İki Lafın Beli
16 Mayıs 2016 10:40 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 18:31

Hedefteki isim Medyaradar'a konuştu: Pelikan'ı yazan kişinin aslında amacı...

Pelikan Dosyasında ismi geçen gazeteci Cemil Barlas Medyaradar’dan Alev Gürsoy Cimin’e konuştu. Barlas’ın hem Pelikan hem de medya ve AK Parti cephesindeki son gelişmelere dair çarpıcı açıklamaları vardı.

Recep Tayyip Erdoğan’ı ve O’nun liderliğini seviyor, asla AK Partili değilim diye de ekliyor. Davutoğlu’nu eleştiriyor, başbakan olmaya çalıştı diyor, hâlbuki başkan yardımcısı gibi davranabilirdi diye de devam ediyor. Bu haftaki konuğum Pelikan dosyası nedeniyle de bu aralar ismini çok sık duyduğunuz gazeteci Cemil Barlas…

Röportajı Cemil Bey’in muhteşem doğa güzelliği içerisinde olan evinde yaptık. Kendisi, Pelikan Dosyası’nı kaleme alan isimler arasında gösterilmişti, hatta onun kaleme aldığını iddia edenler bile olmuştu. Ama o bu durumdan hiç rahatsız değil, iftiradan öte bir şey değil diyor. Kimin yazdığını sorduğumda ise bazı tahminlerde bulunuyor. Medyaya gelecek olursak ülkede mükemmel bir basın özgürlüğünün olduğunu düşünüyor. Başkanlık sistemine sıcak bakıyor ve ekliyor geç bile kaldık diyor… Şimdi ben aradan çekiliyor, sizleri röportajım ve Cemil Barlas ile baş başa bırakıyorum. Güneşli güzel günler diliyorum.
Sevgiyle kalın...

******
RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY CİMİN
TWİTTER: gazetecialev
Mail: alevgursoy2008@gmail.com
Fotoğraflar:  ANIL ARI


“ERDOĞAN’IN MÜCADELE ETTİKLERİYLE MEVCUT HÜKÜMET HEP UZLAŞTI”
Cemil Bey, günlerdir tüm kamuoyu bu ‘’Pelikan Dosyasını’’ konuşuyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la, Başbakan Ahmet Davutoğlu arasındaki ayrışmanın ayrıntılı biçimde anlatıldığı o dosyanın ayyuka çıkmasının ardından Davutoğlu’nun Başbakanlık’tan ayrılmasına kadar giden o süreci an be an izledik. Peki, nedir bu dosya, sizin adınız neden geçti?

-Uzun zamandır Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında bir ayrılık olduğu konuşuluyordu. Ben de zaten bunu birçok platformda dile getirdim. Bu ayrılık bence Yüce Divan oylamasında başladı. Bana göre de darbe teşebbüsü olan 17/25 Aralık’ı Ahmet Davutoğlu vicdan oylamasına çevirdi. Zaten Fethullah Gülen terör örgütü ile mücadele o noktada ciddi olarak yavaşladı.17/25 Aralık darbe girişimindeki iddiaların hepsi sahte bilgiler ve deliller üzerine üretilmişti. Tamamen uydurmalar üzerine kurgulanmış bu darbe girişimini ne yazık ki mahalle baskısı nedeniyle AK Parti vicdan oylamasına çevirdi. O oylamanın olduğu gün Davutoğlu, İngiltere’ye gitti bence asıl ayrılık bu noktada başladı.  Ondan sonra da bu birçok konuda devam etti. Tayyip Erdoğan, kiminle ve hangi güç odağı ile mücadele ettiyse mevcut hükümet onlarla uzlaşma yolunu seçti. Temel bir ayrım vardı.   


