Röportaj
30 Tem 2013 10:30 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:18

HASAN KAÇAN: SÜRGÜN İNEK'TE EKMEK TEKNESİ'NİN TADI VAR!

Medyaradar yazarı Murat Tolga Şen, ünlü komedyen Hasan Kaçan'la Muğla'da Sürgün İnek filminin setinde buluştu.

Muğla yakınlarında inanılmaz bir antik kent olan Stratonikeia’dayız. Her taraf tarihi eserlerle, eski kalıntılarla dolu. İddiam o ki, buradakilerle Avrupanın her şehrine müze açarsınız! Bizim burada bulunma amacımız ise elbette Indiana Jones’luk değil.

Henüz yaşanmış absürt bir olayın sinema filmine dönüştüğünü görmek için buradayız. 2009 yılında, Malatya’nın Yeşilyurt ilçesine bağlı Kadiruşağı Köyünde, Gülsüm adlı bir ineğin köy okulunun bahçesindeki büstü kırması ve akabinde sürgüne gönderilmesi durumundan yola çıkarak Serkan Öztürk’ün yazdığı senaryoyu Kuzey ve Güney dizisinin 2. yönetmeni olarak epeydir kamera arkasında duran Ayhan Özen çekiyor. İnanılmaz bir oyuncu kadrosu birarada... Yapımcı firma Atmosfer Film’den Ali Tokul ve Levent Güneri ortaya iyi bir komedi filmi çıkması için hiçbir masraftan kaçınmamışa benziyor. İzlediğimiz bir sürü "Hap yap para kap" rezil işlerden sonra Türk sinemasının geleceği adına umutlandırdı bu film beni...

Filmin PR sorumlusu Meltem Göl’ün daveti üzerine gittiğim Muğla’da hem keyifli 2 gün geçirdim hem de sette oyuncularla röportaj yaptım. İlk röportajım Hasan Kaçan’la oldu. Bu yıl yaşadığı acı kayıptan sonra böyle bir ekibin içinde olmaktan dolayı moralinin düzeldiğini gözlemlediğim oyuncu ile güzel bir sohbet gerçekleştirdik. Sete geldiğimiz andan itibaren kibar ve ilgiliydi. Biz sorduk, o yine "Heredot" misali cevaplandırdı.

Hasan Bey, sizi uzun zamandır sinemada göremiyoruz, peki bu senaryo da etkileyen ve rolü kabul etmenize yol açan neydi?

Senaryonun içerisinde inek olması ilginçti tabii ama aslında sadece ine olması değil, işin içerisinde bir ineklik olması acayip olan şey. Sarı kızın başına gelen hadise, trajikomik bir olay ve lüzumsuz bir korkunun, baskının ortaya çıkardığı komik durumları içeriyor. Sadece bizim ülkemize has bir şey değil, bütün dünyada yaşanabilecek lüzumsuz bakıların, korkuların ortaya çıkardığı komiklikler bunlar aslına bakarsanız. Hikayenin kendisine baktığınızda zaten çok komik ve işin içerisinde, başrolde bir ineğin olması ayrıca komik oluyor. İneğin böyle bir muameleye maruz kalması, sürgününün çıkmış olması çok komik. Buradan yola çıkılarak yazılmış bir senaryo da çok başarılıydı, Serkan kardeşimizin gerçekten ellerine sağlık. Müthiş dengeli bir iş ortaya koymuş. Hem kendi içinde mesajı olan hem de bunu gözünüze sokmadan harmanlamayı başarabilmiş. Güzel mesajlarla ve tabii ki yoğun bir duygu ki bu çocuğu olmayan bir ailenin o ineğe karşı duymuş olduğu sevginin filde tezahür etmesi hem bir taraftan acıklı hem de komik hale dönüştürüyor. Aslında bu filmde duygular arasında gidip geliyoruz. Sinemanın da o lezzeti duygu paylaşımında değil midir zaten? Hani resim paylaşmış olan filmler vardır, çok güzel resimler oluyor ama bizi çok fazla içine çekmeyebiliyor. Fakat duygusu çok yoğun olan filmler var ki pat diye bizi alıp götürüyor. Dolayısıyla bu filmin duygusu çok yoğun; hem mizah duygusu hem de draması çok yoğun…

Başrolde bir inek var ama kadronun geri kalanı da komedide marka olmuş isimlerden oluşuyor. Ben uzun zamandır bir yerli yapımda bu kadar iyi, kendisini ispatlamış ismi bir arada görmemiştim. Bu ekip nasıl oldu da bir araya toplanabildi ve siz bu insanlarla aynı kadroda olmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bana sorsanız, mucize eseri bir araya gelmiş bir ekip gibi görünüyor ama bir toplama takım değil çünkü o kadar uyumlu çalışıyorlar ki… Bunun sebebi de makinenin çok uyumlu, senaryonun çok başarılı olması. Yönetmenimiz olağanüstü başarılı, oyuncularla olan diyalogları çok iyi.



