Medya
24 Nis 2015 10:40 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 17:30

15 gazeteden 42 yazar, 1915'in yıldönümünde ne yazdı?

1915 Ermeni olaylarının 100. yıldönümü, ulusal basındaki birçok yazarın köşesinde de birinci gündem maddesi oldu.

1915 Ermeni olayları 100. yılında Vatikan, Almanya Rusya ve Avusturya gibi ülkelerin yanı sıra Avrupa Parlamentosu tarafından “soykırım” olarak nitelendirilirken, ABD Başkanı Barack Obama bu yıl da “soykırım” yerine Ermenice “Büyük Felaket” anlamına gelen “Meds Yeghern” kelimesini tercih etti.

1915 Ermeni olaylarının 100. yıldönümü, ulusal basındaki birçok yazarın köşesinde de birinci gündem maddesi oldu. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun başdanışmanlığını yaparken, “1915’te yaşananları soykırım olarak nitelendirmemek güç” sözlerinin ardından yaş haddinden emekli olduğu açıklanan Etyen Mahçupyan, Ermeni olayları için “Önümüze gelen her vahşetin ‘soykırım’ olarak adlandırıldığı bir dünyada 1915’in bu tanımın dışında bırakılması pek gerçekçi bir beklenti değil” derken, Cumhuriyet yazarı Nuray Mert, “ister ‘soykırım’ deyin, ister ‘soysürgün’, ister katliam” ifadelerini kullanarak 1915’le yüzleşme çağrısı yaptı.

Akşam’dan Etyen Mahçupyan, Emin Pazarcı, Ufuk Ulutaş ve Vedat Bilgin, Bugün’den Orhan Kemal Cengiz, Yavuz Baydar ve Gökhan Bacık,  Cumhuriyet’ten Emre Kongar, Zeynep Oral, Özgen Acar, Meriç Velidedeoğlu, Celal Üster, Selin Ongun, Nuray Mert ve Semih İdiz, Evrensel’den Ahmet Yaşaroğlu, Habertürk’ten Fehmi Koru, Soli Özel ve Özcan Tikit,  Hürriyet’ten Taha Akyol,  Milliyet’ten Melih Aşık ve  Abbas Güçlü, Sabah’tan Emre Aköz, Hilal Kaplan, Şeref Oğuz ve Hasan Bülent Kahraman,  Star’dan Mustafa Kartoğlu, Sibel Eraslan ve Resul Tosun,  Taraf’tan Cengiz Aktar,  Taner Akçam, Sezin Öney, Hadi Uluengin, Mustafa Paçal,  Türkiye’den Rahim Er,  Vatan’dan Güngör Mengü,  Yeni Akit’ten Serdar Arseven ve  Hüseyin Öztürk,  Yeni Şafak’tan Ali Bayramoğlu, Özlem Albayrak ve Yaşar Taşkın Koç ve Zaman’dan Sevgi Akarçeşme 1915’in yüzüncü yıl dönümünde 24 Nisan’ı yazdı:

Taha Akyol / Hürriyet

Sarkisyan'ın vicdanı!


Yaşanmış olan, ortak bir trajedidir, "ortak acı"dır. Ben Ermenilerin yaşadığı faciayı biliyorum, acılarını paylaşıyorum; milyonlarca Türk vatandaşı gibi.

Türk düşmanlığı yapmayan Ermenileri seviyorum.

Keşke Sayın Sarkisyan da "bir, iki, üç köy" diyerek bilgiye ve vicdana hakaret edeceğine, birazcık olsun vicdan pırıltısı sayabileceğimiz birkaç sıcak söz söyleyebilseydi.

Sarkisyan "soykırım" diyebilir; ben de Ermeni şovenizminin Türkiye'ye karşı bu kavramı istismar ettiğini söylerim. Siyasi görüşler farklı olabilir. Fakat hiç olmazsa "ortak acı"yı paylaşma konusunda insani bir duyarlılık geliştirerek Türk-Ermeni ilişkilerinde yeni bir sayfa açmaya özen göstermek gerekmez mi?

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Melih Aşık / Milliyet

Nefret suçu...


Soykırım soytarılığı konusunda üç kitap yazan Uluç Gürkan pek sık ağıza alınan “nefret suçu”nun ne olduğunu anlatıyor:

“Soykırım suçunun hukuki çerçevesini belirleyen 1948 BM Soykırım Sözleşmesi’nin 4. maddesinde bu suçun tüzel kişilerce değil, gerçek kişilerce işlenebileceği vurgulanmaktadır. Bu nedenle, İkinci Dünya Savaşı’nda gerçekleştirilen Yahudi Soykırımı için Almanya ya da Alman halkı hiçbir zeminde suçlanmamaktadır. Soykırım sorumluluğu, kişi olarak Hitler ve diğer Nazi liderlerine, yönetim erki olarak da Nazilere yüklenmektedir.

Ötesinde, güncel Ruanda, Sudan ve Bosna-Hersek’te ‘soykırım’ olarak tanımlanabilecek olaylarda da suçlamalar gerçek kişilere yöneltilmekte, cezai sorumluluk bu kişilere yüklenmektedir.

‘Ermeni soykırımı’ iddialarında ise hukuk dışı bir çifte standarda başvurulmaktadır. Suçlamalar gerçek kişilere değil, ülkesi ve ulusuyla Türkiye’ye yöneltilmektedir. Doğrudan Türk ulusu, Türkiye halkı suçlanmaktadır.

Ülkesi ve ulusuyla Türkiye’nin hedef alınması ‘nefret söylemi - hate speech’ suçu özelliğindedir. ‘Belli bir gruba karşı düşmanlık duygularını tetikleyen önyargılı ve ayrımcı bir dil kullanılması’ biçiminde tanımlayabileceğimiz nefret söylemi, en az ‘soykırım’ suçu kadar yaralayıcı ve düşmanlığı tetikleyici bir üsluptur.”

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Abbas Güçlü / Milliyet

Perinçek: Sorun çıkartan Ermeniler değil Amerika!


