Magazin
04 Ağu 2009 10:14 Son Güncelleme: 19 Kas 2018 13:49

"HER KADIN ALDATILIR!.. ÖNÜNE GELENE EVET DİYEN ERKEK ÇAPKIN DEĞİL, ÇÖPLÜKTÜR!"

"Bitti Denen Yerden Başlamak" kitabının yazarı Nilgün Çolak, Q´en magazin dergisinin Ağustos sayısında yayınlanan röportajında tartışma yaratacak açıklamalar yaptı.

Önüne gelene evet diyen erkek çapkın değil, çöplüktür!


"Bitti Denen Yerden Başlamak" adlı kitabıyla nice umutsuz insana ışık olan Nilgün Çolak, kendi yaşadıklarından yola çıkarak yazdıklarıyla kadın-erkek ilişkileri başta olmak üzere, aile ve arkadaşlar ekseninde insan ilişkilerini irdeliyor. Kocası tarafından aldatıldığını söyleyen Nilgün Çolak´ın özellikle bu konuda Q´en magazin dergisine yaptığı cesur değerlendirmeler, hayli tartışma yaratacak cinsten!


Her kadın aldatılır


Kadınlar kendisi için, erkekler başkaları için aldatır


Fedakârlık tek taraflıysa aptallıktır


Erkeklerde, evdeki dursun, dışarıya da gideyim mantığı var!


İnsan hep virgül değil, noktada koyabilmeli.


Beni aldatan eşim, şimdi çok iyi dostum!


Asla yeniden evlenmem!


Türk erkeği evlenince aşkı ölüyor!


Kadınlar şimdi birkaç kez evlenip boşanan erkeğe "Çok kullanılmış" muamelesi yapıyor.


Erkek kadından daima üstün olmalı


İki dergi, bir kitap; Q´en magazin, Q Plus magazine, "Bitti Denen Yerden Başlamak"...  Bir emlak danışmanlığı şirketi: Qeen I&D Real Estate, bir organizasyon şirketi: Leyra Organizasyon... Bu kadarla da sınırlı değil.  Ben biliyorum ki sırada daha birçok büyük proje var. Yeni dergi ve kitaplar, televizyon programları... İşte bunların arkasında hayret uyandıran bir kadın duruyor: Nilgün Çolak. Ölümcül bir hastalığa yakalanıp bunu yenmeyi başarması, kendisini bir hayli zor durumlara düşüren eşinin, üstüne üstlük bir de kendisini aldatması, sonra boşanması, yaşamına bembeyaz bir sayfa açabilmesi, yaşadıklarını kaleme alıp, "Bitti Denen Yerden Başlamak" diyerek nice umutsuz insana ışık olabilmesi, haliyle onu çok daha ilginç kılıyor. Kendisi Q´en magazin ve Q Plus magazine dergilerinin aynı zamanda genel yayın yönetmeni. Patronumuz olduğu için söylemiyorum, belki inanmayacaksınız ama hiçbir soruyu değiştirtmediği gibi kendisi hiçbir soru eklemedi, üstelik tüm soruları eksiksiz ve içtenlikle yanıtladı. İşte sorularımız ve işte Nilgün Çolak´ın yanıtları.


Değil Türkiye, bütün dünya ekonomik kriz ortamında inim inlerken, bazı şirketler sırf görüntüye uygun olsun diye küçülürken, bu nasıl bir girişimcilik ruhu, nasıl bir cesaret? Nilgün Çolak kimdir ve ne yapmak istiyor, eminim herkes bunu merak ediyor...