Kendinizi bir ilk yönetmenlik denemesine teslim ederken bir tereddüt yaşadınız mı peki?

Ben Ayhan kardeşimizi zaten tanıyordum. Tabii geçmiş tecrübelerini de biliyorum. Daha önce ben kırk yaşına kadar yönetmenlik yapmayacağım diyen ve bugüne kadar hep ustaların yanında yardımcı yönetmenlik yapmış bir insanın zaten ustalaşmaması mümkün değil… Dolayısıyla onun tecrübesi bizi ikna eden, yönetmenimize en başından inanmamızı sağlayan bir unsur oldu. O yüzden zannediyorum, bütün oyuncular bunu gözü kapalı kabul ettiler ki olağanüstü isimlerle bu rüya kadro meydana geldi.

Neredeyse Ertem Eğilmez’li Arzu film günlerinden beri bu kadar ismi bir arada görmedik…

Kesinlikle… Hatta bugün Fırat’la (Tanış) konuştuk. Ben bir senaryo yazayım ve bu kadroyla başka bir film çekelim dedim. Çünkü geçmişte Ertem Eğilmez’in çekmiş olduğu filmlerde isimler hep aynıydı ama karakterler farklıydı. Ama hikayeler ve ekip uyumu o kadar başarılıydı ki, biz o karakterlerin hepsine inanıyorduk. Az önce bunlar Hababam Sınıfı’ndaki karakterler değil miydi, şimdi Turşucu oldular demiyorduk, hepsine inanıyorduk. Bizi de öyle bir duyguya getirdi ama bütün bu isimlerin kabul etmesinin altında, senaryodaki bütün karakterlerin başrol gibi olması yatıyor bana kalırsa. Yani muhtar başrol, Şebnem başrol, sarı kız bile başrol…

Benim sinema yazarı olarak gözlemlediğim kadarıyla, Yeni Türk sinemasında şöyle bir sıkıntı vardır: Başrole rol yazılıyor, geriye kalanlar ise karton karakterlerden ibaret. Arkada sadece figürasyondan biraz daha ilerisini görebiliyoruz. O yüzden sizin bu filmde iddianız, oynayan herkesin kendisine ait bir karakteri, bir rolü, bir alanı var değil mi?

Söylediğiniz yüzde yüz doğru ve bunun yanı sıra karakter analizleri de çok başarılı. Yani sadece filme has yapılmış bir şey değil. Belli ki bir karakterin arka planı araştırılmış, huyu suyu, gelmişi geçmişi araştırılmış ve onun üzerine bir şahsiyet bina edilmiş. O yüzden bütün karakterler yaşıyor ve büyüklerimiz köyün yaşlılarını canlandırdıklarında, o dedeleri gidip elini öpsek diyebiliyorsunuz… O karakterler bu filmi cıvıl cıvıl canlı hale getiriyorlar. Biraz da benim açımdan etkili olan şey şuydu: Ekmek Teknesi’nin tadı damağımızda kaldı ve senaryoyu okuduğumda biraz da bana o duyguyu verdi, ona benzettim ben. Ekmek Teknesi’nde de karakterler dikey değil, yatay başroller gibiydi. Kadir’in oynadığı da başroldü, rahmetli Savaş ağabeyin oynadığı da… Hepsinin ayrı ayrı kitleleri vardı. Sürgün İnek de aynı duyguyu taşıyor. O da bizi cezp etti, o yüzden hemen kabul edelim dedik.



Lafınızın başında evet bir inek var, ona verilen bir ceza var, komedi de buradan çıkıyor demiştiniz. Peki, bu filmde o cezanın dışında sarı kız neyi temsil ediyor?

