İki Lafın Beli
31 Mar 2016 10:04 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 18:25

Çiçeği burnunda medya patronu Medyaradar'a konuştu: Doğan Grubu ürperdi, yüzü tutmadı, Radikal'i kapattı!

Kısa süre önce yayın hayatına “Merhaba” diyen YeniBirlik Gazetesi’nin imtiyaz sahibi olan Gazeteci Avni Özgürel Medyaradar’dan Alev Gürsoy Cimin’e konuştu. Özgürel’in hem çıkardığı yeni gazete hem de gündeme dair çok çarpıcı açıklamaları vardı.

'Dilde, Fikirde, İşte Birlik' sloganıyla artık yeni bir gazetemiz daha oldu. 14 Mart'ta bayilerdeki yerini alan gazetenin imtiyaz sahibi ise kamuoyunun yakından tanıdığı bir isim: Avni Özgürel…
45 yılı aşkın süredir medya dünyasının içerisinde olan Avni Özgürel, yıllardır hayalini kurduğu gazeteyi çıkarmayı başardı. Türkiye’nin artık YeniBirlik isimli yeni bir gazetesi daha var. Avni Özgürel’le hem çiçeği burnundaki yeni gazetesini hem de gündemi konuştuk.
Türkiye’deki gazetelerin artık birebir aynı olduğunu, okura hiçbir heyecan sağlamadığını söyleyen Özgürel, iddialı. “Bizim gazetemiz farklı olacak, okura en iyisini biz duyuracağız” diyor. Farklarını ise daha çok analize dayalı haberler yapmakla ortaya koyacaklarmış.
Medyayı da konuştuk Avni Özgürel ile. Bu konuda hiç de olumlu konuşmuyor. “Dil çok sorunlu” diyor ve medyada yeni bir devrimin şart olduğunu düşünüyor. Son günlerde onu en çok üzen konu Radikal’in kapanması olmuş. Bu konuda Doğan Grubu’nu eleştiriyor. Bence sebebi “Siyasi” diyor…
Terör konusunu da elbette sordum kendisine… Çünkü bu konuda konuşulacak isimlerin başında geliyor. Bu konuda da çok çarpıcı tespitleri var.
Tabii siyaseti de atlamadık. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı çok beğeniyor.  Ülkenin sorunlarını çözebilecek tek isim olarak görüyor. Cemaat konusunda sert açıklamalar yapıyor. Başkanlık sistemi konusunu ise sonuna kadar savunuyor.
Şimdi ben aradan çekiliyor ve sizleri Avni Özgürel’in yeni gazetesinin binasında gerçekleştirdiğimiz bu röportajla başbaşa bırakıyorum. Güneşli ve umut dolu güzel günler sizin olsun. Sevgiyle kalın.

RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY CİMİN
TWİTTER: gazetecialev
Mail: alevgursoy2008@gmail.com
Fotoğraflar: Emrah Yeşilduman- Anıl Arı                
    

“GAZETECİLİĞİN EN FAZLA YAPILMASI GEREKEN BİR DÖNEM”
İmtiyaz sahibi olduğunuz YeniBirlik Gazetesi öncelikle hayırlı olsun, 'Dilde, Fikirde, İşte Birlik' sloganıyla okurla buluştunuz. Nereden çıktı bu gazete fikri? Gazeteler TV’ler bir bir kapanırken ya da tiraj kabusu yaşarken siz nereden bu cesareti buldunuz, hiç akıl kârı gelmiyor bana?
Bilakis ben çok akıl kârı bir işe el attığımı düşünüyorum. Bu zaten benim 2004 yılından beri hayalini kurduğum ama bir türlü gerçekleştiremediğim bir projeydi. Ben sizin dediğinizin tam tersini düşünüyorum, gazeteciliğin en fazla yapılması gerektiği bir dönemden geçiyoruz. Gazetelerin tirajları elbette düşer çünkü alın bakın Türkiye’deki tüm gazetelerin hepsi birbirinin kopyası, hiçbir farklı haber yok, içerik yok,  mesaj yok, özel haber yok. Bakın bizim daha yeni doğmuş bir bebek olan gazetemiz YeniBirlik, çıkar çıkmaz fark yarattı. Ne yaptı? Analize dayalı haber.  Türkiye’nin en büyük gazeteleri dâhil olmak üzere hepsi akşam televizyonda izlediğimiz haberlerin hepsini derleyip, toplayıp sayfalarına koyuyor. Bu mu şimdi gazetecilik? Biz farkımızı analiz haberlerle ortaya koyacağız. Mesela Taksim’deki canlı bomba eylemine ilişkin ben devletin yaptığı açıklamanın nerede çöktüğünü teker teker yazdım, bu bir tek bizim gazetede var. Bunu da devam ettireceğiz. Sorgulayan, sorgulatan haberciliği geri getireceğiz.

“GAZETECİLİK KRİZE GİRDİ, BİZ BUNUN ÖNÜNE GEÇECEĞİZ”
Nereden çıktı bu gazete fikri?
Radikal’den ayrıldıktan sonra televizyon programları yapmaya başladım ama gazete hep içimde kaldı. Çünkü Radikal’deki habercilik anlayışı fevkalade önemliydi benim için ve korunmalıydı.  Bunu söylerken Susurluk dönemindeki habercilikten bahsediyorum, bugünkü habercilikten değil. Sadece iç siyasi çekişmelerin sayfalara taşınması ne haberdir, ne de haberciliktir. O bahsettiğim süreçte habercilik çok daha iyi yapılıyordu ve ben bunun tekrar yapılabileceğini düşünüyorum ve denemek de istiyorum. Sadece analize dayalı bir gazete yapacağım. Tüm gazeteler birbirinin aynı olunca gazetecilik krize girdi. Zaten yaptığınız haberlerin çoğu yayınlanmıyor ve yaptığınız haberin de anlamı kalmıyor. Patronların ticari ilişkilerine göre şekillenen bir gazetecilik kime fayda sağlar ki?