Buna gülümseyerek cevap veriyorum ve cahil cüreti diyorum. İşin esprisi bir yana, ben bu cesaret işini bazen kendimde durduramıyorum. Çok gözü kara ve çılgın bir insanım. Zaten bu tercihlerimle ve yaşadıklarımla da ortada değil mi? Ancak kendimi çılgınca kör kuyuya atan cinslerden değilim. Tabii ki hesap kitap yapıyorum. Servantes ne demiş, "Talih, kapısı açık olanlara uğrarmış" Bunun için kapıyı hep aralık tutmak gerekir. Gelelim kriz meselesine... Tekrar başladığım dönem çok riskli bir dönemdi. Özellikle de dergicilik söz konusu olduğunda... Hâlâ zor dönemi atlatmış değiliz, çok zorlandığımız doğru. Fakat ben bir şeye inanıyorum; ihtiyacı belirleyip, o ihtiyaç doğrultusunda alışverişe çıkarsanız özellikle de önünüze çıkan ürünleri iyi değerlendirirseniz, mutlaka kârlı ve doğru bir alışveriş yapmış olursunuz. Aslında ben 2. hayatıma tekrar başlarken evde oturamayacağımı ve sürekli bir şeyler yapmak zorunda olduğumu bildiğim için çok uzun bir süre düşündüm. Amacım yeniliklere açık büyük bir grupta projelerimi geliştirmekti. (Ki böyle olsaydı sanırım şirketi ihya ederdim.) Fakat belli bir zamandan sonra hele ki isminiz bir yerlere oturuyorsa insanlar sizden çekiniyor, birçok televizyon ya da yayın kuruluşu yetkilisi arkadaşımla projelerimi konuştuğumda, hep "Nilgün´cüğüm yapalım da biz sana nasıl maaş veririz, sen şimdi çok istersin, biz bunu kaldıramayız" dediler. Hiç kimse de dur bir dakika, neymiş, ne kazanırız, gel başla bakalım, demedi ya da diyemedi. İş böyle olunca da ben kendi projelerimi hayata geçirmekte yine tek başıma kaldım. Evet şu anda birçok insanın çekindiği, hatta yapamadığı bir sürü işi aynı anda yapıyorum. Ama ben önce Allah´a sonra kendime ve kurduğum ekibime çok güveniyorum. Öncelikle yaptığım işleri çok seviyorum ve özellikle de ekibimi kurarken işini seven ve sayan insanları seçiyorum. Benim ortam yok. Ya hep ya hiç. O yüzden de elemanlarımın hepsi de ya işlerinde çok profesyonel ya da yetiştirilmek üzere sıfır beyin. Ve sonrasında, o yeni yetişenler, "Küçük Nilgüncük"ler. İşte Nilgün böyle biri...


"Bitti Denen Yerden Başlamak" adlı kitabınızı niçin yazdınız? Yazmadan önce tereddütleriniz var mıydı, bunları nasıl aştınız?


Hiç tereddütüm yoktu. Çünkü böyle bir kitap yazacağımı da hiç düşünmemiştim. Yaşadıklarımla ilgili çok kötü olduğum dönemlerde, insanlara kızdığım ama söyleyemediğim, isyan ettiğim anlarda kâğıda karaladığım şiirlerim vardı. Daha sonra kendimle baş başa kalıp, bir tercih yapmam gerektiğine karar verdim. Hayatımı değiştirmemle birlikte doğru yolda yürüdüğümü, verdiğim kararların isabetli olduğunu gördüm ve bunları kaleme aldım. Aslında belki de kendime uyguladıklarımı, bir daha unutmamam gereken şeyler olduğunu düşünerek, etrafımda yaşananları da katarak, zaman zaman açıp bakmak için yazdığım notlardı. Onları biraz daha genelleyip kitap haline getirmem tamamen bir tesadüf. Yani böyle bir kitap hiç hesapta yoktu. Kendi kendine oluştu.


Gerçi kitabınızda yeterince açıklıyorsunuz, merak edenler okusun ancak şu kadarını sizden bir kez daha duymalarını istiyorum. Kanser olduğunuzu öğrendiğinizde ilk olarak ne düşündünüz? Böyle bir hastalığa yakalananlara öncelikle ne tavsiye edersiniz? Siz bu hastalığı nasıl yendiniz?


Öncelikle duyduğumda çok da ciddiye almadım. Hatta şirkete gelip de "Arkadaşlar ben böbrek kanseri olmuşum, hem de epey tehlikeli bir yerdeymiş" dediğimde ekibim şok geçirdi, çığlıklar içinde kaldı. Hatta onlar benden daha çok üzüldü diyebilirim. Olayın ciddiyetini ameliyata gireceğim an ve ameliyattan sonra anladım. Aslında bu çok kötü bir hastalık diye adlandırmayalım evet adı çok kötü ama inanın tüm hastalıklar aynı. Gereken önem gösterilmez ise bir ufacık çıban bile ölüme getirebiliyor insanı. Burada benim tavsiyem kesinlikle ve kesinlikle insanın kendini bırakmaması gerektiği. Size sizden başka hiç kimse yardımcı olamaz. Mutlaka ve mutlaka tedavi görürken diğer taraftan da yaşamla ilgili hayatınızda bir takım değişiklikler yapmalısınız. O zaman kötü kaderin hep sizi bulduğuna inanıp sızlanmak yerine, iyi kaderi nasıl kendime çekerimin değişikliğini yapmak lazım.