“EN BÜYÜK SANSÜR ERDOĞAN DEĞİL,  DAVUTOĞLU TARAFINDAN GELDİ MEDYAYA”
Yani Cumhurbaşkanı Erdoğan birçok konuda daha sivri ve kararlı ama Davutoğlu daha mı ılımlıydı. Bu sözlerin Türkçesi bu mu?
Bilakis bunun tam tersiydi. Erdoğan, çok daha sivri görünse de aslında öyle değildi. Mesela medyaya en büyük sansür Davutoğlu tarafından ya da cephesinden, aleyhine konuşanlara yapıldı. Davutoğlu hakkında yandaş-candaş medyada hiç dişe dokunur bir eleştiri duydunuz mu? Duyamaz, göremezdiniz! Ama bir de dönün Cumhurbaşkanı ile ilgili yazılıp çizilenlere bakın. Tayyip Erdoğan’a küfürler, eleştiriler gırla giderken Davutoğlu’na en ufak eleştiride bulunan ya işinden kovuldu ya da medyada kara listeye alındı.

“ERDOĞAN’I ELEŞTİREN MUHAFAZAKALAR MEDYANIN BAŞKÖŞELERİNDE YERİNİ ALDI AMA…”
Erdoğan’ı eleştirenlerin de kovulduğunu görüyoruz ama. 
Hayır, siz sonuca bakın. Medyada hiçbir Davutoğlu eleştirisi olmazken her yerde Tayyip Erdoğan eleştirisi oluyor. Erdoğan’ı en ağır şekilde eleştiren, tırnak içinde söylüyorum ‘muhafazakârlar’ o muhafazakâr medyanın başköşelerinde yerlerini alıp, hatta gazete bile kuruyorlar.
Kim onlar?
Çok isimler üzerinden gitmenin anlamı yok. Mesela Karar Gazetesini buna örnek verebiliriz. Tayyip Erdoğan’a sert dediniz ya az önce onun sertliği, halkın yanında olması. Halkına karşı sert değil Erdoğan, halk onun sertliğinde kendini buluyor ve benim hakkımı savunuyor diyor.

“REİSÇİ DEĞİL, ERDOĞANCIYIM”
Anladığım kadarıyla siz sağlam bir Tayyip Erdoğancısınız. Yani Reisçilerden?
Reisçi demek çok doğru değil ama Erdoğancı diyebilirsiniz benim için. Sayın Erdoğan’ın yaptığı politikaları beğeniyorum ve destekliyorum. Ama bu AK Parti’yi destekliyorum ya da muhafazakârım anlamına gelmiyor.



“AK PARTİLİ DEĞİLİM AMA…”
AK Partili değil misiniz?
Hayır, tabii ki değilim. Hayatımda hiç AK Parti’nin kapısının önünden bile geçmedim. Hatta şu son dönemde en çok AK Parti eleştirisini ben yaptım, CHP’den bile çok AK Parti’yi eleştirdim. Hiçbir zaman partili olmadım, olmayacağım da.

“ERDOĞAN’I SEVİYOR VE DESTEKLİYORUM”
Ama yandaşça bir duruşunuz var. Tabii bunu eleştirdiğim için söylemiyorum.
Tayyip Erdoğan’ın siyasette durduğu çizgiyi sonuna kadar destekliyorum ve çok beğeniyorum. Yandaşlık buysa evet yandaş diyebilirsiniz. Mesela her ne kadar o dönem yaşça küçük olsam da Turgut Özal’ı da çok seviyordum ben. Onun da çizgisi takdir edilecek türdendi, işte o çizginin devamı olarak Erdoğan’ı da seviyor ve destekliyorum.

Pelikan’a tekrar dönmek istiyorum. Neydi bunu yazanların amacı sizce ve nasıl çıktı?
Bir ayrışma olduğu zaten çok ayyuk bir şekilde ortadaydı. Bu artık taşınamaz bir noktaya geldi ve Türkiye hakikaten patinaj çekiyordu. Terörle mücadeleden, paralel yapı ile mücadeleye, ekonomideki devrimlere kadar iki tarafa çekilen bir tutum vardı ve ülke iyiye gitmiyordu. Ama yanlış bilinen bir durum var; bu ayrışma Pelikan ile ortaya çıkmadı. AK Parti’nin içinde 47 MKYK üyesi Davutoğlu insin ve yetkileri alınsın diye imza verdi. Demek ki bu ayrışmayı sadece bizler söylemiyormuşuz, uydurma değilmiş.
Kim ya da kimler bunu kaleme aldı sizce?
Bence o çevreleri yakından takip eden, bir takım belgelere sahip olan biri yazdı.
Bazıları bunu Erdoğan’ın kaleme aldırmış olabileceğini bile iddia edecek kadar ileri gitti. Peki, parti içinden yazılmış olabilir mi?
Parti içinden de olabilir dışından da olabilir.