“KİMSEDEN KORKMADAN SADECE HABERCİLİK YAPACAĞIZ”
Sizde durum ne olacak? Gazetecilikte siz neye inanıyorsunuz, nasıl bir duruş lazım?
Bizde durum öyle olmayacak. Bizim devletle bir göbek bağımız yok, ihalemiz yok. Burada patron benim ve kendi yağıyla kavrulan bir gazeteciyim ben. Bu işe de zaten para kazanmak için girmedim.  Ben haber neyse onu görürüm, görürken de sorgularım. Bunu yaparken de kimseden korkmam…
Hedef kitleniz kimler?
Daha çok üniversite öğrencileri ve gençler. Çünkü ben gençlerin neler oluyor sorusunun yanıtına ihtiyaç duyduklarını ve bu sorunun yanıtını alamadıklarını düşünüyorum. Bizdeki analizler onları tatmin edecek…

“PATRONSUZLUK BÜYÜK ÖZGÜRLÜK”
Gazetenin tanıtımını ve reklamını çok iyi yapamadınız. Duyuruları zayıf kaldı ve eminim şu an birçok kişi sizin gazete açtığınızdan haberdar değildir.
Ben kendi imkânlarım ölçüsünde bir şeyler yapıyorum. Arkamda büyük bir güç yok neticede. Ben bir sermaye grubuna dayanmıyorum, arkamda bir patron da yok. Ve böyle çok daha özgür olabilirim.

“KİMSEYE YAKIN DEĞİLİZ, HER HABERİ SAKLAMADAN GÖRECEĞİZ”
Patronsuz bir gazete bana akıl alır gibi gelmiyor, işiniz de zor gibi görünüyor.
Evet, öyle ama ben bunun sorun olmaktan ziyade avantaj olduğunu düşünüyorum. Patron benim ve sonuçta gazeteciyim ben, işi de biliyorum. Burada benim yayınlayamayacağım bir haber yok. Şimdi diyecekler ki AK Parti’ye yakın ama hayır değiliz, kimseye yakın değiliz. Refik Erduran da bu gazetede yazıyor neticede.

“BİZ SADECE HABERE YAKINIZ VE TÜRKİYE’DEN YANAYIZ”
Kime yakınsınız peki? Sonuçta herkesin yakın olduğu ya da inandığı bir görüş, durduğu bir yer var.
Çok net yanıt vereyim, hiç kimseye. Biz sadece habere yakınız. Türkiye’de ne oluyorsa bunun doğrusunu herkes bilecek. Elbette bir duruşumuz var o da olması gereken yerdeyiz, yani Türkiye’den yanayız. Mesela teröre karşıyız ,Türkiye’de bu kanın son bulması gerektiğine inanıyoruz. Çözümden yanayız. Çözümün de yine masada gerçekleşeceğini düşünüyoruz. Biz siyasetin Türkiye için tek yol olduğunu düşünüyoruz, siyaset dışında başka tek bir seçenek daha yok. Nasıl AK Parti’nin siyaset üretkenliğini destekliyorsak, CHP’nin de MHP’nin de siyaset üretmesini istiyoruz. HDP’ye siyaset üretmekteki kısırlığı dolayısı ile öfkeliyiz. Bir parti düşününüz ki Haziran seçiminde yüzde 10 oy almış ve 80 vekil çıkarmış ve bundan sonra da grafiği hızla düşmüş. Biz Türkiye’nin partisi olacağız diyen o parti bu yolda, bu hedefte tek bir adım atmamış şimdi biz buna nasıl öfkelenmeyelim? Bu söylediğim partilerin hepsi ile benim münasebetlerim zaten iyidir, hepsi de haksız yere bir eleştiride bulunmayacağımı bilir. Bizim gazetede herkese yer var, yeter ki üretsinler. Bizim tek bir ölçümüz var o da Türkiye…
Gazetenin finansını nasıl sağlayacaksınız? Biliyorsunuz, para olmadan ve arkada bir güç, siyasi bir irade olmadan ayakta kalmak pek de kolay değil…
Ben bu gördüğünüz ofiste belgeseller ve sinema filmleri de yapıyorum. Bir şirketim var neticede. Burası gazeteyi destekliyor. İleride reklamlar da gelecektir zaten.
İsmi de çok dikkat çekici. Neden Yeni Birlik?
Bulgaristan göçmeni bir ailedenim. Bütün Balkan ülkelerinde, yani Bosna’da, Kosova’da, Makedonya’da ve Batı Trakya’da bir gazete vardır. Birlik, bu gazete eski Yugoslavya’da da vardı. Dilde, fikirde, işte birlik… Bu İsmail Gaspıralı’nın bir sözü. Bunu Türk dünyası için bir formül olarak bulmuştu. Ve Türkiye’nin de yeni bir birlik anlayışına ihtiyacı var.
Çok büyük bir kamplaşma ve kutuplaşma var şu anda zaten…
Doğru var ama ne yapalım kutuplaşma var diye hiçbir şey yapmayalım mı? Bırakalım öyle devam etsin, kopalım gitsin anlamına gelmiyor ki bu! Onun için bizim yeni bir birlik anlayışına ihtiyacımız var. Bunun yolunu da bu gazete ile göstereceğiz.
Tirajlar ne durumda?
Çok memnunuz. Ben 100 bin gazete basıyorum, 35 bin satıyorum. Bu kadarına paramız yettiği için az basıyoruz. Ötesine maddi gücümüz yetmiyor.  Onun için her yerde bulamıyorsunuz. İstanbul’da 15 bin basıyoruz mesela. Ankara ve daha birçok yerde de varız ama imkânlarımız dâhilinde. Mesela koca Adana’ya 5 bin gazete anca gönderebiliyoruz. Eylül’e kadar böyle gideceğiz ve durum değerlendirmesinde bulunacağız. Ona göre büyümeye gideceğiz.



“RADİKAL BENİ DERİNDEN ÜZDÜ, KAPANMASI BENCE SİYASİ”
Dilerim uzun ömürlü olur,  erken havlu atmazsınız. Mesela sizin de uzun bir süre yöneticiliğini yaptığınız, köşe yazdığınız eski gazeteniz Radikal bile kapandı. Ne hissettiniz?
Çok üzüldüm, derinden hüzün duydum. Kendimi duygusal olarak çok yakın hissediyordum Radikal’e. İnternet ortamında olması bile benim için büyük anlam taşıyordu. Ben Doğan Grubu’nun maliyetleri dolayısı ile Radikal’i kapattığını düşünmüyorum çünkü 10 yazar, 3 editörden ibaret olan bir yer. Bunların hepsini toparlarsanız ve Doğan Grubunun diğer maliyetlerine bakarsanız Radikal onlar için hiçbir şey değildi. Bence nedeni siyasi.