Sözde Ermeni soykırımına yönelik tartışmalar aldı başını gidiyor. Hemen her şey öylesine birbirine karıştırıldı ki, 1915’e nasıl gelindiği ve 1915’te neler yaşandığı, sanki ikinci plana itildi.

Bu konuya en çok kafa yoran isimlerden Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ve Türkiye ile Ermenistan arasındaki buzları eriten diplomasi trafiğini yöneten diplomatlardan emekli Büyükelçi Ahmet Ünal Çeviköz, önceki gece Genç Bakış’ta konuğumuzdu. Çok çarpıcı açıklamalarda bulundular. İşte programdan bazı satır başları:

‘Soykırım yoktur’

Doğu Perinçek:

- 2005 yılında Yusuf Halaçoğlu İsviçre’de bir konuşma yaptı, hakkında bir soruşturma başlattılar. Bunu okuyunca uçağa atlayıp Lozan Antlaşması’nın yapıldığı salonda Almanca bir basın toplantısı yaptım. Ermeni soykırımının uluslararası, tarihsel ve emperyalist bir yalan olduğunu, bizim vatanımızı savunduğumuzu kamuoyuna açıkladım. Suçu kasıtlı olarak işledim. Lozan polis mahkemesi tarafından mahkum edildim. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde İsviçre aleyhine dava açtım ve davayı kazandım. 17 Aralık 2013 yılında bu karar açıklanınca Dışişleri Bakanlığı şöyle bir değerlendirme yaptı “Bu bir devrimdir. AİHM için bir milattır” dedi. Kararda aynı zamanda 1915’teki olayların Yahudi Soykırımı’na benzemediği, soykırım tanımı içinde düşünülemeyeceği belirtiliyor.

- Soykırım yoktur diyenleri cezalandırmaya yönelik bir yasanın Avrupa’da bundan sonra çıkması mümkün değildir. Çünkü AİHM bütün Avrupa Konseyi’ne bağlı devletler için bağlayıcıdır.

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Emre Aköz / Sabah

1915’te Almanya


Yüz yıl önceki olayların en ilginç boyutlarından birini hiç kuşkusuz Almanya'nın rolü oluşturuyor.

Birinci Dünya Savaşı 28 Temmuz 1914'te başladı. Üç ay sonra da Osmanlı, Almanya'nın başını çektiği İttifak Devletleri'nin yanında savaşa katıldı.

İki ülke arasındaki askeri yardım ve hizmet anlaşması çerçevesinde Osmanlı ordusunda 800 Alman subayı görev almıştı. Bu subaylar sadece Osmanlı subaylarını eğitmekle kalmadılar. Silahlı kuvvetlerin yönetimine bizzat katıldılar. (Çanakkale muharebeleri genel komutanının Alman Liman von Sanders Paşa olması gibi...)

Ayrıca Almanya'nın İstanbul'da büyükelçisi, önemli Osmanlı kentlerinde de konsolosları vardı. (Casusları saymıyorum.) Böylece Almanya, Osmanlı topraklarında meydana gelen bütün önemli olaylardan haberdar oluyordu. Olmak da zorundaydı. Çünkü Osmanlı'nın saf dışı kalması, Almanya'nın hiç işine gelmezdi.

Madem durum buydu... O halde Almanların, Ermenilere uygulanan etnik temizliği bilmemeleri imkânsızdı.

Ancak günümüzde yapılan 1915 tartışmalarında Almanya'nın genellikle pasif bir tavır sergilediğini görüyoruz. "Soykırım yapıldı" diyorlar ama atılgan bir tutum almıyorlar.

Bu yaklaşımın bir nedeni de, Almanya'nın Birinci Dünya Savaşı süresince Ermeni meselesi karşısında izlediği "üç maymun" politikası olsa gerek: Görmedim, duymadım, söylemedim.

Resmi mesajlar ve raporlar... Gazetecilerin ve din adamlarının tanıklıkları... Bağdat Demiryolu'nda çalışan mühendislerin mektupları ve anlatımları... Ayrıca Osmanlı yöneticilerinin ifşaatları...

Velhasıl Berlin'e 1915 hakkında malumat yağıyordu ama son derece etkin çalışan sansür mekanizması sayesinde yayılmaları engelleniyordu.

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Hilal Kaplan / Sabah

Hrant Dink ve Hasan Cemal


Cemal, tam da kendisinden beklendiği gibi, ülkesinin Kürt meselesindeki açılımlarından, ayrılıkçılığı savunan siyasî partiler bile olduğundan, 1915'i Başbakanlık makamının 'gayri insani neticeler doğuran hadise' olarak nitelediğinden, bunun bir zihniyet dönüşümü olduğundan, bu husustaki ifade özgürlüğünün önü açıldığı için rahatça soykırım tezini savunan bir kitap yazdığından ama buna rağmen dedesi üzerinden kondukları Ermenilere ait mallardan da vazgeçemediğinden bahsetmiyor!

Bilakis Türkiye'nin dikta baskısı altında yaşadığından, Erdoğan'ın diktatör olduğundan, ülkemizdeki medya düzeninin 'korkutulmuş' olduğundan bahsedip, dolayısıyla kendisinin de cesareti nedeniyle kovulduğunu (patronunu eleştirdiği için hâlbuki) ima ederek olabildiğince karanlık bir Türkiye tablosu çiziyor.

Bana sorarsanız, '1915'te ne kaybettik?' sorusunun cevabını, tehcir mağduru ataların torunu Hrant Dink ile, 1915'in uygulayıcısı Cemal Paşa'nın torunu Hasan Cemal arasındaki bu mesafede aramalıyız biraz da.

"Kim, tedavi edecek bizi? Fransız senatosunun kararı mı? Amerikan Senatosu'nun kararı mı? Kim reçeteyi verecek? Kim bizim doktorumuz? Ermeniler Türklerin doktoru, Türkler de Ermenilerin doktoru. Bunun dışında doktor, ilaç, hekim, mekim yok! Diyalog tek reçete, doktorsa birbirlerinin doktorudurlar" diyen Hrant Dink'e saygıyla...