“ÇİRKİN BİR İFTİRA ATTILAR”
Pelikan dosyasını sizin de yazdığınız söylendi. Hatta hem iktidara yakın bir dergide isminiz geçti hem de Birgün Gazetesi’nden Barış İnce bu iddiayı dile getirdi.
Bunlar çok komik ve çirkin bir iftiraydı. Ben zaten kendi ismimle açıkça düşüncelerimi dile getiriyorum. İsmimi gizleyerek bir dosya hazırlayacak kadar korkak değilim. Ben söylemek istediklerimi zaten söylüyorum. Ayrıca ben bu dosyayı kendi ismimle sosyal medya hesabımdan paylaştım, bunu paylaşmayanlara bence bir dönüp bakmak lazım.
İsmi geçen siz dâhil herkes ben yazmadım diyor. Bu arada Hilal Kaplan’ın eşinin de ismi çok fazla telaffuz ediliyor. O yazmış olabilir mi?
Bir takım iddialar var ama kimseye iftira atamayız. Tek bir gerçek var o da bunu; olayları çok iyi bilen birinin yazdığı.
Peki, orada yazılanlar gerçek mi?
Gerçek ki bu kadar ses getirdi.

“PELİKAN’I YAZAN KİŞİNİN ASLINDA AMACI…
‘Başbakan’ı bile görevinden ettiğine göre gerçekti’ diyorsunuz yani…
Başbakan’ın görevden alınması bununla gerçekleşmedi. Başbakan’ın neden görevden alındığını açıklayan bir belgeydi. Sebep ile sonucu karıştırmamak lazım. MKYK’da zaten yetkileri Cuma günü alınmıştı. Bu Pelikan Dosyası Pazar çıktı. O MKYK’da herkes neden görevden alındı diye şaşırdı. Niye şaşırdı, bunun da bir sebebi var, uygulanan yoğun sansür. Yandaş medyaya bakacak olursanız süper gidiyor. Sosyal medyaya bakacak olursanız Reis ile Hoca kol kola, resimleri beraber basılıyor, el ele kol kolalar, birlikte araba kullanıyorlar, hiçbir sorun yok sonra bir bakıyorsun MKYK’da da bir anda bütün yetkileri alındı. Durum böyle olunca herkesin kafasında bir neden sorusu oluştu. Sanırım bu sorunun cevabını vermek isteyen birisi, medyanın içinden de olabilir dışından da her kimse bu kişi, işte o soruya yanıt vermek istedi. Medyanın içinde olup da bunu yazan kişi ismini elbette saklayacak çünkü ortaya çıksa kovulması ve bir daha bu piyasada tutunamaması çok yüksek bir ihtimal. Tabii partinin içinden de olabilir. Şu da var; parti içinden değildir ama içerideki bazı isimlere yakındır. Her şey mümkün.
Nasuhi Güngör’ün de adı sıkça telaffuz ediliyor aslında… Çünkü ilk o “Davutoğlu artık gitmeli” şeklinde bir bayrak açmıştı. 
O yazsa niye ismini gizlesin ki, zaten açıkça düşüncelerini dile getiriyor. Zaten kendisi sansürü tadanlardan biri. Yazdığı yazılar nedeniyle gazetesinden de kovuldu. Siz düşüncelerini açıkça dile getirenden değil, getirmeyenden şüphe duyun. Benim ismimin geçmesine gelecek olursak, ben o dosyayı gördüğümde hızlıca bir okudum ve okuduğumda içindeki birçok bilginin doğru olduğunu gördüm ve ben de paylaştım.