“ÜRPERDİLER VE YÜZLERİ TUTMADI ÇÜNKÜ…”
Nasıl yani?
Yani Radikal’in izlediği çizgi nedeniyle bir ürperti oluşuyordu ve Doğan Grubu bunu sırtında taşımak istemedi. Bazı yazarları da kovmaya yüzleri tutmadığı için olayı böyle çözdüler diye düşünüyorum. Gazeteyi kapattık demek böyle durumlarda daha pratik gelir. Ben insanların işine son verme mahcubiyetinden kaçtıkları için bu yola başvurduklarını düşünüyorum. Son zamanlarda mesela televizyonlarında da büyük bir değişim var. Aykırı, daha doğrusu eleştirel sesler bir bir susturuluyor gibi.

“MEDYANIN DİLİ ŞU AN ZEHİR GİBİ, BU BÖYLE GİTMEZ”
Şöyle bir dışarıdan baktığınızda medyayı nasıl görüyorsunuz?
Sorunlu buluyorum. Özellikle dil çok problemli. En büyük problem şu eleştirmeyi bilmiyoruz. Mesela AK Parti’yi, CHP’yi, MHP’yi, HDP’yi eleştirebiliriz, muhalif de olabiliriz… Bu çok normal ama bunu bir saldırıya dönüştürmek tahammül edilebilir bir şey değil. Biz bununla yarına taşıyamayız Türkiye’yi. Medyanın dili şu an zehir gibi…

“HER TÜRLÜ KÖTÜLÜĞÜN ANASI DA BABASI DA ERDOĞAN’MIŞ GİBİ GÖSTERİYORLAR””
Biraz açar mısınız?
Mesela bir gruba göre her türlü kötülüğün anası da babası da Tayyip Erdoğan. Büyük bir Erdoğan düşmanlığı söz konusu. Bir grubun gözünde ise en ufak eleştiri yapan, biraz muhalif düşünen herkes paralel, herkes hain, herkes terörist. Hemen yaftalıyorlar. Bu böyle olmaz. Çok tehlikeli, korkunç. Mesela “Kurtuluş savaşındayız” vs. gibi söylemler var. Bu ne kadar yanlış. Türkiye böyle bir durumda değil, sen bunu söylersen ülkeye turist bile gelmez. Altı üstü karşındaki bir terör örgütü bunu yıkıldık, battık şeklinde yansıtmanın ne anlamı var? Ben medyanın yeniden yapılanması gerektiğini düşünüyorum. Nasıl bankalar 2001 krizinin ardından yeniden yapılandıysa, iş dünyası nasıl kendini yenileyip dünyaya açıldıysa, medyada da bu olmalı. Türkiye’de iki alanda biz sınıfta kaldık ve daha tek adım atamadık. Bunlar siyaset ve medya. Teknoloji gelişiyor ama zihniyet gelişmedi. Mesela siyasette de demokrasi diyoruz ama somut uygulamalara geldiğinde yan çiziyoruz. Daha bir Anayasa’yı yapamadık.

“ALO FATİH’LER HER DÖNEM, HER GAZETEDE OLDU YADIRGAMIYORUM”
Sizin için de mesela “AK Parti yandaşı” diyorlar. Peki, siz iktidarın medya üzerinde herhangi bir baskısı olduğunu düşünüyor musunuz?
Her iktidarın medyadan şikâyeti vardır. Ben 45 yıllık meslek hayatımda bunu hep gördüm. Bütün iktidarların medyayı şekillendirme arzusu vardır. Bunu yadırgamam. O baskılar hep yapılmıştır… Efendim telefonlar açılıyor da şu haber girmesin, şu haberin alt yazısı kaldırılsın deniliyormuş, ee bu yeni değil ki? Bunda şaşıracak ne var? Bu her daim yaşanan bir şey. Her dönemde her gazetenin Alo Fatihleri olmuştur ve her gazeteye, televizyona telefonlar açılmıştır. Önemli olan gelen o telefon karşısında sizin nasıl bir duruş sergileyebildiğiniz. Önemli olan bu telkinlere muhatap olan gazetenin duruşu! Eğer sen o iktidardan ihale bekliyorsan işin bitti. Emriniz olur der, hazır ola geçersin, o haberleri de silersin. Ama şunu yapabiliyorsan; “Haberi kaldırmam ama siz de görüş gönderin onu da koyalım” diyebiliyorsan zaten gazeteciliğini iyi yapıyorsun sen.

“EĞER TÜRKİYE’DE SÖZCÜ GAZETESİ BUNU YAPABİLİYORSA…”
Bunu yapabilen var mı şu an?
Elbette. Tabansız bir gazetecilik yapmanın nedeni sanki iktidarmış gibi mazeretler aranıyor. Buna asla inanmıyorum. Türkiye’de Sözcü gibi bir gazete varken aslında bazı şeyleri boşuna tartışıyoruz. Niye bunu söylüyorum? Sözcü para kazanmıyor mu? Kazanıyor. Reklam alıyor mu? Alıyor. Çok alınıp okunuyor mu? Evet. Öyleyse neyi konuşuyoruz? Hem de bu gazete çok agresif bir muhalefet yapıyor. Dili de çok ağır. Benim onaylamadığım bir muhalefet anlayışı ama sonuçta karışanları görüşenleri yok ve işlerini çok rahat yapabiliyorlar. Peki, daha dengelisini yapamaz mısın yaparsın ama yapmıyorlar.  Tüm bu olayların faturasını Tayyip Erdoğan’a kesmek yanlış.