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Şeref Oğuz / Sabah

Neden Ermeni Çözüm Süreci de olmasın?


Ermenistan halkı ne düşünüyor dersiniz? Yıllarca Türk düşmanlığıyla beslenen Yunan Cuntası, bizim Ege Barış Denizi atağımızla alan kaybetti ve çözüldü. Kazanan Yunan halkı oldu, Batı ile bütünleşti, her ne kadar şimdi zorda olsalar da zenginleştiler.

Ermenistan'ın metriklerine bakıyoruz: Ortalama yaşı 75 olan 3 milyon nüfus, 11 milyar $ milli gelir, kişi başı 3 bin 800 $ gelir, 1.4 milyar $ ihracat ve 4.4 milyar $ ithalat... Türkiye ve Azerbaycan kapıları kapalı, küreye tek çıkışı, Gürcistan ve İran. Bu inat bizi üzüyor ama Ermenistan'ı kilitliyor.

Nükleer müzakereler ile İran dahi küresel zenginlik içine katılırken Ermenistan'ın kendini hapsettiği bu "soykırımı" alanında kaybettikleri, kendi halkının gündeminde daha fazla yer işgal ediyor.

Benim önerim; Ermeni Çözüm Süreci de başlatarak, Ermenistan'ı da Türkiye'yi de bu hukuki muğlaklık, esnek tanımlar ve karşılıklı acıların getirdiği sıkıntılardan, yüzleşerek kurtarmaktır.

Biz geçen yıl "özür diledik" arşivleri açarak süreci başlattık. Şimdi sıra bu krizden beslenen Ermeni siyasetinde...

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Hasan Bülent Kahraman / Sabah

Soykırım...


Bugün 24 Nisan. Korkunç bir günün tarihi. Artık görmezden gelinmeyecek, unutulamayacak, yok sayılmayacak bir facianın 100. yıldönümü. Osmanlı Ermenileri, Anadolu Ermenileri, 1000 yıl yaşadıkları topraklardan 100 yıl önce bugün verilen bir kararla sürüldüler. Bu sürgün, bütün sürgünler gibi akıl almaz acılarla doluydu. İnsanlar topraklarını, kültürlerini, geçmişlerini ve ölülerini Anadolu'nun dört bir yanında bırakıp bir meçhule yürüdüler.

Bu işin bir bölümü. Diğer kısmında, katliamlar yer alıyor. Neticede şöyle veya böyle 1 milyon insan bu topraklardan (topraklarda demiyorum, özellikle) yok edildi. Bu rakam üç aşağı beş yukarı doğrudur. Kimse artık bunu daha fazla tevil etme gayreti içinde değil.

Bu katliamların oluşturulması için her şey yapıldı. Her şey sistemli şekilde düşünüldü, tasarlandı. Şimdi, 100. yıl nedeniyle yağmur gibi kitap yağıyor. Hepsini okumak imkânsız. Ama hiç değilse eleştirilerini izleyebiliyoruz. Onlar, ne kadar yanlıdır dense bile, gerçeğin önemli bölümünü açığa çıkarıyor.

***

Gerçek Osmanlı'nın son döneminde, 19. yüzyılın son ve 20. yüzyılın ilk döneminde 'geç kalmış milliyetçiliklerin/ ulusçulukların' en keskin biçimde şiddete başvurmasıdır. Osmanlılar çaresizdi. Düşünün ki, 1915 gibi geç mi geç bir tarihte İmparatorluk kurtarmaya çalışıyorlardı. 1923'te Cumhuriyet/ devlet kuruyorlardı. Bunu sağlamanın yolu, 'ittihad-ı anasır' planı suya düştükten sonra, akıllarınca, Anadolu'da 'etnik temizlik'ten geçiyordu. Sadece Ermenileri değil, zamanla Rumları, derken Yahudileri benzeri akıbetlere uğrattılar.

Doğruya doğru, bunların içinde en büyük darbeyi Ermeniler aldı. Nedeni savaş içinde onların da silahlı girişimlerde, katliamlarda, direnişlerde bulunmasıydı. Sadece Anadolu'da değil. Kafkaslar'da da benzeri bir çaba içinde, kendilerine ulus (devlet) oluşturma yolunda benzeri hamlelerde bulundular. Unutmayın ki, Ermenistan Demokratik Cumhuriyeti de ancak 1918'de kurulmuştur.

Gerçeğin bu yanını saklamanın manası yok. Ama hep dile getirilen bu 'gerçek' Ermeni nüfusa karşı Anadolu'nun her köşesinde uygulanan şiddet ve yok etme girişimini haklı çıkarmıyor.

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Güngör Mengü / Vatan

Soykırım kararları durdurulmalı!


Tehcir kararının hangi şartlarda alındığını ve neler olduğunu, yaşananların neden “genocide” sayılmayacağını, olayların ABD misyonerleriyle nasıl başlatıldığını açık ve net anlatıyor.

Bunları iyi bilen ve belgelerle 1915 öncesini de anlatan yabancı ve yerli tarihçilerin verdiği bilgiler AB ülkeleri ve ABD yönetimleriyle paylaşılmalı, ciddi lobi çalışmaları hemen başlamalıdır.

Bunu yapmayıp sadece öfkeli cevaplarla yetinirsek sonunda “soykırımcı” damgasıyla yapayalnız kalacağız!

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Sevgi Akarçeşme / Zaman

Sözde soykırım demek çare değil…


Türkiye’de bazı konularda sağlıklı tartışma yapmak zordur.  Başörtüsü, içki, Atatürk ya da kısmen aşılsa da Kürt meselesi gibi.  En makul seslerin bile indoktrinasyon etkisinden çıkamadığını görürsünüz bu konular gündeme geldiğinde.  Bizimki kadar bölünmüş bir toplumu birleştiren yegane tabu ise Ermeni meselesi.