Bir kadın, eşinin iş yaşamından dolayı zor durumlara düşüyor, bu arada bir de eşi tarafından aldatıldığını öğreniyor. Tüm olanları sineye çekmek zorunda kalıyor ve sonunda kanser oluyor. Kırgınlıklar, kızgınlıklar, kaybedilenler bir kenara, sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi eski eşi hakkında konuşulurken, ona insan olarak değerini daima veriyor. Yani sizden söz ediyorum... Öfke, kırgınlık, isyan, intikam... Bu duyguların sizi ele geçirmesine nasıl engel oldunuz?


Öfke, isyan ve intikam dönemleri tabii ki yaşadım. Hatta öyle zamanlar oldu ki öfkelenebileceğim, bağırabileceğim, kavga dahi edebileceğim kişi karşımda yoktu ve çaresizdim.  Öncelikle bir anne gibi davranmalıydım ve ben de öyle yaptım. Tabii ki çok kırıldım. Belki zaman her şeyi geçirdi ama kırgınlığım hâlâ geçmiş değil. Ancak bu demek değildir ki bunu daima yaşıyorum ya da yaşatıyorum. Bu sadece önlem almamı sağladı. Kırılan bardak nasıl ki yapıştırmayla eski halini almazsa, benim duygularım da yapıştırılmaya çalışılan bardak gibi. Biliyorum ki hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak. Nasıl ki bardak olmayacaksa... Ama bu benim sorunum, tabii ki bunu sürekli yaşatacak halim yok. Başta iki kızım var ve önce onların iyiliğini düşünmek zorundayım. Bunun için de kırgınlıklar bir rafa kaldırılıp, üzerine kilit atılabilir. Hayata başka bir pencereden bakmayı daha uygun ve zararsız görüyorum. Kırgınlık ve kızgınlıklar bir kenara, onlar kilitli çekmecede kalsın. Düşünün bir kere, evet bardak kırıldı ama daima o bardaktan su içmek zorundasınız. Çünkü sizi o bardağa bağlayan başka unsurlar var. Örneğin dünya tatlısı iki evlat. Şimdi ben onlara kıyıp nasıl kızabilirim? Ya da ne diyebilirim? Yok ben ona küstüm, artık görüşmemeliyim, gibi saçma sapan kaprisler yapabilir miyim? Kesinlikle hayır. Aksine birlikte olduğumuzdan daha iyi görünmek zorundayız. Hatta daha iyi olmak zorundayız. Çünkü birbirimizden nefret dahi ediyor olsak (ki böyle bir şey söz konusu değil) çocuklarımız için görüşmek zorundayız. Ayrıca ben eski eşimi hâlâ sayıyor ve seviyorum. Çünkü ne kadar kötü günler yaşatmış olsa da bana çok güzel geçen iyi günlerimiz de oldu. Üstelik beni dünya tatlısı iki kız evlat sahibi yaptı. Sırf bunun için bile ona saygı duyabilirim. Ayrıca zaten ben ondan kötü olduğu için değil alışkanlıklarından ve çevresinden vazgeçmediği için ayrıldım. O aslında çok iyi bir insan. Ama bazen sadece iyilik de yetmiyor. İnsanın her zaman virgül değil arada noktayı da kullanması gerekir ki onun hayatında hiç nokta yok. Sorun bu. ama yine de söylüyorum, çocuklarımın babası olduğu için onunla gurur duyuyorum, onun sayesinde çocuklarım da temiz bir yüreğe sahip. En azından o ve çocuklarım insan evladı. Helal süt emmiş.


Affetmeyi nasıl öğrendiniz? Nasıl hâlâ bu saygıyla devam edebiliyorsunuz?


Hayatın kurallarından biri affetmek. Bunu kitabımda daha detaylı anlatmıştım. Acıyla yaşanmaz, önemli olan acıdan ders alıp tekrar yapmamak. İyi düşünelim, iyi olsun. Affet meye gelince, Allah affediyor, biz kimiz ki affetmeyelim? Affetmemek diye bir kelimem yok. Allah´a demişler ki, şu kulun sana sürekli küfür ediyor, niye ceza vermiyorsun, ya da susturmuyorsun? Allah cevap vermiş: "Benim yarattığım kul bana her dakika küfür ediyor ben hesap sormuyorum da tasası sana mı düştü, sen soruyorsun?" Bırak da ben bildiğimi yapayım. Benim bildiğim bir şey var. Kimse kimseye bir şey yapmaz. Herkes ne yaparsa kendine yapar.


Eşinizden kısa süre önce boşandınız. Ancak boşanmanızın asıl nedeni aldatılmak değildi. Niçin boşandınız, bunu açıklar mısınız?