“SADECE ERDOĞAN DEĞİL, HEPSİ MÜCADELE ETMELİ”
Vergi cezaları ve kayyumları da biraz konuşalım…
Kayyum farklı bir olay. Neticede Türkiye’de paralel yapı diye bir örgüt vardı ve tüm bunlar da ona karşı verilen mücadeleydi. Bunu göz ardı edemeyiz. Ve bu yapı hala birçok devlet kurumunun içerisinde hâkim durumda. Dursun Çiçek’in verdiği bir röportajı okudum. Diyor ki; bu yapı TSK’nın içinde bile yüzde 10 olarak hala hâkim. Ve AK Parti hiç değilse özür diliyor ve yanlış yaptığını kabul ediyor ama paralel yapı utanma duygusundan uzak, hala yanı öfkeyi taşıyor ve hedeflerini gerçekleştirmek için mücadeleye devam ediyor. Çiçek’in bu sözleri iyi okunmalı. Tüm partilerin bu yapı ile mücadele etmesi lazım sadece Erdoğan’ın değil.

“ÇOK TEHLİKELİLER, TEMİZLENMELİLER”
Siz cemaati tehlikeli buluyor musunuz?
Kesinlikle. Devlete başkaldıran ya da devleti ele geçirmeye çalışan her yapı çok tehlikelidir. Cemaat olmasa bir dernek bile olsa yine aynı şeyi söylerim. Sızma şeklinde devlete çöreklenmeye çalışmak normal bir olay mı? Bunlar KPSS sorularını bile çalmadılar mı? Bundan daha kötü ne var Allah aşkına. Bütün kurumların bunlardan temizlenmesi ve yeniden yapılanması gereken bir dönemden geçiyoruz.



“ERDOĞAN GİBİ BİR LİDERİN ‘KANDIRILDIM’ DEMESİ ONUN SAMİMİYETİNİ GÖSTERİYOR”
Bu bahsettiğiniz yapının bu kadar büyümesinde iktidarın da katkıları olmadı mı?
Kesinlikle. Bu konuda eleştirilecek çok yanları var, kusurları var. Devlet içinde verilen istihbaratlara itibar etmemek de buna dâhil. Hanefi Avcı gibi bir adam bunları ihbar ediyor, o adamı cezaevine gönderiyorlar. Ülkenin Genelkurmay Başkanı’nı hapse tıktı bu yapı. Var mı ötesi? Tayyip Erdoğan, mizacındaki biri “Beni kandırdılar” diyor, düşünebiliyor musunuz? Bu da bana göre onun samimiyeti. Onun farkı. Ben kandırıldım diyemez öyle her lider. Ve bunu kabullenip oturmuyor, mücadele veriyor. O nedenle silkelenip tüm kurumları yeniden yapılandırmak şart ama bu da öyle hemen kolay olabilecek bir şey değil. Zaman lazım.

“HEDEF ERDOĞAN’DI, BEN O GÜN HİSSETTİM, ERDOĞAN’I O AN GÖRSEYDİM DİYECEKTİM Kİ…”
Cemaate yakın medya organlarına el konulması ya da bu kanalların şartel indirmesi ile ilgili ne söylersiniz. Basın özgürlüğüne darbe kapsamında bakılabilir mi tüm bunlara… Az önceki sorum arada kaynadı…
Orada çalışan emekçiler için üzüldüm.  Ama orada gazetecilik falan yapılmıyordu. Basın özgürlüğüne darbe demek çok komik ve ayıp olur. Bir kumanda merkezinin kontrolünde ortak bir yayın anlayışı vardı, bunun gazetecilikle ilgisi yok. Ben sadece ekmeğinin mücadelesinde olan ve bu konuların içerisinde olmayan çocuklar için üzüldüm. Bu bir ideolojik kavga. Bu kavganın en önemli nedeni de Türkiye’yi ben yöneteceğim kavgası. Bakın Türkçe Olimpiyatlarının en sonuncusuna gitmiştim ben. Birçok yabancı ülkeden çocuklar geliyor ve orada şarkılar söylüyor. Barış Manço’dan, Sezen Aksu’dan, Çelik’ten vs.. Tam Tayyip Erdoğan ve eşi olimpiyatın düzenlendiği salona girerken o sırada Nijerya’dan gelen bir çocuk aynı anda sahneye çıktı ve “Mağrur olma padişahım senden büyük Allah var” diye bir şarkı okudu. Ben hayatımda ilk kez böyle bir şarkı duydum inanın. Belli ki o şarkı o çocuğa ezberletilmiş ve Erdoğan salona girerken söylemesi üzerine planlatılmış, o kadar açıktı ki her şey aslında; hedef doğrudan Erdoğan’dı. Kalabalığın içinde mümkün olmadı, denk gelseydim Erdoğan’a bunu söyleyecek, rahatsızlığımı dile getirecektim. Mesela 7 Şubat da bunun en büyük kanıtıdır… Hakan Fidan üzerinden doğrudan doğruya Erdoğan’ı hedef alan bir krizdi. Fidan’ı tutuklayıp ardından da Erdoğan’ı tutuklamak, devirmek istediler. Erdoğan da zaten olayın çok kötü geliştiğini Genelkurmay Başkanı tutuklandığında gördü ve bunu da canlı yayında dile getirdi.

“YIKILMADIM AYAKTAYIM DEMEK İÇİN ÇABALIYORLAR”
Bu savaşın kaybedeni cemaat mi, kim oldu?
Valla daha henüz kimin kaybettiği belli değil. Evet, büyük darbe yedi ama ben kaybettim deyip çekilmiyor ki. Hala savaşıyorlar… Gazeteyi kapatıyorsunuz adam çıkıyor ertesi gün başka bir gazete çıkarıyor. Bu yıkılmadım ayaktayım mücadelesi, gazete çıkarmak için mi yapılıyor sanıyorsunuz asla değil. Bayrağı ayakta tutmak, o flamayı dalgalandırmak için yapılıyor. Bu yapı hala devletin birçok kurumunda.

“HİÇ BİR İTİBARLARI KALMADI”
Halk nezdinde ne, cemaate bakış şu an sizce?
Halk nezdinde cemaatin hiçbir itibarı ve inandırıcılığı yok. Fakat cemaatin bunca yıl geliştirdiği bir bağlılar kadrosu var. Hala o mekanizma, o çark dönmeye devam ediyor.  Bu yapıya tüm benliği ile kendini ait hisseden 4 bine yakın hâkim hala yargının içinde… Bunların içerisinde Yargıtay hâkimleri de var ve bunlar hala görevde.

