Medya
26 Eyl 2018 11:16 Son Güncelleme: 24 Kas 2018 02:52

Akif Beki'den çarpıcı 'İsmail Devrim' sorusu: O gazeteci savcılığa niye çekildi?

Çocuğuna okul pantolonu alamadığı için intihar ettiği iddia edilen İsmail Devrim'in haberini ilk yapan gazeteci suç duyurusu gerekçesiyle savcılığa alınmıştı.

Karar gazetesi yazarı Akif Beki, önce savcılığa alınıp sonra serbest bırakılan gazeteci Ergün Demir'in "savcılığa neden alındığını" sordu.

Akif Beki'ye göre İsmail Devrim'in intiharının ardından haberi ilk yapan gazeteci Ergün Demir'le ilgili bir suç duyurusu görünmüyordu.

İşte Akif Beki'nin bugünkü yazısından ilgili bölüm:

O gazeteci savcılığa niye çekildi?
 
İsmail Devrim’in kendine kıymadan önce “Çocuklarıma bir kıyafet bile alamayacaksam niye yaşıyorum ki” dediğini, gamzede eşinin sesinden duyurmuştu. Kocaeli’deki trajik intiharın arka planıyla ilgili ilk haberi o yapmıştı...

Astakos haber sitesini yöneten gazeteci Ergün Demir, geride kalan yaslı eşin sesini izinsiz kaydedip yayınladığı suçlamasıyla önce karakola çekildi, ardından savcılıkça gözaltına alındı, sonra da adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Dosya ise gizlilik kararıyla mühürlendi.

Tereddüde düşmez misiniz, savcı bu işlemleriyle bizden ne beklemektedir diye?

Ergün Demir konuşmayı izinsiz kaydetmediğini, şahitlerin önünde gazeteci sıfatıyla görüştüğünü söylüyor.

Kederli eşin, sesinin gizlice kayda alınıp yayıldığı iddiasıyla savcılığa suç duyurusunda bulunduğuna dair bir bilgi de yansımadı bu arada.

Yaşadığı duygusal travmanın etkisi altındayken yönlendirici sorularla kendisine istemediği yanlış şeylerin söyletildiği, olayın sıcaklığıyla şoktayken ve düşünmeden sarf ettiği sözlerin çarpıtıldığı ya da yaralı bilincinin yerinde olmayışından yararlanılarak ağzından alınan lafların kastetmediği yerlere çekildiği gibi bir iddiası da duyulmadı.

Gazeteci hakkında bir şikayet üzerine de harekete geçmiş değil yani savcı. Resen elini çabuk tutmuş görünüyor.

Canının çok yandığı bir sırada, insani duyarlılık maskesiyle aileye yanaşan acar gazetecinin, siyasi motivasyonla durumdan istifade ettiğinden şüphelenmemizi gerektiren bir veri konmadı ortaya.

Zaten meslektaşımız yazmış serencamını; başka kılıkta içlerine sokulmadığını, habercilik refleksiyle oraya gittiğini, duydukları karşısında çok sarsıldığını ama soğukkanlı bir şekilde işini yapmaktan başka bir amaç gütmediğini tane tane anlatmış.

Okul dahil hiçbir kişi ya da kurumu ne töhmet altında bırakmayı, ne yıpratmayı, ne de bu sarsıcı olayı muhalif propagandaya alet etmeyi ya da siyasete malzeme çıkarmayı arzuladığını özellikle belirtmiş. Altında proje, operasyon, ajitasyon, provokasyon, acındırma ve vicdan sömürüsüne dayalı bir gizli ajanda filan aranmasın diye okuyucularını sıkı sıkıya tembihlemiş, art niyetlileri baştan uyarmış. Sadece acı içinde kıvranan eşin feryadını, ne dediyse kelimesine dahi dokunmadan, olduğu gibi aktarmaya çalışmış.

Ve savcılık, kadıncağızın çığlığına kulak kesilip seri bir şekilde, alınamayan pantolon yüzünden evladının okuldan çevrilip çevrilmediğini aydınlatacak yerde, hızlıca iddiayı yalanlıyor. Yalanlamayı havada bırakan sesli haberin sahibi gazeteciyi de aynı süratle sorguya alıyor.

Nasıl davranmamız bekleniyor bizden...

O sesi hiç duymamış, o intiharı hiç yaşanmamış, o haberi hiç yazılmamış gibi mi yapmamızı?

Yoksul velilerin altında ezildiği okul kıyafeti dayatmalarını yok hükmünde saymamızı mı?

Okul kıyafet ve gereçleri için velilerin anlaşmalı adreslere yönlendirildiği şayialarını kale almayan tepkiler vermemizi mi?

Şartları müsait olmadığı için altından kalkamayan ebeveynlerin  varlığını dikkate almamamızı, rencide edilmelerine değip değmediği üzerinde bir dakika bile durup hiç tartışmamamızı mı?

***

Elbette intihara, bir protesto biçimi olarak yaklaşacak değiliz. Ama bunun için, intihar edenin aslında bize hiçbir şey demeye çalışmadığını, ne yaşadıysa kendi içinde olup bittiğini, iç dünyasında kopan fırtınaların ve onlarla baş etmeyi neden başaramadığının bizi ilgilendirmediğini, karmaşık bir ruhsal bunalım sonucunda bu noktaya geldiğini, hayatına son vermek gibi korkunç bir kararı almasında hiçbir dış etkenin rol oynamadığını, içinden çıkamadığı karanlık bir girdaba sürüklenmesinin kaldıramadığı bir harici faktöre bağlanamayacağını, üstesinden gelemediği her neyse tamamen psikolojik dinamiklerle alakalı olduğunu, gururuna yediremediği herhangi bir sebebin içe kapanmasını tetiklediğine yer olmadığını...Dolayısıyla çıkarılacak bir sonuç yahut soruşturulacak bir boyut da bulunmadığını peşinen kabul etmemiz mi gerekiyor?