‘1915’te ne oldu?’ sorusuna milli ve siyasi hislerden bağımsız olarak cevap aramaya çalışan çok kimse yok gibi.  Ortalama bir Türk büyürken zaten bu konuda resmî tezlerin ötesinde bir şey duymuyor.  Eğer yurtdışına çıkarsanız bizde ‘sözde’ diyerek geçiştirilmeye çalışılan tarihi yaranın derinliğini fark ediyor, bu meseleyle yüzleşmek gerektiğini anlıyorsunuz.

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Emre Kongar / Cumhuriyet

Milliyetçilik ve Soykırım- IV


Elbette Balkanlar’daki milliyetçilik akımları gelişir ve Batılı devletlerce desteklenirken, Anadolu içindeki gayri müslimler de bunların dışında bırakılamazdı; nitekim bırakılmamışlardır:

19’uncu yüzyılın başlarından itibaren Anadolu’daki Ermenilere yönelik misyoner okullarının hızla çoğaldığını görüyoruz.

Tam bu yazıları yazmaya başladığımda elime geçen ayrıntılı bir araştırma, Mehmet Perinçek tarafından Rus arşivlerinin de incelenmesiyle yazılan “Ermeni Milliyetçiliğinin Serüveni” (Kaynak Yayınları) adlı kitap, burada anlattığım genel sürecin somut kanıtlarını ortaya koyuyor.

Sonuç olarak, Anadolu’daki Ermeni milliyetçiliği Balkan milliyetçiliklerine koşut olarak gelişti, Batı tarafından da desteklendi...

Ve zaten oluşturulamayan Osmanlı milliyetçiliğinin veya sonradan yavaş yavaş ortaya çıkan Türk milliyetçiliğinin önüne geçti.

Nitekim daha Türk milliyetçiliği fikirleri bile yeni filizlenirken, Abdülhamid dönemindeki Ermeni örgütleri ve eylemleri bu oluşumun en somut görüntüleridir.

***

Burada, Birinci Dünya Savaşı sırasındaki karşılıklı işlenen cinayetleri yeniden vurgulamadığıma, sadece süreçleri açıklamaya çalıştığıma dikkat ediniz...

Ermeni çetecilerin Müslüman nüfusa yani Türklere ve Kürtlere uyguladıkları vahşeti de, tehcir sırasında yaşanan trajedileri de yeniden anmanın bir yararı olduğunu düşünmüyorum...

Amaç, süreçleri ve gerçekten neler olduğunu anlamak!

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Özgen Acar / Cumhuriyet

23 Nisan… 24 Nisan… 25 Nisan…


24 Nisan 1915…

Tarihe “Çanakkale geçilmez!” sözünün yerleştiği o günlerde Rus ordusu Doğu Anadolu’ya girdi. Silahlı Ermeni birlikleri, Rus ordusunun ilerlemesine katkıda bulunuyorlardı. Bir hafta önce Bitlis’te, ardından komşu illerde silahlı eylemlerle, isyan başlatmışlardı.

Batı’daki savaş, Osmanlı’nın “Duyunu Umumiye” bağlantılı dış borçları altındaki ekonomik çöküntü, çeşitli cephelerde savaşları yitirilmesinden cesaretlenen Ermeniler de “bağımsızlık” sevdasına kapıldılar.

Tıpkı, bugün PKK’nin, Kuzey Irak’taki Kürtler ile bağımsız Kürdistan kurma amacıyla terör uygulaması gibi. Günümüzde “PKK terörü” denilirken o yıllarda “Ermeni çetelerinden” söz ediliyordu! Osmanlı Dâhiliye Nezareti, 24 Nisan’da 14 vali ve 10 mutasarrıfa “komitacıların (çeteciler) tehcir edilmelerini” bildirdi.

“Hicret – göç” sözcüğünün uzantısı olan “tehcir” ile Ermenilerin, bulundukları yörelerden “zorunlu göçlerine” başlandı. Osmanlı, aynı günlerde Batı’da İngilizlerle savaşırken arkadan vuran Ermeni çetelerine karşı, eski deyimiyle “nefsi müdafaa” zorunda kalmıştı.

***

100 yıl sonra 24 ve 25 Nisan’da değişik törenler düzenleniyor! Başta ABD’ye yerleşen Ermenilerin, son yıllarda başlattıkları “soykırım” savını, Erivan’da törenle anacaklar.

Papa 1. Francis “Hıristiyanlık” ortak paydasında 24 Nisan için “soykırım” dedi. Ankara elçisini çekti… Çanakkale’ye göndereceği kardinal son dakikada hastalandığı için (!), başka kardinal yokmuşçasına Papa temsil edilmeyecek!

Avusturya “soykırım” dedi Ankara elçisini çekti… (Bu satırlar yazılırken Alman parlamentosunda da soykırım bildirisinin oylanması bekleniyordu.)

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Çanakkale’deki törene değil de Erivan’a gideceği açıklandı. “Soykırım” yerine “büyük felaket” demeyi yeğleyen ABD Başkanı Barack Hussein Obama ise Erivan’da kendisini Hazine Bakanı Jacob J.Lev düzeyinde temsil ettirirken Çanakkale’de Büyükelçi John Bass ile yetindi.

Yeni Türkiye’nin Veziriazamı, temel söylem olan “soykırım değil, tehcir” söylemini dışlayıp “Tehcir insanlık suçudur!” derken kabine arkadaşı Efgan Ala “Biz tehcir yaptık!” sözleriyle Başbakanı’nı yalanlıyor, ikisi de alay konusu oluyordu.

İstanbul’da Patrikhane’deki törende, Türkiye ilk kez bir bakanla, Avrupa Birliği’nden sorumlu bakan, emekli büyükelçi Volkan Bozkır ile temsil ediliyor. Ermeni terör örgütü ASALA’nın öldürdüğü meslektaşı 42 Türk diplomat herhalde kabirlerinde sağdan sola dönüyorlardır!

Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, milli futbol maçı bahanesi ile 1998’de Erivan’da Serj Sarkisyan’ın ayağına gidiyor, imzalanan dostluk protokollerini Ermeniler sonra çöp sepetine atıyorlardı.

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Zeynep Oral / Cumhuriyet

100 yıl önce yüz yıl sonra


Gece yarılarını çoktan geçmişti Bilmediğim bir coğrafyanın, bilmediğim bir kasabasında rüzgarın uğultusu, tepemdeki damın sazlarından içeri süzülmüştü. Güney Çin Denizi’nden esen deli bir rüzgâra karşın o sesi tanıdım. O ses Tilbe Saran’ın sesiydi.

Tilbe’nin sesi sanki 100 yıl öncesinden geliyordu:

“100 yıl önce savaş vardı, bütün Avrupa, Kafkasya ve Ortadoğu,nüfuz ve paylaşım mücadelesinin acılarını çekti, siyasi liderlerin başlattığı savaşlarda her ırktan ve inançtan insanlar hayatlarını kaybettiler. Savaştan sonra yeni sınırlar içinde yaşamaya başlayan toplumlar yaralarını sarmaya çalıştılar. İki bin yıldır Anadolu’da yaşayan, bu topraklarda soysa, kültürel, iktisadi değerler yaratan bir halk, ve onunla birlikte kadim Batı Ermeni kültürü bu süreçte dağıtıldı, yok edildi. Sağ kalanlar için geri dönme ,ülkelerinde yaşama kapıları açılmamak üzere kapatıldı. Ermenilerle birlikte İstanbul’da, Trabzon’da, Harput’ta, Diyarbakır’da ve Van’da, bu toprakların bizi besleyen en güçlü kültür katmanlarından birisi yok oldu.”

Belki de iki gündür dinlediğim o plak: “Hakikat ve Umut” adlı plağın etkisi. (Kalan Müzik) Utun baş rolde olduğu, acının, gözyaşının müzik ziyafetine dönüştüğü Ara Dinkjian’ın Türkiye’den usta sanatçılarla gerçekleştirdiği, babası Onnik Dinkjian’ın sesiyle katıldığı , birkaç kuşaktan süzülüp gelen o ezgiler.

Acılar bir bütün

Tilbe’nin sesini taa buralardan duymama olanak yok. Biliyorum. O şu sıralarda İstanbul Kongre Merkezi’nde Anadolu Kültür ve Kalan Müzik’in düzenlediği konserde

“Öldürülmeselerdi, memleketimizin farklı köşelerinde daha fazla yazar, şair, mimar, sanatçı yetişecekti. Bu topraklardaki hayat sadece Ermeniler için değil, Ermeni olmayanlar için de daha renkli, daha huzurlu, daha yaşanılır olacaktı.” Diyor Tilbe’nin sesi.

“Ve geçmişle gerçekten hesaplaşılsaydı, 6‐7Eylül olmayacaktı, Dersim’de, Kahramanmaraş’ta, Sivas’ta katliamlar yaşanmayacaktı.”

Sivas için acı çeken Dersim için nasıl çekmez ki Kahramanmaraş katliamı için kahrolan, 6-7 Eylül için 1915 için nasıl kahrolmaz ki! Mağdurun anısını kendi anın kılmadıkça nasıl yaşayabilirsin ki!

Tilbe’nin sesi diyor ki: “ Ermenilerin malını gasp etmenin helal olduğuna inanılmasaydı, hak ve hukuk normlarının sadece çoğunluk için değil herkes için geçerli olması gerektiğini çok daha öncesinden anlayacaktık.”

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Meriç Velidedeoğlu / Cumhuriyet

‘ABD ve Ermeniler’


Geçen hafta “Vatikan Devleti”nin Başkanı Papa Françesko, Batılı birçok devlet başkanı gibi, sözde “Ermeni Soykırımı”nı kabul ettiğini açıkladı.

“Vatikan”, “teokrasi”yle yöneltilen “teokratik” bir devlettir, tıpkı “Fransa” gibi özgür bir devlettir ve onun yolunda yürüyüp “100 yıl” önce sözde bir “Ermeni Soykırımı” olduğunu kabullenmiştir.

Ne var ki, “Papa” bir devlet başkanı olsa da dünya Hıristiyanları’nın, milyarların “dinsel” önderidir, üstelik de “kutsal” sayılır, istediği zaman bu milyarlara seslenir.

Bu durumda “Papa”nın etkisinden söz etmemek olanaksızdır, dahası baskısından...

Dolaysiyle bir süredir “24 Nisan”da bugün, “ABD Başkanı Obama”nın bu konuda ne diyeceğini -her yıl olduğu gibi- soluğumuzu keserek bekledik durduk; neyse ki “soykırım” demeyecekmiş; ne derse desin, bu söylemin “emperyalist bir yalan” olduğu gerçeğini ortadan kaldırmadığı gibi, Ermenilerin “maşa” gibi kullanıldığı gerçeğini de silemez; bu bakımdan bu “yalan”a “ABD” bağlamında değinelim diyorum.

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Celal Üster / Cumhuriyet

Anmah hişadagin*


Yüzlerce Ermeni aydını 1915’te acımasızca katledildi. Batı Ermeni edebiyatı 1915 yılında yok edildi.

Taniel Varujan. “Sarsurner” (Sarsıntılar), “Tseğin sirdı” (Milletin kalbi), “Hetanos yerker” (Pagan şarkılar), “Hatsin yerkı” (Ekmeğin şarkısı) adlı yapıtların ışıl ışıl, rengârenk imgelerinin şairi. 1915’te öldürüldü.

Siamanto. Şiirlerinde halkının yüzyıllardır uğradığı zulüm ve katliamların dehşetini dizelere döktü. Uğranılan kıyımlar üstüne ağıtlar yazdı. 1915’te öldürüldü.

Rupen Sevag. “Garmir kirkı” (Kızıl kitap) adlı seçkinin şairi. Temel kaygıları toplumsal eşitsizlik, adaletsizlik, yozlaşma ve kölelikti. 1915’te öldürüldü.