“ONLARA ASLA SEMPATİ DUYMADIM”
Bir dönem cemaate sempati duymayan, Pensilvanya’ya gidip Gülen’in elini öpmeyen kalmamıştı neredeyse; peki sizin o dönemki duruşunuz ve bakışınız neydi? Mesela gittiniz mi Pensilvanya’ya?
Ben de gittim. Bir grup gidiyordu ben de onlarla gittim. Radikal’deyken de bir kez röportaj yaptım. Ama şunu açık yüreklilikle söyleyebilirim, hiçbir zaman bu yapıya sempati duymadım. Sadece cemaat değil, aslında bu yapıya benzer hiçbir oluşumla işim olmadı. Bunlarla ne bağım ne bağlantım olamaz.



“LİDER OLARAK KENDİSİNİ ÇOK BEĞENİYORUM AMA…”
Ama Tayyip Erdoğan’a büyük bir sempatiniz var değil mi?
Lider olarak kendisini çok beğendiğim doğrudur. Bakın ben Türk Ocakları Gençlik Kollarındaydım. Necip Fazıl’ı da çok seviyoruz. Bir söyleşi vardı Milli Türk Talebe Birliği’nin etkinliğindeki bir şiir gününde tanıdım kendisini. Tayyip Bey yönetiyordu o oturumu. Hatta Abdullah Gül de vardı. Kendisi o gün şiir okudu, ben ilk orada tanıdım kendisini ve çok beğendim.  İyi bir hatip kendisi. Sonra belediye başkanlığı döneminde de röportajlar vesilesi ile yakınlaştık. Ama şunu belirteyim mesela bazı gazeteci arkadaşlarımız kendisiyle çok yakın ama ben öyle değilim, öyle bir hevesim olmadı. Eleştirirken de çok rahatım, överken de rahatım. Mesela “Kurtuluş Savaşı veriyoruz” şeklindeki laflarına karşıyım. Ben Türkiye’nin öyle sorunlarının olduğunu düşünmüyorum. Türkiye’nin sadece bazı beceriksizliklerde bulunduğunu, bazı konuları çözeyim derken eline yüzüne bulaştırdığını düşünüyorum.

“O TÜRKİYE’NİN SORUNLARINI ÇÖZMEYE MUKTEDİR TEK LİDER”
Tayyip Erdoğan’ı beceriksiz bulmuyorsunuz herhalde?
Tayyip Bey’in ben şu an Türkiye’nin sorunlarını çözmeye muktedir tek lider olduğunu düşünüyorum. Her yaptığı şey doğru mu tabii ki hayır. Yanlışları da var tabiatıyla. 10 şey yapıyorsa üçü yanlış elbette ama mevcut siyasi hareketler içerisinde Türkiye’yi hangisine bırakalım sorusunu sokaktaki CHP’li birine bile yöneltseniz içine sinmese bile, sevse de sevmese de “Tayyip Erdoğan” der. Bu hiçbir lidere nasip olmayan bir şey. Çok seviliyor, çok güven duyuluyor. Bu Erdoğan düşmanlığının nedeni de bu. Gerçek bir lider arıyorsanız ona bakın. Türkiye’de güçlü bir muhalif damar olsaydı, alternatifi olsaydı Türkiye’nin, belki böyle olmazdı.

“ÇOK BAŞARISIZLAR”
Muhalefeti başarılı bulmuyor musunuz?
Başarılıyı bırak çok başarısız buluyorum. Siyaset üretmektir, onlar üretmek yerine tüketiyor.

“HİÇBİR KONUDA ÇÖZÜMCÜL OLMADILAR”
Muhalefet de diyor ki 13 yıldır bu ülkeyi biz mi yönetiyoruz ki biz sorunlara çözüm üretelim? Terörü biz körüklemedik, cemaatle biz iş birliği yapmadık, çözüm sürecini bu çözümsüzlüğe biz getirmedik. Buna ne demeli?
Hayır, bu yanlış. Türkiye’nin hiçbir meselesinde müdahil olmadılar. Yaptıkları tek güzel şey var o da asgari ücretin yükselmesi. Hiçbir konuda çözümcül olmadılar. Türkiye’nin ana sorunu Anayasa ve çözüm süreci. Bunda bile doğru bir duruş sergileyemediler. Masadan kalkıp, kaçtılar. Tayyip Bey CHP’ye gelin bu işi iki parti çözelim dediğinde Kemal Bey’in nasıl yan çizdiğini iyi hatırlayın. Bir Anayasa yapmayı beceremediler.



“BAŞKANLIK SİSTEMİ GELMELİ, SAVUNUYORUM”
Ama Sayın Erdoğan, başkanlıkta diretiyor, muhalefet de buna karşı. Nasıl yapacaklar Anayasa’yı bu haliyle. Nasıl uzlaşacaklar?
Parlamenter sistem demek parlamentonun hâkim olduğu sistem demek ama bizde böyle bir sistem yok, işlemiyor. Türkiye’de milletvekillerinin kişiliklerinin yok edildiği bir sistem var. Bizim tekrardan bunu bir sisteme oturtmamız lazım. Bunun yollarından biri başkanlık sistemidir. Ben de bu sistemi sonuna kadar savunuyor ve istiyorum.

“ŞİMDİ ONLARA DA DOKUNUYORLAR”
Biraz da terör konuşalım… Siz aslında Türkiye’de çok büyük bir problem yok dediniz ama büyük bir problem kuşkusuz ki terör… Dünya bu terör belasıyla baş başa.  Aslında Türkiye’den başlayacaktım ama daha yeni Avrupa’nın kalbinde bir saldırı oldu. Brüksel gibi bir yerde 3 ayrı bomba patladı. Neler oluyor? Dünya ayakta, terör belası ne olacak?
Dünya zaten bize dokunmayan bin yaşasın diyordu, şimdi onlara da dokunuyorlar…

“BESLEDİKLERİ BAŞLARINA BELA OLDU”
Besle terörü oysun gözünü mü oldu demeye getiriyorsunuz yani?
Beslediler, o da ters tepti, döndü dolaştı onları vurdu hem de sadece besledikleri vurmuyor. Onlar PKK’yı besliyorlar, DHKP-C’yi besliyorlar. Onlar gayet sadıklar… PYD Brüksel’de duvarlara seni seviyoruz kalp işaretleri vs. yaptı. Yani çok âşık bir şey… Avrupa bize dokunmayan bin yaşasın diye düşünüyordu ve dokundular. Hiç dokunmayacak zannediyorlardı. Önce Paris, ondan sonra Belçika olunca gördüler gerçeği.