“İFTİRAYA ALIŞKINIM VE KORKMAM”
İsminizin karışmasından rahatsız olmadınız mı peki?
Yok, hiç rahatsız olmadım. Ben zaten her şeyi rahatça konuşan biriyim.  İftiraya alışkınım ve korkmam. O belgede benim seslendirdiğim bir sürü görüş olduğu gibi bilmediğim de birçok şey vardı. Mesela paralel yapmış olabilir diyenler de oldu ama ben buna katılmıyorum. Hocacı dediğimiz kesim bunu paralele yıkmaya çalıştı ki o dosyanın etkisi olmasın, diğer bir mahalledeki kesim ise bizlere yıkmaya çalıştı ama bu da tutmadı.
Havuz medyası diye tabir edilen medyanın yazarlarını da birbirine düşürdü bu Pelikan Dosyası. Neden?
Bir kere havuz medyası tarifi doğru değil. Havuz olmayan medya yok. Neticede hepsinin holdingleri var, havuz dediğin şey de bir holding. Bizdeki medya mütteahit ya da işadamı sermayeleri ile gidiyor.

“MEDYA ÇOK ÖZGÜR”
O yüzden de özgür olamıyorlar galiba?
Türkiye’de medya özgür müdür diye sorsanız bana; yüzde yüz özgür derim.

“BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ DEĞİL PATRONUNUN İHALE ÖZGÜRLÜĞÜ İÇİN YAYGARA YAPIYORLAR…”
Az önce sansür var diyordunuz ama... Bu nasıl özgürlük?
Bakın Tayyip Erdoğan’a gidip kötü bir lafı A Haber’de ya da Sabah’ta söyleyemezsiniz ama gidip başka gazete ya da televizyondan çok rahat söylersiniz, herkese her şeyin söyleneceği birçok mecra var sonuçta. Tabii sosyal medyayı ve gücünü de unutmayalım. Tüm bunlar mevcutken basın özgürlüğü yok demek haksızlık olur. Peki, özgürlük nasıl bir özgürlük? Patron özgürlüğü. O gazetecilerin yaptığı basın özgürlüğü yaygarası aslında patronlarının ihale alma yaygarasından ibaret. Kurumsal olarak elbette medya yapısında bir sorun var ve ama bu basın özgürlüğü yok anlamına gelmiyor. Her şeyi konuşup, yazabiliyoruz sonuçta.
Siz ne kadar özgürsünüz mesela?
Sınırsız özgürüm. Ben ne düşünüyorsam gittiğim her yerde görüşlerimi çekinmeden, korkmadan dile getirebiliyorum işte bu nedenle de çoğu zaman hedef oluyorum. Her kesimi eleştirebiliyorum, hakikat neyse onu dillendiriyorum.
A Haber’de de sınırsız özgür müsünüz? Orada onların yakın olduğu görüşe eleştiride bulunamazsınız bence.
İyi de ben zaten Erdoğan’ı seviyorum. Erdoğan’ı sevmiyor olsaydım gidip başka bir kanalda program yapardım. Şu da var ben ne düşünüyorsam onu söylüyorum. Üstelik ben A Haber’de çıktığım programdan öyle müthiş paralar da almıyorum. Çok yüksek rakamlardan bahsedip dedikodu yapanlar var ama en fazla 300- 500 TL para alıyoruz, yani sanıldığı gibi değil. Küçük paralar bunlar. Mesela başka bir kanalda olsam çok daha fazla paralara çalışırdım. Ben sonuçta istediğimi orada söyleyebildiğim için oradayım, başka hiçbir yerde orada söylediklerimi söyleyemiyorum. Bu arada zaten benim 15 yıldır kendi haber sitem de var, mecra sıkıntım yok.
“Yeni başbakan kim olacak diye heyecanlanan yok çünkü Ak Parti’de sürpriz olmaz. Akılda gönüllerde kim varsa o olur. O da bellidir” dediniz, kim olacak sizce?
Yeni başbakanımız sizin de aklınıza kim geliyorsa o olacak. Bence Binali Yıldırım.
Oğluyla ilgili yurt dışında kumar oynarken çekilen görüntüler neden tam da bu süreçte yayınlandı sizce?
Bence bir operasyon çekilmek istendi ama tutmadı, tutmaz da. Oğluna yapılan saldırı iç hesaplaşmanın saldırısıydı bence. İçeride Binali Yıldırım karşıtları bir şey yapmak istedi ama beceremedi. Kimler olduklarını inanın ben de bilmiyorum, benimki sadece bir tahmin. Binali Yıldırım zaten bir önceki kurultayda 900 tane imza toplamıştı, o imzalar da Davutoğlu’nun önüne gitmişti.
Aslında bir çatlak varmış ama kol kırılmış yen içinde kalmış AK Parti’de sanırım?
Aslında tam da kalmamış, bir yerden sonra ne yaparsanız yapın bir şey varsa o patlak veriyor. Yıldırım’ın oğluna yönelik çirkin saldırıyı kınıyorum. Ben Deniz Baykal’a yapılan o çirkin kaset komplosunda da, MHP’lilere yapılan o çirkin kaset şantajlarında da siyasi suikast demiştim. Bu olay için de aynı şeyi söylüyorum. Gittiğiniz bir şehirde otelin kumarhanesi varsa girersiniz de çıkarsınız da bundan kime ne? Ayrıca bunu çeken kişinin o kumarhanede ne işi varmış diye sorarlar adama!
Samanyolu Holding Genel Müdür Yardımcısı ve Mali İşler Koordinatörü ’nün kumar oynarken görüntüleri çıkmış, ortalık yıkılmıştı ama. Sonuçta bu da bir bakan oğlu olunca haber değeri taşıyor galiba.
Aynı şey değil. O kişi bunu cemaatin parasından yapıyor. Binali Yıldırım’ın oğlu bir işadamı. Oraya da iş için kendi parasıyla gitmiş. Ben Binali Bey’i son 10 yıldır neredeyse görmedim, öyle çok büyük bir yakınlığım da yok kendisiyle ama oğluna yönelik yapılan şey çok çirkin. Bazı emellere ulaşmak için çirkin işlerle kişilerin ailelerine vurulunca ben direkt mağdurun yanında yer alıyorum. Buradaki asıl ahlaksız o resmi çekendir. O ne arıyormuş orada?



