Medya
07 Şub 2009 09:40 Son Güncelleme: 19 Kas 2018 13:32

'AHMET ALTAN İÇİNDEKİ KİNE VE TİKSİNTİYE TESLİM OLDU!..' SERDAR TURGUT FENA BOMBALADI!..

Serdar Turgut'un kaleminden Ahmet Altan potresi...

Ahmet Altan üzerine



Farkındayım, iki günden beri yazarların kendinden menkul değerlendiricisi gibi davranmaya başladım. Aslında bu son derece sıkıcı ve gereksiz bir varlık tipi. Ama dün yazdığım 'Bazı itirazlarım var' başlıklı yazımda Ahmet Altan da yer alacaktı, bunu malum nedenlerle erteledim.

Aynı gün içinde, bulunduğum gazetenin patronu hakkında yazı yazmış olduğu için benim ertesi gün Ahmet Altan'a itirazlarımı ortaya koymam çok da yanlış anlaşılabilecek bir durum çıkacaktı doğal olarak.
İnşallah bugün konuyu işlemem aynı tepkiye yol açmaz. Sonuna kadar okursanız o tür bir tepkiye gerek olmadığını zaten göreceksiniz.
Ahmet Altan'ı Hürriyet gazetesinde 'Bir günün hikayesi' köşesini yazarken tanımıştım. Arada bir Ankara'ya gelir ve köşesini herkesin içinde yazardı.
Müthiş bir konsantrasyon ve hızla köşeyi bitirirdi. Ortaya daima güzel yazılmış bir metin çıkardı.
Kafama kazınmış o imaj, benim Ahmet'i sevmem için yeter de artar bir nedendi.

O, köşeyi bıraktıktan sonra o köşe bir daha hiçbir zaman toparlanamadı.
Ahmet Altan'lar kolay yetişmediğinden onun koltuğu tabii ki doldurulamadı.
Ahmet'in siyasi tavırlarını, yazarlığını, psikolojik analizler yoluyla tam yapabilmek bence imkansız. Çünkü o tür yazarlar çok daha komplike karışımlardan oluşur. Tabii ki usta ve meşhur bir yazar babanın yazar çocuğu olmak kolay bir iş değil.
Çok sevdiği babasının darbelerde alınması, acılar çekmesine şahit olması, Ahmet Altan'ın bugünkü siyasi tavırlarını etkilediğini söylemek de yanlış olmaz.
Yazar çocuğunun oluşumunu, siyasi tavırlarını anlamak ve anlatmak için bu basit analiz yeter mi hiç?..

ORTAK TİKSİNTİMİZ
Ahmet Altan'ın çeteleşmelerden ve bunların Türkiye'ye yapmış olabileceklerinden ne kadar tiksinti duyabileceğini, buna nasıl tepkili olabileceğini belki de herkesten çok ben anlıyorum. Çünkü bu tiksintimi ve tepkimi kısa süre önce burada açıkça yazdım.
Ahmet Altan, babası evden alınmış olduğu için belki tepkilidir. Ben ise öldürülmüş ve sakat bırakılan arkadaşlarım nedeniyle tepkiliyim.
Ama ben kin ve öfkemin beni teslim almasına izin vermemeye çalıştım. Bunun üzerinde hala daha uğraşıyorum.
Ne yazık ki Ahmet Altan bir müddettir, tiksintisine ve içindeki kine teslim olmuş görünümü çiziyor. Kinle dolarak da iyi yazı yazılabilir elbette ama iyi yazarlık, insanın başa çıkılmaz gibi duran duygularla mücadele etme savaşı değil midir?

Özellikle bu ülkede aydın olan insanların kin tutmaları çok şaşırtıcı bir şey değildir. Düşünsenize; yıllardır dedikleri laflar kimse tarafından anlaşılmamış, üstelik de o laflar nedeniyle başlarına birçok iş de gelmiş aydın için bu ülke 'haksızlıklar cumhuriyeti gibi' bir şey.
Şimdi öcünü alıyor gibi yayın yapan Taraf gazetesi, yeni ortaya çıkanlar dışında çoğunu eskiden beri tanıdığım insanları yazar olarak kullanıyor.
Onlarla ortak yanımız, çoğumuzun eskiden bu topluma uymayan en uç ideolojiyi yani Marksizmi benimseyip toplumu dönüştürmeyi başarabileceğimizi sanmamızdır.
Devlet üzerimizden silindir gibi geçti. Kimimiz fiziksel acı çektik kimimiz ise işsiz filan kaldık. Yani içimizin kin tutması için ellerinden geleni yaptılar bize.