“TERÖRÜ BESLEDİLER”
Devamı gelecek mi?
Bana göre bu daha bir başlangıç. Çünkü kendileri beslediler bunu. IŞİD’i besledikleri anlamında değil de genel bir terörü beslediler. Bakın Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’nin yanında PYD’nin kadın savaşçılar poz veriyorlardı. Onları yemeğe aldı. Aynı şey İtalyan parlamentosu Dış ilişkiler komitesinde oldu, toplantıya girdiler o özel seçilmiş PYD’li kızlar… Böyle bir terörizm romantizmi vardı. Sempati uyandırıldı onlara karşı. Bunlar sözüm ona özgürlük mücadelesi veriyordu. İşte öbür tarafta IŞİD “Biz de devletiz” diyor. Biz de burada özgürlük mücadelesi veriyoruz diyor.
IŞİD gerçekten kendisini devlet mi zannediyor ya da öyle bir yapıya mı sahip?
Zannediyor.



“ÇOK TEHLİKELİLER VE BU DAHA BAŞLANGIÇ”
Amaçları ne?
Amaç yok. Amaç sadece şiddet… Başka hiçbir şey yok. Bugün Musul’a hâkim, yarın Musul’dan çekilebilir. Libya’da da hâkimiyet kurdu bir şehirde. Çok tehlikeliler ve bu tehlike dünyanın başına daha çok büyük dertler açacak. Bu daha ne ki? Başlangıç…
Niye başa çıkılamıyor IŞİD’le? Bu kadar korkunç ve başa çıkılması güç bir şey mi?
Bu IŞİD belası yüzünden Amerika ve Rusya’nın silah satışları çok arttı. Muazzam bir silah satışları var. Şu anda 60 ülke IŞİD’e karşı mücadelede koalisyonun içinde, 10 ülke de fiilen savaşıyor. Bir terör örgütü diyoruz buna, bir terör örgütü ile 10 ülke savaş halinde. Her şey yapılıyor, tepeden bombalar yağıyor vs. peki nasıl oluyor da bunlar durdurulamıyor? Peki, bunun başkenti Rakka, niye oraya kimse girmiyor?

“IŞİD’İN VARLIĞI BİRİLERİNİN İŞİNE GELİYOR"
Niye?
Orada onu koruyalım derdi var. PYD’ye diyorlar ki; Bu IŞİD’le mücadele edecek kara gücü. Niye Rakka’ya girmiyorsunuz dediğiniz de, işte şimdi bu PYD girecek diyorlar. PYD’de girmiyor. Demek ki birilerinin işine geliyor onların varlığı. Rusya o tehdit vasıtası ile geldi, Suriye’de kendilerine bir alan kurdu. Herkesin kendine göre bir hesabı var orada.

“AMERİKA BUNU YAPTI”
Türkiye’nin IŞİD konusundaki duruşuyla ilgili ne söylemek lazım?
Hatırlıyorsunuz değil mi? Hillary Clinton’la Ahmet Davutoğlu’nun çak yaptığı bir görüşme vardı. “3 ay içinde Esad gidiyor” dediler. Ama nasıl gidecek? Siz Suriye’ye gitmemişsinizdir. Eski dönemini bilmezsiniz. Ben size söyleyeyim, ben Esad’ın babası döneminde gittim. Suriye’ye gazeteci olarak gittiniz, daktilo yazacaksınız, daktilo öyle her yerde satılmaz. İzinle alınırdı. Karbon kâğıt karakolda izinle verildi. Karbon kâğıdı alırsınız, yazarsınız, karbon kâğıdı götürüp karakola iade edersiniz. O da açar bakar böyle ne yazmışsın diye. Suriye böyle bir ülkeydi. Bu ülkede silah bulunur mu? Adamı mahvederler… Bu BAAS yönetimlerinin, bu Saddam’ın yönetimi de öyleydi, Hafız Esad’ın da öyleydi. Cezaevlerinde nasıl insan bulunduğunu bir örnekle size söyleyeyim, Hafız Esad at yarışlarına çok meraklıydı. Bir işadamının atı bunun atını geçmiş. Adam Londra’dan at getirtmiş bunu geçmiş. O zavallı adam, Beşar Esad işbaşına gelene kadar hapisteydi. Babasının yerine oğlu affetti. Düşünebiliyor musunuz Suriye böyle bir devlet yani. Böyle bir devlette kimsenin elinde silah filan yok. Birden bire bir iç savaş yürütecek kadar silah nereden çıktı? Amerika’dan gelmediyse bu. Ha Amerika ne dedi o zaman Türkiye’ye kardeşim hududu açın Çeçenistan’dan gelsin, Arnavutluk’tan gelsin Bosna’dan gelsin, geleni koyun içeri, geleni koyun içeriye… Geldiler, koyduk işte IŞİD. Bir de Irak Ordusu silahları bırakıp kaçınca el koyulan silahlarla ve ortaya bir bela çıktı. Ondan sonra Türkiye’yi suçlamaya başladı efendim siz de bunlara silah verdiniz, diyemiyorsunuz ki sen ne dediğini biliyor musun? diye. Aç kapıları girsinler dediniz. Söylenmedi miydi 3 ay içinde yok ediyoruz diye. Şimdi Esad’ı korumanın derdindeler. Şimdi bu siyaseti öneren kişi Amerikan Başkanlığı’na soyundu. Değil mi Hillary Clinton. Ama işte süper güç olduğu için onun hatasında bir hikmet aranıyor.
Bizim hatamız var mı bu işte?
Elbette tabii… Biz bunu ilk kez yaşamıyoruz. Amerika’nın ilk defa bu tuzakları yok ki hep var. Geçmişte Çekiç Güç dolayısıyla biz bu tuzaklara düştüydük. En sonunda rahmetli Eşref Bitlis, dağların tepelerindeki PKK’ya Doçka silahları kim verdi diye geldi rahmetli Özal’a rapor verdi. Amerikan helikopterli Doçkaları ve silahları nasıl taşıdığına dair.

