İnfial
04 Eyl 2015 15:37 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 17:51

Bir trajedinin düşündürdükleri!

Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar Bodrum’daki son acı olay ve “Mülteci Sorunu”na dair hasıraltı edilen, bir türlü “Sorulmayan” ya da “Sorulmaktan çekinilen Sorular”ı sordu…

Fotoğrafa baktığınızda donup kalıyorsunuz. Küçücük bir çocuğun sahile vurmuş cesedi yüzükoyun yerlerde. Masum mu masum. Sonra hafızalara yer eden jandarmanın kucağına aldığı cansız minik bedeni. Sanki bir melek temizliğindeki duruşu. Tarifi çok zor bir acı. Çok trajik. Ne desek az…

Bu iç parçalayıcı görüntüler haklı olarak soruna ayrı bir hassasiyet, ilgi ve dikkat yoğunlaşması yaratıyor. Düne kadar kale bile alınmayan bu insanlar o çocukcağızın şahsında bir anda öne çıkıyor. Biranda hepimiz kendimizi sorgular hale geliyoruz. Bu fotoğraf olmasa gene sıradan bir “mülteci kazası”na (!) dönüşecek durum biranda sorunu gözümüzün içine sokuyor adeta. Bir fotoğraf Suriye’de “iç savaş”ta (?) şimdiye kadar ölen binlerce çocuğun yapamadığı etkiyi yapıyor. Birden vicdanlar uyanıyor, herkes geç kalmış insanlığını hatırlıyor!

Bütün bunlar yerinde ve normal tepkiler. Yüreğinde bir parça insanlık taşıyan herkesin etkilenmesi gereken yanlar. Hatta az bile. O çocuğun bedenine sinmiş trajediye ne kadar hayıflansak azdır. Ancak olayın bir “trajedi” olması bazı soruları sormamıza engel teşkil etmiyor. Hatta belki de en çok şimdi sormamız gerekiyor. Fevri tavırlar sorunun anlaşılmasını ve tartışılmasını geçersiz kılıyor. Susturma çabaları, “şimdi sırası” mılar, “böyle dank diye de sorulur mu”lar da cabası!..

Nitekim bu olay da hemen “tarafına göre” belli yönlere çekiliyor. Kimi hemen Esad’ı (“Esed” diyerek) suçlama bahanesine çeviriyor. Bir diğeri yeni “hortlağımız” IŞİD’ı gerekçe gösteriyor. Oysa Suriye bu hale getirilmeseydi o çocukcağız o kumsalda cansız bedeniyle mi yatıyor olacaktı yoksa annesinin koynunda sıcak yatağında mı? Kendi şehrinin, kasabasının, köyünün sokaklarında koşup oynamak dururken ne işi vardı Bodrum açıklarında? Bunu görmeden sulu göz nutuklar atmak, suyuna tirit “insanlık” nağmeleri okumak, ağıtlar yakmak kolaydır. İşin bam teli burası!..

Genelde Ortadoğu özelde Suriye’de uzun süredir yaşananlar “Mülteci Sorunu”nun ana kaynağıdır. Şaşırmaya gerek yok; tüm dokusu bozulmuş, sosyal, etnik, mezhepsel, dinsel kaosa sürüklenmek istenmiş, insanları dağılmış toplumların başına gelenler oluyor. Bu manada Bodrum sahillerine vuran o çocuğun bedeni sadece bir sonuçtur!..

“İNSANLIK DRAMI”NDAN “ PSİKOLOJİK OPERASYON MALZEMESİ” ÇIKARTMAK!..

Şimdi artık bastırılamaz, yok sayılamaz, görmezden gelinemez “Mülteci Sorunu” ölen çocuğun o iki kare fotoğrafında dünya gündemine oturmuştur. Ancak belli ki herkes bu sorunu da çözmek yerine, (Ki, aslında sorunu çözmek Suriye’nin normalleşmesi, belli güçlerin oradan elini çekmesi anlamına gelir) birbirine veya o ülkede çatışan güçlere yamamak hatta bir insanlık dramından bir tür ”psikolojik operasyon malzemesi” çıkarma peşinde görünüyor. Herkesin payınca “suçlu” olduğu bir dünyadan “Topu birbirine atmak” dışında daha ne bekliyoruz ki?