Aslında sarı kız, masumiyeti ifade ediyor. Saflığı, temizliği ifade ediyor. İnek ne kötü bir şey düşünür ne de size itiraz eder. İpini çeker götürürsünüz, sütünden hatta etinden bile faydalanırsınız ama sesini çıkarmaz. Çünkü saflık ve temizlik vardır. Yani sarı kız dediğmiz şey, bize hizmet eden ama bunun iddiasından olmayan yani egosunu öne çıkarmayan bir şey…

Aslında halkın genelini tarif ediyorsunuz…

O duyguyu, o saflığı, o temizliği ifade ediyor ve birden bire o saflığa ve temizliğe bir şey oluyor.  Durduk yere bir müdahale oluyor ve o saflık ne yapacağını şaşırıyor. Öyle bir hikaye bu… O ineğe ceza verilmiş. Ne yapabilirsiniz ki? Dünyanın en saçma en komik şeyi. Sözün bittiği yer…

Bu film 28 Şubat sürecine de değiniyor ama basın toplantısında filmin siyasi değil komedi olduğu üzerinde ısrarla duruldu. Sizce bir komedi filminin siyasi bir hiciv olması problem midir?

Doğru söylüyorlar. Çünkü film, siyasi bir olay üzerine yapılmış komik bir film. Bu filme siyasi demek haksızlık olur, daha çok duygu filmi Sürgün İnek. Siyasi bir olayın alevlendirdiği, saçma bir durumun oluşturduğu bir durum komedisi.

Filmde sizin eşinizle beraber çocuğunuz olmuyor ve anladığım kadarıyla bu sebepten ötürü siz sarı kızı bir evlat olarak görüyorsunuz değil mi?

Evet tabii. Ailenin çocuklarının olmaması da bir dram… Rolde Şebnem ile beraber müthiş bir uyum yakaladık biz ve ilk kez çalışıyoruz onunla. Hatta bir ara düşündüm evliyiz de haberim mi yok diye çünkü Şebnem hakikatten çok usta, bir o kadar da mütevazı biri. Kendisini ilk kez tanıyorum ve aman dokunmayayım aman etmeyeyim gibi hiçbir şey yaşamadık. Kırk yıllık evli barklı insanlar gibi, hatta köyde yaşayan insanlar gibi olduk. Ondan dolayı çok teşekkür ediyorum kendisine. Hem çok usta hem de çok yardımcı bir oyuncu. Ben onlar gibi tiyatro kökenli değilim ve dolayısıyla bana pas atmazlarsa ben çekemem. Çok güzel paslar veriyorlar ve bu sayede çocuğu olmayan bir aileyi çok güzel canlandırdık. Hakikatten sarı kız bizim çocuğumuz gibi oldu. Şebnem’in bugün filmin ana damarlarından biri olan uzunca bir tiradı var ama o kadar etkili bir şey ki, hani o bizim Heredot Cevdet’teki uzun ama sıkmayan bir üsluba sahip, damardan yakalayan bir şeyi var, o yüzden gelemedi biraz da kendisi. Çünkü duygudan çıkacağını düşündü, hakikatten çok ağır bir sahne siz de göreceksiniz…



Biz komedi filmi çekmeyi seviyoruz, seyretmeyi de seviyoruz toplum olarak ama tür sinemasının ürünlerini değerlendirdiğimiz festivallerde komedi filmleri yok denecek kadar az oluyor. Bu film de böyle bir değerlendirmeye tabi olur mu sizce? Çünkü anladığım kadarıyla Sürgün İnek, gişe şansı olan ama aynı zamanda başka dertleri de olan bir film…

Çok doğru tespit ettiniz. Bir kere bu film istese de istemese de festivallere gidecektir. Yine siz söylediniz, başka bir derdi olan anlattığı başka bir şeyi olan, sadece bizi değil bütün insanları ilgilendiren bir hikayesi var. O yüzden çok güzel bir şey ortaya çıkacağına inanıyorum ben.

Peki, sizi yine başka bir filmde görebilmek için çok bekleyecek miyiz?

Şimdiye kadar bir Cem’in filminde misafir olarak oynadım. O kadar acayip bir karakterdi ki sadece üç dört kelime bile insanların aklında kaldı. Rolün uzunluğu vs değil, etkili olması ve insanlara o duyguyu aktarabiliyor olması çok önemli. Oradaki kısacık misafir karakter çok önemliydi. Şimdi burada başka bir karakteri canlandırıyoruz ve dediğim gibi sıralama olarak başrol görünse de aslında bütün ustaların başrolünde olduğu bir filmde bulunmak hakikatten benim için çok mutluluk verici… Umarım, izleyenler de gülerler ve mutlu olurlar…

Çok teşekkürler Hasan Bey…

Asıl ben teşekkür ederim…

Röportaj: Murat Tolga Şen / Fotoğraflar ve deşifre: Başak Bıçak