sürekli bu konuşuldu: Şu hayatta heyecanını kaybetmeden nasıl diri kalabilirsin? Hayat, sana her gün yeniden doğma şansı veriyor. Ben bunu canlandırdığım bir rolle yaparım, sen bir sonraki yazı konunla yaparsın... Herkesin böyle bir şansı var. Her gün yeni bir fikirle doğar insanın farkında olmadan. Daha önce görmediğin bir kare ya da duymadığın bir cümle duymuşsundur çünkü. Çoğu insan farkına varmaz, ruhu bile duymaz. Gözlerini büyüt, kulaklarını aç.

Hayatınızın en mutlu anını hatırlıyor musunuz?

Çocuğunu kucağına aldığın ilk saniye, yıllardır görmediğin dostuna ilk sarılman, sana en büyük aşkını hatırlatan o konser, şu Boğaz manzarasına karşı çay içmek... Doğru hissettiğin her an, hayatının en mutlu anı olabilir. Şu saniye, ikimiz için bile.

Peki, en büyük hatanız?

(Uzun bir duraksamanın ardından...) Şu an bunu sana söylemeli miyim, emin değilim.

Biz bize konuşuyoruz şurada...

Şu saniye fark ettim: O, öyle bir hata ki çok daha görkemli bir şekilde anlatılmalı. Buradan sana söz veriyorum: Bu sorunun cevabını, seni anarak, ilerde bir gün çok farklı bir şekilde vereceğim. Tüm dünya, sana teşekkür edecek!

Şöyle değiştireyim: En büyük hatanızdan ne ders çıkardınız?

Bir daha asla aynısını yapmamayı!

GİTTİM, NAMAZ KILDIM SİZİ DAHA İYİ ANLADIM

Sizden, tek bir altın öğüt vermenizi istesem...

Paylaşmayı bil, dinlemeyi öğren. Bu kadar. Dünyada yaşanan kavgaların, savaşların tüm sebebi dinlememek. Önce dinler birbirini dinlemeli.

Nasıl olacak?

Dualarını dinle. Ne anlama geldiğini bilmen gerekmiyor. Sadece o ritme kulak ver. Sabah ezan dinlemek için Sultanahmet’e gittim mesela. Hatta içeri girdim, namaz bile kıldım.

Ne hissettiniz sonrasında?

Dini, ırkı ne olursa olsun şu dünyada kimsenin birbirinden farklı olmadığını... Ezan sesinden etkilenmek için ille de Müslüman olman gerekmiyor. Her duyduğumda ruhum okşanıyor.