Ardaşes Harutyunyan. Hem sözü geçen bir edebiyat eleştirmeni, hem de incinmiş kalbiyle aşktan, düşlerden, doğadan söz eden bir şairdi. 1915’te öldürüldü.

Yerukhan. Gerçekçi akımın genç yazarlarındandı. Kaleminden çıkan en iyi sayfalar, iyi tanıdığı, yoksul ve unutulmuş insanlardan oluşan sınıfı betimlediği sayfalardı. 1915’te öldürüldü.

Melkon Gürcyan. Yapıtlarında, İstanbul’a göç eden Ermenilerin yaşamlarını, parçalanan aileleri işledi. 1915’te öldürüldü.

Tlgadintsi. Ermeni edebiyatına, memleketi Kharpert (Harput) ve dolaylarına özgü bir tat kattı. Yayımlanmamış elyazmalarının da yitip gittiği 1915’te öldürüldü.

Rupen Zartaryan. “Tsaykaluys” (Alacakaranlık), ilk ve son seçkisiydi. Yazdıklarının büyük çoğunluğu halk masallarından, düzyazı şiirlerden ve öykülerden oluşuyordu. 1915’te öldürüldü.

Dikran Çögüryan. Birçok kısa roman ve öykü yazdı. “Herosı” (Kahraman) ve “Vankı” (Manastır) adlı yapıtlarıyla, umut veren bir yazar olarak tanındı. 1915’te öldürüldü.

Krikor Zohrab

Keğam Parseğyan

Smpad Pürad

Daha yüzlerce aydın.

1915’te acımasız bir biçimde katledildiler.

Batı Ermeni edebiyatı, 1915 yılında yok edildi.

*Ölümsüz anılarına.

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Selin Ongun / Cumhuriyet

100 yıllık soru: 1915 nedir?


Dr. Mehmet Perinçek: ‘Ermeni tehciri hukuka uygundur’

1 TEHCİRE NEDEN İHTİYAÇ DUYULDU?

Çarlık arşiv belgelerinden Türkiye’yi işgal planları çerçevesinde Türkiye Ermenilerine iki görev yüklenildiği görülmektedir. İlki; Ermeniler, cephe gerisinde ayaklanma çıkararak Türk ordusunu zaafa uğratacaktır. İkincisi ise oluşturulan Ermeni gönüllü birlikleri Türk ordusunun savunma hattını yırtarak Rus işgalini kolaylaştıracaktır.

Diğer taraftan Çarlık yetkililerinin yazdığı raporlar ve Çarlık askeri mahkemelerinin tutanak ve kararları göstermektedir ki, Birinci Dünya Savaşı’nda işgal edilen bölgelerde Ermeni gönüllü birlikleri Müslüman halka karşı vahşi katliamlara girişmiştir. Belgelere göre bu katliamlar sistematiktir ve ırkçı nefrete dayanmaktadır. Türkiye’nin düşmanı Rus komutanları bile bu vahşet karşısında dehşete kapılmıştır. Son kitabım Ermeni Milliyetçiliğinin Serüveni’nde belgeleriyle ortaya koyduğum üzere birçok Ermeni gönüllüsü, askeri mahkemelerde yargılanmış ve idam cezasına çarptırılmıştır. Katliamlar tehcirden önce başlamıştır.

Tehcir kararı ve uygulaması, bir savaş önlemidir. Bu önlem, bugün Cenevre Sözleşmeleri’ne ek 2. Protokolde tedvin edilmiştir. Ayrıca Lahey Adalet Divanı’nın Hırvatistan-Sırbistan davasında verdiği yeni bir kararda tehcirin soykırım olmadığı da ifade edilmiştir. Ermeni tehciri, Osmanlı yöneticilerinin de kabul ettiği bazı aşırılıklara rağmen, hukuka uygundur.

Ayşe Hür: Malları iade edilsin, çocuklarına pasaport verilsin

1TEHCİRE NEDEN İHTİYAÇ DUYULDU?

Osmanlı İmparatorluğu son 150 yılında çözülme sürecine girmişti. Trablusgarp ve Balkan hezimetlerinden sonra İTC hızla “Türkçülük” ideolojisine kayarken, 1878 Berlin Antlaşması’ndan beri devletin Ermeni reformlarını gerçekleştirmesinden umudunu kesen Ermeniler de Osmanlıcılık idealinden uzaklaşmaya başlamışlardı. İttihatçılar, Balkanlar’da ve Kuzey Afrika’da kaybedilen toprakları soydaşların yaşadığı Turan’daki topraklarla telafi etmeyi hayal ediyorlardı ama Ermenilerin yoğun olduğu Doğu vilayetleri, Turan’a giden yolun üzerinde tıkaç işlevi görüyordu. Ayrıca Ermenilerin zenginlikleri, Müslüman burjuvazi için iyi bir kaynak gibi görünüyordu. Bütün bunların bileşkesi olarak “dahili tümörler” olarak nitelenen Ermenilerin safdışı edilmesi fikri güçlendi. İttihatçıların isteyerek girdikleri Birinci Dünya Savaşı da bu plan için iyi bir çerçeve sundu.

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Nuray Mert / Cumhuriyet

İster ‘Soykırım’ Deyin, İster Demeyin!

Korkmayın...


Kısacası, ister “soykırım” deyin, ister “soysürgün”, ister katliam, Ermenilerin bu topraklarda varlığı sona erdirildi. Müslüman halk da bu esnada büyük kayıplar verdi, ama çoğu kendi yöneticilerinin onları sürüklediği savaş nedeni ile, dahası topyekûn kovulup yok edilen, mallarının üzerine oturulan Ermeniler oldu. Bu coğrafyanın kadim bir halkı ve bu arada diğer Hıristiyan nüfuslar, bu topraklardan sürüldü, gelin bununla yüzleşelim. Üzerinden yüz yıl geçti, korkmayın, artık kimse cezalandırılamaz, kimse üzerine oturduğu Ermeni mülklerini geri vermek zorunda kalmayacak, gelin yüzleşelim, saygın bir ülke olma adına fazla bir şey sayılmaz.