“TAYYİP ERDOĞAN TÜRKİYE’NİN ORTAK AKLINI TEMSİL EDİYOR”
Son yaşananlara 27 Mayıs darbesi diyenler de var, öyle mi?
Hayır. Buna bir tokat diyebiliriz. 27 Mayıs darbesi oldu diyenlere bu bir tokattır. Darbe falan değildir.

O MEDYA ÇOK KÖTÜ OFSAYTA DÜŞTÜ, ÇUVALLADI”
Erdoğan-Davutoğlu arasında yaşananlar medyayı nasıl etkileyecek?
Kökünden etkiler. Hep ters bir algı var, zannediliyor ki medya siyaseti etkiler, artık siyaset medyayı etkiliyor. Bu değişimin de elbette medyada bir sonucu olacak. Çünkü çift başlı yapının varlığına oynayan bir medya gelişti, yandaş dediğiniz medyanın büyük bir kısmı da buna dâhil oldu. Artık aldıkları ihaleler mi tatlı geldi, yoksa kurdukları entelektüel ilişkiden mi kaynaklandı bu, o kısmını bilemem. Ama o medya çok kötü ofsayta düştü, çuvalladı. Şu anda da zaten çırpınıyorlar, ona buna Pelikancı vs. diye iftira atarak. Ayrıca çok büyük haber atladılar, düşünsene Erdoğan-Davutoğlu arasındaki bu ayrılığı göremediler. Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın arasının kötü olması ya da iyi olmamasından daha atlatma bir haber var mı? Artık onlara kim inanır, toplum inanır mı?