“TAYYİP BEY HAVAYA TAŞ ATIYOR KUŞA DEĞİYOR”
Türkiye’nin Suriye politikasını nasıl buluyorsunuz?
Baktığınız zaman şu anda eleştirmemek mümkün mü? Ama çarklar bir defa kurulduğu vakit dış politikada hele böyle sıcak politikada ya öyle olmuyor diye çarkı geri çeviremiyorsunuz. Tayyip Bey’in şöyle bir şansı var; havaya taş atıyor kuşa değiyor kardeşim. Böyle bir tarzı var yani. Suriye’de, bu Türkiye’nin önerilerine geçmişte kulak tıkayanlar Merkel vs. hepsi şimdi mesela bizim bir güvenlikli bölge önerimiz vardı. Eğer olsaydı bu kadar sığınmacı gelmeyecekti. Bu kadar mülteci Avrupa’ya taşınmayacaktı. Şimdi görüyorlar ama iş işten geçti.
Ama mültecileri hep biz besliyoruz…
Tabi dediğiniz doğru. Neden? Kabul etmediler çünkü… Ne Türkiye’nin yasaklı hava sahasını kabul ettiler, ne güvenlikli bölgesini kabul ettiler. Yani Türkiye’nin bunu kabul etmemek gibi bir durumu yok. Tarihinden itibaren Türkiye bir göçmen ülkesi.
Türkiye iyi yönetiliyor mu şu anda? Bir iktidar problemi var mı?
Hayır, ben bir iktidar problemi görmüyorum. Ama şunu görüyorum, Türkiye’de yönetimi dayandıracağınız bir temel çatınız olması gerekir. Bu temel çatı, Anayasa’dır. Bu olmayınca biz bocalıyoruz. Bir yamalı bohça gibi Anayasamız var. Bu bir. İki, biz de mutlaka ve mutlaka bizim demokrasi ve insan hakları konusunda üzerinde mutabakata varmış bir iktidar partisi ile muhalefet partilerine ihtiyaç var. İktidar partilerinin dilinde de muhalefet partilerinin dilinde de böyle bir sorun var. Basit bir şey söyleyeyim, MHP Genel Merkezi’nde bir konferans verdim.   Dedim ki, Seni seviyorum İngilizcesi nasıl söylenir biliyor musunuz, biliyoruz. Almancası nasıl söyleniyor biliyor musunuz? Biliyoruz. Fransızcası nasıl söylenir biliyor musunuz? Biliyoruz. On bir asır beraber yaşadığımız halkın dilinden seni seviyorum nasıl söylenir biliyor musunuz? Hayır, bilmiyorum. Bunda hiçbir sorun yok. Bilememiz de normaldir, bilmemize de gerek yoktur. Ha yolunuza devam edin o zaman. Ama yok bunda bir yanlışlık var diyorsanız bu meseleyi oturup konuşup düşünmek lazım. Benim çözüm sürecini insanlara anlatırken ve bunu halletmemiz gerekir diye düşünürken, hala da aynı şekilde söylediğim budur.



“ AMERİKA’NIN TAVIRLARI PKK’YI YÜREKLENDİRDİ”
Çözüm süreci, çözümsüzlükle bitti ama niye?
Çözüm süreci bitmedi. Hayır, çözümsüzlükle de bitmiş değil. O süreç biter başka bir süreç başlar. Söylemek istediğim şu; bu şiddet, PKK’yı yüreklendiren Amerika'nın tavrından kaynaklandı. Yani adama sen Kuzey Suriye’de ben sana bir devlet vereceğim dersen adamlar da Türkiye ile anlaşmaya ne gerek var der. Türkiye ile savaşalım nasıl olsa yarın öbür gün Tayyip Erdoğan’la masaya da otururuz. Biz Türkiye’yi masaya çektik. Bunu becerdik. Biz orada hele şu işi bir kurtaralım da sonra bu tarafa bakarız anlayışı içine girdiler. Ama şimdi Amerika ortalıkta bıraktı onları. Rusya’ya güveniyorlardı Rusya da çekip gitti.
Çözüm süreci bitmeseydi yine bunlar yaşanır mıydı?
Bu çok derin bir soru. Recep Tayyip Erdoğan, masayı devirdi deniliyor ya oradan başlayayım. 18 Şubat’ta Dolmabahçe’de bir anlaşma yapıldı. Tam olarak anlaşma değil de bir fotoğraf ortaya çıktı. Erdoğan’ın ben bu işten hoşlanmadım dediği ne zaman? Tarih 18 Nisan. Şubat ayından Nisan ayına kadar bu örgüt demez mi ki “Bir anlaşmaya varıldı ve biz de silahı bırakıyoruz” Dedi de Tayyip Erdoğan kabul etmiyorum mu dedi? Ondan sonra Tayyip Erdoğan masayı devirdi deniliyor. Tayyip Erdoğan örgütün bir oyun içinde olduğunu fark etti ve bu süreyi zaman kazanmak için kullandı.

“İSTİHBARAT GELİŞMEDEN AŞAMAYIZ”
Terör artık kentlere indi. Önce Ankara ardından İstanbul’u kana buladılar. Hep kalbimizin orta yerinden bizi vuruyorlar. Bu daha ne kadar sürecek? Bir yanda PKK diğer yanda İŞİD. Nasıl aşacağız bunu?
Aşamayız. Önemli olan Türkiye istihbaratını geliştirecek. Şu ana kadar Türkiye ilk tehdit olarak PKK’yı gördü. İŞİD’i daha ikinci derecede bir tehdit olarak gördü. Oysa Ankara tren garı önündeki saldırıda da bu hisse varması gerekirdi. Türkiye’nin İŞİD’e yönelik hem istihbaratını hem de operasyonlarını derinleştirmesi gerekiyor…
Sınırdan giriyorlar, bütün ulaşım araçlarını kullanıyorlar, otellerde rahatça kalabiliyorlar ve kentin işlek yerlerinde haince eylemler yapıyorlar. Var mı bir istihbarat zafiyeti?
Var tabii. Bir zaaf olmasa bu olaylar olabilir mi?
Brüksel’deki patlamanın ardından iki bakan istifa etti. Peki, bizde neden istifa mekanizması işlemiyor?
İstifa mekanizması ile bu olayları çözemezsiniz. Önemli olan istihbaratın gelmemesi de değil. İstihbarat neden toplanır? Yararlanmak için toplanır. Dedikodu olması için toplanmaz ki! Bu istihbaratlar geliyorsa bundan analiz çıkarmak birilerinin işi olması lazım.