Oysa bu konuda herkesin kendisine ve birbirine sorması gereken sorular var. Bende kendime fren koymadan, kafamda şimşek hızında dolaşan soruları, en dolaysız şekilde sordum. Her sorum isabetli mi bilmiyorum. Fakat bu gibi durumlarda en saçma sorunun bile soru sormamaktan daha iyi olduğunu düşünüyorum. İşte ilk etapta aklıma gelenler;:

BATI’YA / AVRUPA’YA: Bu işler hakikaten iyice tuhafa sardı. Uzun süredir bir mülteci akını ve sorunu yaşanıyor. Bunların bir kısmı denizde boğularak ölüyor. (Şu ana kadar 2500 kişi olduğu söyleniyor) Özellikle Batı-Avrupa kamuoyu iyice bunaltılıp bu soruna daha çok “müdahil” olsun mu isteniyor? İyi de zaten kendi yarattıkları bir sorunun neresine “müdahil” olacaklar? (Yeni haritalar çizerek mi?) Birkaç bin mülteciyi kabul edip vicdanlarını rahatlatarak mı? Kimin gözünü boyayacaklar? Suriye savaşını tetikleyenler onlar değil miydi? Yoksa “müdahillik “, “insani durumlar” gerekçesiyle yeni operasyonlar mı hazırlayacaklar? Her zamanki gibi “ikiyüzlü” batılılar bu kez hangi yüzlerini gösterecekler acaba?

a) Bilhassa batı kamuoyu bu olaylar ve haberler vasıtasıyla yönlendirilmekte midir?

b) Batının Suriye’ye veya Kobani bölgesine müdahalesinin bu kez de sözüm ona “insanlık dramı” altında psikolojik gerekçesi mi hazırlanmaktadır?

c) Türkiye değil ama batılılar özellikle kendi kıyılarına varanları bizzat sabote mi ediyor? Bir tür, “yeter artık gelmeyin” çabası ve mesajı mı? (Bilhassa Yunanistan ve İtalya çevresi dikkate değer) Bu kadar çok sayıdaki olayların bazıları “batma” değil de “batırılma” olabilir mi?

d) Acaba bu insanlar, birilerinin bölgeye ilişkin yeni hesapları, planları, vb için “kurban” mı veriliyor, verilmeye devam edecek?

DEVLETE / HÜKÜMETE: Sizler değil miydiniz Angelina Jolie ile start alan “Suriye Operasyonu”na tam destek veren? “Şam’a girip, Emevi Camii’nde namaz kılma” nutukları atan? Hatta bu konuda o kadar hızlı gittiniz ki aynı batı size “ayar atma” ihtiyacı duymadı mı? Bugünkü karışıklık çorbasında sizinde tuzunuz yok mu? “O kadar mülteciye kucak açtık” demekle durum kurtuluyor mu? Zaten “kucak açtığınız” mülteciler aynı zamanda yaratılmasına hizmet ettiğiniz sorunun bir parçası değil mi?

KİMİ DEVLET BİRİMLERİNE: Bu insanlar ilgili haberlerde yazıldığına göre Suriye’den önce İstanbul’a, oradan Bodrum’a geliyorlar. İnsan ister istemez soruyor; bu ülkenin istihbarat ve güvenlik kurumları yok mu? ( MİT’i, polisi, jandarması, Kıyı Koruması, vb) Kafile halinde insanlar ülkeye giriş yapıyorlar, insan kaçakçılarıyla rahatça kontak kuruyorlar, Bodrum’a kadar rahatça geliyorlar dokunan yok. Bunlar denize açılmadan (Hatta ülkeye girmeden ya da girdikten hemen sonra) derdest edilemezler mi? Bir, iki kişiden söz etmiyoruz. Onlarca, yüzlerce insandan söz ediyoruz. Üstelik rutine bağlamışlar belli ki.

a) “Sınırlarımızı ve kıyılarımızı bütünüyle kontrol edemiyoruz” gerekçesi aslında bir yalan mı? Bu devlet gerçekten bu kadar “zayıf” yahut “beceriksiz” mi?

b) Bu işleri tezgâhlayanların devlette kaydı, kuydu yok mu? Fiili ya da teknik takibe alınamazlar mı? 3-5 kaçakçı tüm devleti atlatıp nasıl oluyor da kendi kıyılarımızda adeta bir “Mülteci-Tur” şirketi kuruyorlar? Bunlar o kadar mı “iyi” çalışıyorlar? Bu kadar “iyi” iseler nasıl ikide bir batıp duruyorlar?

c) Yoksa bu istenmiyor mu? Birileri buna göz yumuyor ya da nemalanıyor mu? Ya da birileri “Artık bizden uzak olsunlar da nereye giderlerse gitsinler” mi diyor? Görmezden mi geliyor? Yoksa “Bırakalım bu belayla biraz da batılılar uğraşsın” mı deniliyor? Hangisi?..

d) Ben “Siyasi mülteci” olmaya kalksam ve bu yolla kaçmaya kalksam daha parmağımı denize sokmadan birileri tepemde bitmezler mi? Yol, iz bilmeyen bu insanlar nasıl bu kadar kolay oraya buraya transfer ediliyor?