“ERDOĞAN EVİNDE OTURSA BİLE TÜRKİYE ONUN DEDİĞİNE GÖRE YÖNETİLECEKTİ”
“Türkiye heyecanla ‘Başkan Yardımcısı’nı bekliyor” dediniz, geçtiğimiz günlerde. Yeni gelecek Başbakanı başkan yardımcısı olarak mı görüyorsunuz?
Başkanlık sisteminden ziyade çok başlılık Türkiye'de en tehlikeli şey. Türkiye’de askeri darbeler Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın anlaşamadığı, Cumhurbaşkanı’nın seçilemediği, hükümetlerin kurulamadığı çok başlı dönemlerde olmuştur. Türkiye bu dönemlerde soyulup soğana çevrilip ortada bırakılmıştır.  Bu dönemlerin bir daha yaşanılmasını istemediğim için çok başlılık olduğu zaman eskiden gördüğüm tecrübelerden rahatsız oluyorum.  Tek başlı Türkiye’yi şu anda Tayyip Erdoğan yönetiyor. Erdoğan’ın Türkiye’yi yönetmesinde yetkilerinin de bir yere kadar payı vardır. Bugün Erdoğan Cumhurbaşkanı olmayıp evinde de otursaydı yine onun dediğine göre yönetilecekti Türkiye.



“GELECEK KİŞİ ERDOĞAN’IN YARDIMCISI OLACAK”
Neden, açar mısınız biraz?
Çünkü Tayyip Erdoğan Türkiye’nin ortak aklını temsil ediyor. İnsanlar onda kendilerini buluyorlar. Toplumla hiçbir siyasetçinin kuramadığı bir ilişkisi var, bu böyle her zaman gelen bir olay değil. İlla her zaman olacak diye de bir şey yok.  Şu anda böyle bir durum var, dolayısıyla şu andaki sistemi Tayyip Erdoğan’a göre dizayn etmeye kalkarsak yanılmış oluruz. Çünkü bana soracak olursanız mesela ne yetki verseniz az derim. Çünkü ülkeyi o yönetsin istiyorum.  Başkasına sorarsanız da ne yetki verseniz fazla der. Ancak bir gerçek var ki ne yetki verirseniz verin Tayyip Erdoğan yönetecek Türkiye’yi, böyle bir gerçek var. Bunun da tek başlı bir sistem olması lazım. Şu anda gelecek Başbakan da bir şekilde Tayyip Erdoğan’ın yardımcısı olacak.  Davutoğlu öyle değildi, Davutoğlu Başbakan olmaya çalıştı.

“DAVUTOĞLU BAŞBAKAN OLMAYA ÇALIŞTI”
Ama normali de bu değil mi, sonuçta Başbakan?
Ama Başbakan olmaya çalışacağına başkan olmaya çalışsaydı. Başkan yardımcısı görevini yürütebilirdi.
Parlamenter bir sistem var?
Fiilen değişti ama bu.  Cumhurbaşkanının halkla seçildiği gün o parlementer sistem fiilen değişti.

“BAŞKANLIK SİSTEMİ ŞART”
Çok mu şart bu Başkanlık sistemi?
Çok şarttır.
Neden?
Tek başlılıktan dolayı, Türkiye çok başlı olduğu zaman soyuluyor.  Kendini yönetemiyor, idare edemiyor.

“ERDOĞAN ÖNCESİ O TÜRKİYE TÜRKİYE MİYDİ?”
Şu ana kadar nasıl geldik?
Tayyip Erdoğan sayesinde geldik. Erdoğan 14 yıl öncesinde yoktu şimdi Erdoğan ile birlikte nerelere geldik, ülkenin ne kadar ilerleme kaydettiğini fark etmiyor musunuz?  Türkiye 28 Şubat’ta çökmüş, batmış. 17 Ağustos depreminin altında kalmış, Başbakanlara, Bakanlara günlerce ulaşılamayan günlerin olduğu bir dönemden geçti. O Türkiye Türkiye miydi? Şimdi o sistemle bugün ki sistem aynı mı?