“AMERİKA VE ALMANLARA İSTİHBARAT UYARISINI MİT YAPTI”
Amerika uyardı, Almanlar uyardı patlama olacak diye. Vali yok öyle bir şey dedi ertesi gün Taksim’de bomba patladı.
Hayır, yok öyle bir şey. Bu elçilikleri de uyaran MİT’dir. Bütün konsolosluklara MİT uyarı yapıyor.  MİT onları uyarınca Amerikalılar, Almanlar da kendi personeline uyarı yapıyorlar. Bizim basın diyor ki; Amerikan Elçiliği uyardı. Bu çok ayıp bir şey. Kendi ülkende kendi istihbaratını kötülüyor, yabancı ülkeleri övüyorsun. Öyle bir şey yok. Bakın MİT ikazı ile derbi müsabakası iptal edildi ve belki de çok büyük bir facia önlendi. Taksim’deki son saldırıya gelecek olursak; bir adam Adıyaman’dan otobüse binmiş, İstanbul’a gelmiş, direkt İstiklal Caddesi’ne giderek eylemi gerçekleştirmiş. Bunun inanılır bir tarafı olabilir mi? 13 saat Adıyaman’dan otobüsle üzerinde 13 kg bomba ile gelecek. Otogardan Taksim’e geçecek, buna inanmak için saf olmak gerekmektedir. Resmi açıklamanın bu yönü gerçek dışıdır. Bu canlı bombanın 1 hafta önce İstanbul’a gelmiş olması lazım, eylemin yapılacağı yerde bu kişiye bir keşif yaptırılması lazım ve bir başka kişilerin yardım etmesi gerekmektedir. Hiçbir zaman canlı bomba tek başına eyleme gönderilmez. Daima yedekte birisiyle eyleme gönderilir. Eğer ki canlı bomba eylemi yapmaktan vazgeçerse o kişi bir kumandayla veya farklı bir yol ile bombayı patlatır. O eylemden vazgeçilmez, yapılır.

“ALIŞMAYACAĞIZ”
Korkak bir toplum haline getirilmeye çalışıyoruz.  Buna alışacak mıyız?
Asla, korkarak yaşanmaz. Herkes gündelik hayatına devam edecek ve terörü önce kafasında bitirecek. O söylem bir gazeteci arkadaşımızın ağzından çıktı ama öyle bir durum olamaz. Hiçbir zaman alışmayacağız.

“PROVOKATİF BİR YAYIN, DOĞRU BULMUYORUM”
Cumhuriyet Gazetesi’nin “Türkiye teslim” manşetini nasıl buldunuz?
Tamamen provokatif bir yayındı, hiç doğru bulmuyorum. Zaten terörün amacı Türkiye’yi korkuya teslim etmektir. Türkiye bundan sonra reflekslerini kontrol edebilmelidir.
Her olay sonrası yayın yasaklarını, sosyal medyanın yavaşlamasını nasıl buluyorsunuz?
Ben doğru buluyorum. Sadece fısıltı ile bir yere varamazsınız.
Bizde böyle durumlar yaşandığında ortalık ayağa kalkıyor ama Brüksel’de yaşanan olaydan sonra ohal ilan edildi ama kimse kimseyi istifaya çağırmadı? Bu durum Türkiye’nin yapısından mı kaynaklanıyor?
Belçika 3 parçalı bir devlettir. Hatta devlet olsun mu olmasın mı konusunda kararsız kalınmış bir parçasını Fransa’ya bir parçasını Almanya’ya versek mi diye tartışılıyor hala. Eylemin gerçekleştiği havaalanında hiçbir arama yoktur. Uçağa binerken sadece bir X raydan geçiliyor o kadar. Belçikalılar o kadar rahat insanlardır ki; biz refah ülkesiyiz, bize kimse dokunmaz modundalar. Belçikalılar, Paris eylemini gerçekleştiren kişiyi yakaladılar, eylemi gerçekleştiren kişi yakalanınca ne dedi? Arkadaşlarım bunun hesabını sorarlar dedi. Ertesi gün Brüksel’de patlama olayı gerçekleşti. Bütün Avrupa’nın teröre karşı istihbaratı yoktur.
Terör konusunda daha karanlık günler bizi mi bekliyor?
Beklemiyor. Tedbir alırsanız beklemez, tedbir almazsınız bekler.



“TERÖR AVRUPA VE BELÇİKA’NIN DESTEĞİ OLMASA BESLENEMEZ”
Önünüzü görebiliyor musunuz? Özellikle Türkiye açısından baktığınız zaman?
Türkiye açısından bakacak olursak çareyi yine siyasette bulurum. Mesela Avrupalılar terörle yeni tanışıyorlar. Onun için Türkiye ile birlikte hareket etmeleri gerekmektedir. Türkiye’nin önemli bir iş adamı Özdemir Sabancı’yı öldüren kız hala Belçika’da duruyor. Eskiden sizde idam cezası var o yüzden vermiyoruz diyorlardı. Şimdi neden vermiyorsun? Bütün bunların hepsi Belçika’da devletten de yardım alırlar. Hem PKK, hem PYD hem onlara bağlı başka dernekler oradaki belediyelerden kurumlardan yardım alırlar. Terör Avrupa ve Belçika’nın desteği olmasa beslenemez.

“TERÖR BİR ŞOVDUR, GÖSTERİŞ İÇİN YAPILIR”
Niye kendini destekleyen ülkeyi vurdular o zaman?
Ses getirmek için yaptılar. Avrupa Birliği’nin ve NATO’nun merkezi olduğu için yaptılar. Terör esasında bir şovdur. Gösteriş olması için yapılır.
Çok teşekkür ediyorum bu röportaj için size.