Ben Taraf'ın vermekte olduğu mücadelenin özünün doğru olduğuna inanıyorum. Ama benim görmekte olduğum basit bir gerçeği Ahmet Altan gibi zeki ve duyarlı usta kalemin göremiyor olması da mümkün değil.
Bizler hangi nedenlerle olursa olsun, içimize oturtulan kinin öcünü bazen öldürücü olabilen kalemimizle veya zekamızın yarattığı gazetelerle almaya çalışırsak topluma iyilik yerine kötülük yapmış olmaz mıyız?..
Yani eleştiriyi yapalım geçmişle tabii ki, hesaplaşalım da... Türkiye Cumhuriyeti'nin önemli bazı kurumlarını tamamen tahrip etmekle sonuçlanacak yazı ve zeka gösterilerine girmeyelim.
Gayet tabii ki o kurumlara bizden çok daha farklı nedenlerle düşman olabilecek bazıları tarafından kullanılıyor olmak da ayrı bir risk...
Az çok birbirine benzeyen yaşam serüvenlerinden geldiğimizi sandığım, yaş farkımızın da büyük olmadığını zannettiğim Ahmet Altan'ın bu dönemde daha soğukkanlı davranmasının Türkiye'ye yararı büyük olacaktır.
Kişisel geçmişlerimiz, atlatmış olduğumuz badireler ve evet; bizi hırpalayarak içimizde oluşturulan kine rağmen, toplumun bugün bizlerden talep ettiği görev, eleştirimizi sakin ve rasyonel biçimde ortaya koymaktır. Geçmişte ne olmuşsa olsun bu ülkeye hepimiz bir şekilde borçluyuz sonuçta.

CAMİ IŞIKLARINA BAKAN ÇOCUK
Hem Ahmet Altan kinli mücadelelerin insanı da değil. Aslında bu tür mücadeleler yakışmıyor. Bazen ona kızdığımda geçmişte yazmış olduğu 'Cami ışıklarına bakan çocuk' başlıklı yazısını tekrar okurum ve kızgınlığım hemen geçiverir... Altan'ın inanmanın huzurundan aklın huzursuzluğuna geçiş sürecini anlattığı o yazıda, Altan ailesi için bana özel şeyler söyleyen şu bölüm de var:

'Çocukluktan gençliğe çalıştığım dönemlerde yazarlık hayalleri ile dolu olduğumu gören babam, 'Yanağını cama yapıştırıp evin çaprazındaki caminin şerefesinde iftar zamanını haber veren ışıkların yanmasını, ışıklar yanar yanmaz bunu bağırarak haber verdiğinde büyüklerin aferinini almak için heyecanla bekleyen bir çocuğu anlatabilir misin' demişti.'
Ben bunları okurken yazar babanın yazar olmak isteyen çocuğuna verdiği ödevin ağırlığı altında ezilmiş hissettim kendimi. Bu hakikaten zor bir yazı olurdu.
Ahmet Altan o yazısını 'Sanırım bunu hiçbir zaman tam da beceremeyeceğim' diyerek bitiriyor.
Denese kesin becerir. Üstünde çalışsa yapar bunu. Ve yaparsa inanç konusunun bir türlü anlaşılamamış olduğu ve durmadan da konunun çarpıtıldığı bu ülkeye de büyük hizmet yapar.
Öyle bir yazı, gazetesinin birinci sayfasından verilecek her türlü haberden çok daha sonuç getirici ve yararlı bir iş olurdu. Çünkü yanağını pencereye dayamış o çocuk hepimiziz Ahmet. Sen, ben ve nicelerimiz o çocuğuz işte...
Bu yaşa gelinceye kadar kötü davrandılar bize. Ama solcu bir ailede solcu babanın çocuğuna yazı ödevi olarak cami ışıklarının yanmasının yarattığı heyecanı yazması konusunu verebilen, dünyada Türkiye'den başka bir ülke de olamayacağını unutmadan, bizler yine de kin ve öfke ile siyaset yapmayacağız.
Bunu borçluyuz Türkiye'ye ve bir şekilde borcumuzu da yükleyip yaşayacağız...


SERDAR TURGUT / AKŞAM