Her kadın mutlaka aldatılır. Yapmayan erkek yok. Bir kere bizim erkeklerimizde, yapmazsam ne derler, zihniyeti var ki bu bile yapmalarına sebep. Ayrıca günümüz kadınları da artık aşmış durumda. Birkaç kez evlenip boşanmış ya da istikrarsız ilişki yaşayan erkeklere, "Çok kullanılmış" muamelesi yapılıyor. Yani kadınların gözünde eskisi gibi öyle makbul değil çapkın erkekler. Bir-iki kez evlenip boşanmışsa, "Demek ki bu adamda bir sorun var!" diye bakıyor kadınlar da. Bir şey var ki kadınlar aldatırsa kendisi için, erkekler aldatırsa başkası için aldatıyor. Ben etrafımda bunu görüyorum. Evet, ben aldatıldığımı öğrendiğimde bulunduğum şartlardan dolayı ayrılamadım ve zaman araya girince de boşanma sürekli ertelendi. Ancak bir gün vardı ki o gün bardağı taşıran son damla oldu. O da benden böyle bir tepki beklemiyordu. Zaten ben bile böyle bir tepki vereceğimi tahmin etmiyordum.ama yapmışım. Hiç farkında bile değildim. Belli ki, içine çok oturmuş, herkese onu söyler. Beni kapıya koydu, der. 3 gün hiç konuşmadım. Telefonlarına cevap vermedim. Ama çocukları asla kullanmadım ona karşı. Olayı içimde bitirdim. Ayrıldıktan sonraki 4.gün kocamla hayatıma arkadaşım olarak devam ettim. Şu anda eskisinden daha iyi dostuz.


Her aldatılan kadın sizce boşanmalı mı?


Bu konuda ahkâm kesmek çok doğru değil. Boşanmalı ya da boşanmamalı durumu, neyin nasıl olduğuna ve şartlara bağlı. O kadar zor bir durum ki herkesin konumuna ve şartlarına göre sonuç değişir. Tabii gönül ister ki hiç olmasın. Sonuçta bir başkası da çok farklı değil. Evlilik yürümüyor ya da karını sevmiyorsan boşan, sonra ne yaparsan yap. Erkeklerde evdeki dursun, dışarıya da gideyim mantığı var. Bu tamamen erkeklerimizin doymamışlığı ve maymun iştahlılığı diye düşünüyorum. Tamam, çapkınlık erkeklerin doğasında var. Ama çapkınlıksa onu da oluruyla yapsınlar kardeşim. Örneğin parayla çapkınlık mı yapıyorsun, ver parasını, yap çapkınlığını, çek git. Daha sonra görüşmek niye? Ya da telefonlaşmak? Daha sonrası oluyorsa, devamında başka şeyleri getiriyor ki bu da çapkınlık olmuyor... İşte o zaman evdeki kadın da aldatılmış oluyor. Bence erkek dediğin de seçici olmalı. Bana göre her önüne gelene evet diyen erkek, çapkın falan değil, aksine çöplük...


Şartlar ne olursa olsun, daima kadının erkekten daha fazla fedakârlıkta bulunması kaçınılmazdır, düşüncesine katılıyor musunuz?


Hayır katılmıyorum. Fedakârlık karşılıklı olursa fedakârlıktır. Tek taraflısı aptallıktır. Teraziyi bile dengede tutmak gerekir ki eşit olsun. Yoksa bir taraf eğilir. Eğer o iki dünya birleşmiyorsa zaten ortak bir paylaşım yok demektir.


Aşka inanır mısınız? Sizin için aşk nedir?


Aşka inanmıyorum. O eskidenmiş. Benim için aşk diye bir şey yok artık. Tamamen mantık ve ten uyumu. Erkek kadından daima üstün olmalı. Ancak kadın da güçlü olmalı. Erkeğe dayanmamalı. Ayakta durabilmeli. İşte o zaman daha güzel beraberlikler yaşanıyor. Çünkü her iki tarafın da kaybetme riski oluyor. Seçme ve seçilme hakkına her iki taraf da sahip oluyor. Ancak erkek üstüne düşen vazifeleri gerektiği biçimde yapmalı. Kenara çekilip seyreden erkek, bana göre erkeklik niteliğine sığmayan taraf oluyor.


Yeniden evlenmeyi düşünüyor musunuz? Eğer evetse nasıl biri sizi ikinci kez nikâh masasına oturtabilir, hayırsa niçin hayır?


Kesinlikle hayır. Benim hayatımda iki tane sevgilim var. Onlar benim tek aşkım. Bundan sonra evlilik mi, asla. Evlilik aşkı öldürüyor. En azından bu Türk erkekleri için böyle. O yüzden ben almayayım, alana da engel olmayayım.