MEDYAYA: Olay ne kadar sarsıcı olur ise olsun medya bu konuda “duygusal gaz vermeler” dışında neden bazı soruları sormuyor? Aklına mı gelmiyor, perspektifi mi yetersiz yoksa başka bir şey mi? Resmi verip vermemeyi tartışmayı düşünebilen medya (Ki bence de verilmeliydi) bunları tartışamıyor mu?

a) O zavallı çocuğun trajedisinden “çarpıcı bir hikâye çıkartıp” (!),vurucu fotoğraflar eşliğinde, en insani duygularımızla da oynanıp zihinlerimiz olası operasyonlara, yönlendirmelere hazır hale mi getiriliyor? Buradan yeni bir “Suriye’ye saldırı bahanesi” mi üretilecek? Bu kez bahane “Sığınmacılar” mı olacak? Bilemiyorum; bu trajedi nerelere çekilmeye hazırlanıyor acaba?

b) Bazı haberlerde kullanılan “medya dili” nasıl bir dildir? İnsan kaçakçılarından “Operatörler” diye söz ediliyor? İnsan kaçakçısı ne zaman “operatör” oldu? Bunlar turizm firmalarının seyahat operatörleri mi ki?

O BABALARA: Anlıyorum durum çok acı ve trajiktir. Allah kalanlara sabır versin. Allah şaşırtmasın ama bu sonuçta o babanın ya da babaların da payı, sorumluluğu yok mu? Sen Suriye’den “Kendini, aileni, çocuklarını korumak için” kalk gel sonra böylesi tehlikesi ayan beyan belli bir riske at. Bu nasıl düşüncesizliktir, hesapsızlıktır? Baba Abdullah Kurdi’nin beyanından anlaşıldığına göre birkaç senedir burada yaşıyor. Yeterince kazanmıyorlar ama idare ediyorlar. (Kaçakçıya 4800 dolar ödeyebiliyorlar örneğin) Yani acil can tehlikeleri aslında yok!..

Gene onun beyanına göre “Bir kardeşim İsviçre'de, bir kardeşim Kanada'da yaşıyor. Kardeşim, 'İsviçre'ye yanımıza gel, buralar güzel' dedi. Bende oraya gitmeye karar verdim" Bu anlaşılır. Ama ne olursa olsun eşini, çocuklarını sallantıda dandik bir bota bindirecek kadar riske atmaya değer mi? Turistik seyahate çıkmıyorsun. Hiç mi düşünmedin be kardeşim? (Düşünmüş ama onu da şöyle cevaplıyor: “Gideceğimiz yolun tehlikeli olduğunu biliyordum ama çoğu insan Avrupa'ya sağlam varınca, bize de bir şey olmaz diye düşündüm.” (Ah be canım kardeşim anlıyorum ama insan en kıymetli varlıkları üzerinden böyle bir kumar oynar mı? Tek başına gitmiyorsun ki…) Ki kendileri ve çocukları ölen başka aileler içinde durum aşağı yukarı böyle olsa gerek. Sormak zorundayım; daha kaç tane bu tarz düşünen “çaresiz baba” var?

Bilemiyorum benim de kafam karıştı. O fotoğrafı gördükten sonra ben de hayli duygusalım, öfkeliyim, kızgınım. Muhasebemde herkese yer vermem bu yüzden biraz da. Ancak unutmayın;

Sonuçta her ne ve nasıl olursa olsun insanların bu durumlara düşürülmelerinin asıl sebepleri bellidir. O sebepler ortadan kalkmadığı müddetçe de bu gibi manzaralar, her an yaşanabilir. Böyle giderse zihinlerimiz yeni şoklara, karelere hazır olsun derim!

Gerçek çare “Mülteciler”in oraya buraya sığınması, doluşması değil, Suriye’nin kendi, toprak bütünlüğü ve normal hayatına geri dönmesi, batılı ve bölgesel güçlerin derhal elini çekmesi ile mümkündür. Bunun dışındaki her “çözüm” geçici olmaktan ya da sorunu daha karmaşıklaştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır…

04.09.2015.

atillaakar@gmail.com