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Semih İdiz / Cumhuriyet

Türkiye ve Ermenistan’a Büyük Görev Düşüyor


Taraflar 2009 yılında ortaya çıkardıkları fakat arkasını getiremedikleri Zürich Protokolleri’ni tekrar canlandırabilirler. Sarkisyan CNN-Türk’e önceki gün verdiği demeçte “Protokolleri Türkiye onaylarsa, biz de onaylarız” dedi. Protokollerdeki yumuşak konulardan başlanarak zorlu konular güvenin arttığı bir döneme ertelenebilir.

İşin tabii ki bir de Azerbaycan boyutu var. Ancak, Ankara Bakû’ya çıkarları uğruna bazı adımlar atması gerektiğini ve Ermenistan ile iyi ilişkileri olan Türkiye’nin bölgesel barışa daha fazla katkı sağlayabileceğini anlatabilmeli.

Barıştan yana karşılıklı samimi çabalar her zaman sonuç vermiştir. Fakat siyasi irade ve iyi niyet yoksa o zaman husumete devam, başka yol yok. Türklerle Ermenilerin kaderi bu olmamalı...

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Taner Akçam / Taraf

Bıktırdınız gerçekten!


Dışişleri Bakanlığı kapsamlı bir kampanya başlatmış görülüyor. Bu kampanyanın bir ayağını, benim kitaplarımın sahteliğini ispat etmek oluşturuyor. Konsolosluk ve Elçilik sitelerinde, akli meleke bozukluğu ile malul olduğu belli olan bir zatın makalesi yer alıyor. Bu makale günlük bazda dağıtılıyor. Ben bile en az 15-20 farklı kanaldan bu e-mailleri aldım.

Türk Konsolosları ABD’de de bana karşı bir kampanya açmış vaziyetteler. Aynı Ergenekonlu yıllarda olduğu gibi davet edildiğim Üniversiteler defalarca telefonla aranıyor, dolaylı yollarla tehdit ediliyorlar.

Toplantılarda benimle eşit derecede konuşma hakkı talep ediyorlar. Bazen, hiçbir şeyden haberi olmayan saf Türk gençlerini toplantılara gönderip, sorun çıkartmaya çalışıyorlar. Bazı durumlarda karşı gösteri ile de tehdit ediyorlar. (Harvard Üniversitesi’nde benim katılmadığım bir toplantıda bunu yaptılar.)

Konsolosların telefon etmekle yetinmedikleri durumlar da var. Üniversitelere resmî yazılar yazmaktan da çekinmiyorlar. Yazdıkları resmî yazılarda, aslında Amerikan Üniversitelerine yaptıklarını fark etmeden, bana karşı ağır hakaretlerde bulunuyorlar. Üniversiteleri, yaptıkları ve yapmayı düşündükleri mali yardımları kesmekle tehdit ediyorlar.

Konsolosların tüm bunları, Elçilerinden izin almadan yapmaları mümkün değil. Elçi’ye de bu doğrultuda bir talimat gelmiş olmalı.

Amerikan Eğitim Sistemine doğrudan müdahale etmeyi bile göze alacak kadar gözü kararmış bir hükümet sözkonusu!

Bu da stratejinin bir parçası, bağır- çağır tehdit et; bunun yetmediği yerde bir şeyler yapıyormuş gibi görün ama sonuç aynı olsun: zamandan çal! Zaman kazan!

Bıktırdınız gerçekten! Kürt meselesini de onlarca yıldır böyle halletmeye çalışmadınız mı? Bu sorunları erteleme stratejisinin, sorunları sadece ve sadece daha da büyüttüğünü, başınıza daha büyük işler açtığını ne zaman fark edeceksiniz?

Ciddi bir özür dileyin ve bu ciddi özrün gereklerini yerine getirin. İnanın o kadar zor değil. Hem kendinizi rahatlatırsınız, hem de Türk- Kürt insanını büyük bir kara lekeden kurtarmak doğrultusunda önemli bir adım atmış olursunuz! Ermenilerin bu sayede ölülerine yas tutabileceklerini eklemeye gerek bile görmüyorum.

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Cengiz Aktar / Taraf

Cuma 24 Nisan notları


Geçen yıl 30 Aralık tarihli makale “Ermeni Soykırımı Anadolu’nun Büyük Felâketidir” diye bitiyordu. Anlamı şu: Ermeniler Anadolu’da her anlamda yok edildiler ama geride kalanlar ki genelde onların katilleri, katliamdan sonra bir çölde yaşamaya mahkûm oldular. Ne insan ilişkisi kaldı ne ahlâk, ne vicdan kaldı ne merhamet… Ne ekonomi kaldı ne siyaset, ne ilim kaldı ne irfan… Soykırım ve Türkiye- Yunanistan arasında gerçekleşen Ortodoks- Müslüman nüfus mübadelesi sonrasında Anadolu’nun can suları kurudu, toprak çöle döndü. Bu Cuma ve bu 24 Nisan katliamlardan değil o muazzam medeniyet kaybından söz edelim ki felâketin boyutları idrak edilsin.

Canlarını kurtaran veya mübadeleyle Yunanistan’a sürülen vasıflı ve yetenekli Anadoluluların yeni vatanlarında neler yaratmış olduklarıyla ilgili mufassal bilgi yok ama derlenmeyi bekleyen bir dolu enformasyon mevcut. Beyin göçünün nasıl beride kalanın felâketi olduğunu anlamak için beş eski vatandaşımızdan söz edelim.

Raymond Damadian: 1936’da New York’ta doğan matematikçi ve doktor Raymond Vahan Damadian, 1915’te Türkiye’den kaçıp ABD’ye göçen Vahan Damadian’ın oğlu. 1969’da tıp dünyasının vazgeçilmezi MR aletini icat etti.