“CEM UZAN’I ERDOĞAN DEĞİL, O EKİP TASFİYE ETTİ”
Hiç eleştirdiğiniz bir yanı yok mu Tayyip Erdoğan’ın?
Vardır, çok vardır. Mesela çok fazla müsamahakâr. Tayyip Erdoğan bugüne kadar hiç kimsenin oturup faturasını kesip eline vermedi.  Buna Cem Uzan örneğini vereyim. Uzan, “Tayyip Erdoğan’a Allahsız dedi” diye başı yandı vs. deniyor bu bir saçmalık. Hâlbuki Tayyip Erdoğan ile alakası yok.  O dönem her şey Aydın Doğan, TMSF, Ahmet Ertürk, Abdüllatif Şener kontrolündeydi.  Cem Uzan’ı böyle bir ekip tasfiye etti aslında. Cem Uzan’ın bile faturasını kesip eline veren Tayyip Erdoğan değildir.

“O GAZETECİLİK YAPMADI, TÜRKİYE’Yİ YARGILATMAK İÇİN İFTİRA ATTI”
Gazeteci meslektaşlarınız Can Dündar ve Erdem Gül’e yönelik tutumunu da müsamahakâr buluyor musunuz?
Can Dündarlara bakışında bir tuhaflık göremiyorum ben. O da benim gibi fikrini söylüyor. Can Dündar davasında taraf olduğu bir şey var, çünkü Can Dündar, Türkiye’yi Lahey İnsan Hakları Mahkemesi’nde yargılatmak üzere bir iftira atıyor. Bunun gazetecilikle hiçbir alakası yok, iftira var. Amacını açık açık söylüyorum; Türkiye’yi Lahey’de, Tayyip Erdoğan’ı insan hakları mahkemesinde yargılatıp, Türkiye’ye NATO’nun operasyon yapmasını sağlayıp, barış güçlerinin gelmesine neden olacak ve Türkiye’yi batının veya dış güçlerin ele geçirmesini sağlayacak atıllığı yapmaya çalıştı. Şimdi bunun neresi gazetecilik? Hepimizin eline belge geliyor, hepimiz gazetecilik yapıyoruz.  Belge gazeteciliği hiçbir şeydir. Önemli olan bilgiler üzerinden konuşanlardır. Siz bana bir takım belgeler getirin, ben o belgenin üzerine her türlü senaryoyu yazabilirim.



“HERKES GİBİ CUMHURBAŞKANI DA TARAF”
Gazetecinin çok taraflı olması doğru bir şey mi?
Gazetecilerin veya herhangi bir insanın tarafsız olması mümkün değil fakat objektif olmaları gerekir. Herkes bir taraftır, tarafı olmayan yoktur. Taraf olmak insanlığın doğasındandır. Kim ben taraf değilim diyorsa yalan söylüyor. Aynı şey Cumhurbaşkanı için de geçerli. Cumhurbaşkanı tarafsız olmalı diyorlar ya hani işte buna da kökünden karşıyım.  Cumhurbaşkanlığı bir senaryo, tiyatro oynama mevkii değil ki tarafsız gibi rol yapacak orada. Herkes gibi Cumhurbaşkanı da taraf.  Ben de bir tarafım siz de bir tarafsınız, herkes bir taraftır. Taraf olmak başka objektif olmak başka. Ben kimden tarafım Türkiye’den tarafım, yerli olanların yanındayım.  Bir yandan da evrensel değerlerin yanındayım. Bunların hepsine tarafım.  Kendine gazeteci diyen biri Türkiye’yi Lahey’de yargılatmak istiyorsa ona karşıyım ben ve o tarafta değilim.
Peki hiç cemaate sempati duydunuz mu?
Cemaati çok yakından tanıdığımı söyleyebilirim. Daha yoldan çıkmadıkları zamanlarda beni birçok aktivitelerine davet ettiler, katıldım. Hiçbir yurtdışı gezilerine gitmedim.  Gülen'e de birkaç kere davet edildim ancak ona da gitmedim.  Cemaatin içinde çok arkadaşım var zannediyordum ancak hiçbiri arkadaşım değilmiş, belirli bir plan içerisinde hareket eden belirli insanları çevreleyip onları kontrol altına almaya çalışan insanlar grubuymuş.  Bana da bunu yapmaya çalıştıklarını anladım. Sonuç olarak benim gibi bağımsız birisinin herhangi bir cemaat topluluğuyla hareket etmesi mümkün değildi ama onlar onu yapmaya çalıştığı sürede de onları çok iyi tanımış oldum. Bana böyle bir kazanç sağladı. Daha sonra bunların Fettullahçı terör örgütüne dönüşme sürecinde de onların deşifre olmasında da bir takım işlevler yaptığımı düşünüyorum.

“TÜRKİYE O DÖNEM BATIYORDU”
Biraz da işin magazin boyutuna gelelim,  gazeteci Mehmet ve Canan Barlas çiftinin oğlu olmak zor mudur Cemil Barlas için?
Hiç de zor değil, inanın çok keyifli bir evde büyüdüm ben. Sevgi ve şefkat dolu bir ailedir Barlas ailesi. İnsanların girip, çıktığı ağırlandığı misafirperver bir ailem vardı ve çok eğlenceli büyüdük. Gazeteciliğe gelirsek anne ve babadan elbette esinlendim ama hayatıma gazeteci olarak başlamadım ben aslında, işletme okudum ardından uluslararası bir şirkette 5 yıla yakın çalıştım, ardından bir danışmanlık şirketi kurdum ve zor durumda olan batık şirketlere danışmanlık yaptım. Daha sonra bir internet şirketine ortak oldum, o zamanlarda tam 28 Şubat dönemiydi, kartel medyası kurulmuştu ve tek seslilik vardı. Bugün istenilen her şey, her yerde söylenebiliyor ama o dönem öyle değil. Görüşlerinizi söyleyebileceğiniz hiçbir mecra yoktu. İşte o arada internet çıktı. Tam kartel medyası kurulmuş, bütün medya birleşmiş, medya sermayesinin yüzde 99’u bir araya gelmiş tek ses! İşte biri Mesut Yılmaz’ı övüyor, diğeri Ecevit’i övüyor ama Türkiye o sırada batıyor. Sonra biz Can Ataklı ile Haber Atak isimli bir haber sitesi açtık. 1 yıla yakın sürdürdük o siteyi. Mesela Dinç Bilgin’in medyadan tasfiye olma sürecini de belki o site yaptı diyebilirim. Can Ataklı Sabah'tan kovulmuştu ve biz içeriden gelen bilgiler doğrultusunda bunların nasıl bir kartel kurduğunu, nasıl bir darbeye teşebbüs ettiğini ortaya çıkardık.

“KARTEL MEDYASINI BİZ DEŞİFRE ETTİK, DİNÇ BİLGİN EN ZAYIF HALKAYDI”
Dinç Bilgin’in ipini siz çektiniz yani?
Biz çektik diyemeyiz ama büyük rolümüz oldu. Sadece Dinç Bilgin değil, bütün o kartel medyasını biz deşifre ediyorduk. Bilgin en zayıf halka çıktı. Daha sonra Can Ataklı ile yürütemedik ve sitenin adını da değiştirdim. Gazeteciliğe de böylece başlamış oldum.  Uzunca yıllar televizyonlara çıkmıyordum o kararımı da yeni bozdum.
Babanız Mehmet Barlas’ı nasıl buluyorsunuz, kendisine çok yandaş diyorlar?
Süper buluyorum, bu konuda tarafsız, objektif olmamı bekleme benden. Türkiye’deki en beğendiğim köşe yazarlarının başında geliyor.
Neden büyük bir gazetede köşe yazarlığı yapmıyorsunuz?
Ben yazının etkisine inanan biri değilim. Kısa ve net cümleler kurmayı sevdiğim için bana twitter yetiyor. Uzun uzun yazılan ve iyi yazmayı bilmeyenlerin köşesinin de okunduğunu sanmıyorum. Bu ülkede birçok isim köşe yazmayı bilmiyor ve yazdıkları da okunmuyor, inanın ben elimi sürmüyorum. Zaten köşelerini tek okuyan da kendileri oluyor, halk asla okumaz onları. Kim bunlar diye soracaksan hiç sorma zaten o isimler belli uzun uzun paragrafsız köşelere bir bak.
En beğendiğiniz gazete hangisi?
Ben aslında gazete de çok okumam. Sosyal medya ile daha fazla ilgiliyim.