George Simjian: 1905 Antep doğumlu Simjian, 1915’teki katliamlarda ailesini kaybetti. Önce Beyrut’a oradan Marsilya’ya ve en sonunda ABD’ye göçerek Connecticut’taki akrabalarının yanına sığındı. Birçok buluşun patentini aldı. Uygulaması başkasına ait olsa da bankamatik fikrini geliştirendir. En önemli buluşları arasında, teleprompter vardır.

Artür Bülbülyan: 1900’de Isparta’da doğan ve 1920’de ABD’ye göçen Bülbülyan, II. Dünya Savaşı’nda Amerikan ordusu tarafından kullanılan A14 oksijen maskesini icat etti.

Asadur Sarafyan: 1895’te Kayseri’de, Hamidiye Alayları katliamlarından kaçmak için anne ve babasının sığındığı bir mağarada dünyaya gelen ve hayatta kalabilen Sarafyan, 1914’te ABD’ye göç etti. Makine mühendisi. Deniz suyundan içme suyu elde eden arıtma tesisi, portatif elektrikli testere, kitap ciltleme makinesi gibi birçok alet icat etti. En önemli icadı ise, hiç şüphesiz otomatik araba vitesidir.

Alex Manoogian: 1901’de İzmir’de doğan Manoogian, 1920 yılında ABD’ye göç etti. Endüstri mühendisi. En büyük icadı sıcakla soğuk suyu karıştıran tek gövdeli musluktur. Ve daha niceleri…

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Sezin Öney / Taraf

Auschwitz’in ağaran saçları


Türkiye geneline bakınca, Ermeni Soykırımı’nın yüzüncü yılını geride bırakırken, “soykırım dedi”, “…demedi” tartışmalarının arasında boğulmuş gitmiş gibi gözüküyoruz. Sadece “soykırım” konusu değil, her siyasi ve toplumsal mesele de, hangi jargonla, hangi kelimeleri, terimleri, kavramları kullanarak konuştuğumuz, tüm hayatımızı, duruşumuzu tanımlıyor adeta.

Tek kelimelik hayatlarımız var…

Hayatın her alanında kelimelere, basmakalıp ifadelere, dar kalıplara sıkışmışlığı sorgulamayan, sürekli siyasi ve toplumsal tabuların cenderesinde “nefes alıp veriyormuş” gibi yapmayı benimseyen, “normal” kabul eden yaşam tarzlarımızı da, geçmişle hesaplaşmamanın sessiz ağırlığı ezerek şekillendiriyor galiba.

*

Bu yazının “travmatik ilham kaynağı”, Punto24 Bağımsız Gazetecilik Platformu (P24) ve Friedrich Ebert Stiftung’un (FES) gerçekleştirdiği, “geçmişin travmalarını anımsama, geçmişle barışma” temalı program çerçevesindeki bir çalışma gezisi...

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Mustafa Paçal / Taraf

Yüzyıllık acı: Ermeni Soykırımı…


Bir önceki yıl Ermenilere “taziye” dileyen durumdan çıktık.

Bu sene “bir kulağımdan girer diğerinden çıkar” durumuna geriledik.

Diğer yandan ise sorun Ermeni soykırımı olunca siyasette farklılık kalmıyor.

İktidarı muhalefeti “İttihatçı” çizgide hemen buluşuyor.

Oysa böyle olmamalıydı.

Taziyeden sonra özür, özürden sonra yüzleşme gelmeliydi.

Oysa Ermenistan’la başlatılan diyalog karşılıklı iyi komşuluk ilişkilerine dönüştürmeliydi.

Ama “büyük Türk devleti” bunları tercih etmedi. Anadolu halklarının acısı dindirecek adımları atmak istemedi; içine kapanmayı ve “yalnızlığı” tercih etti.

Bu tercihte bulunanların Kürt sorununu çözmesi de beklenmemeli.

Ermenileri düşman gören “Türk milliyetçiliği” zihniyeti Kürtleri de kardeş göremez.

Resmî mezhebi Sünnilik olan bir devlet, bunun dışındaki mezheplere din ve vicdan özgürlüğü tanıyamaz.

Bugün anlaşılan o ki az gittik uz gittik ancak “İttihatçı zihniyeti” aşamadık.

Yani yine İttihatçı, Türkçü, Sünnici duvara tosladık.

Ermenilerin acılarını yürekten paylaşıyorum.

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Hadi Uluengin / Taraf

Yüz yıllık yalnızlık


YÜZ yıldır yalnızız!

Çünkü tam yüz yıldır inkârcıyız!

***

İNKÂRCIYIZ, zira bugün sembolik bir tarih olarak yine yüzüncü yıldönümünü idrak ettiğimiz 1915 Ermeni Büyük Felâketi’ni vicdanen, hukuken ve resmen kabullenmiyoruz.

İttihat ve Terakki canilerin bütün bir halka karşı uygulamış olduğu ve bilfiil devlet mekanizmasını kullandığı korkunç kıyama bir asırdır mazeret uyduruyoruz.

Bin bir dereden su getirerek kâh karşılıklı mugalata diye azımsatmaya çalışıyoruz, kâh zorunlu tehcirden dem vuruyoruz, kâh da maktullerin rakamı üzerinde oynuyoruz.

En kabadayısı, “o tarihte böyle bir kavram yoktu, dolayısıyla ‘soykırım’ olamaz” gerekçesini öne sürüyoruz ama havaya bakıp, aynı kavramı uluslararası hukuk lügatine yerleştiren Rafael Lemkin’in 1915 emsalinden hareket ettiği gerçeğine ıslık çalıyoruz.

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Fehmi Koru / Habertürk

100. yıl böyle geçmeyebilirdi


Sözün özü şu: Türkiye malum olayın 100. yıldönümünde şimdilerde kapısı aralanan yalnızlaştırma girişimini imkânsız kılmak için 2009 yılında ciddi adımlar attı.

Ancak arkası gelmedi. Daha doğrusu, gelişmenin kendilerini de rahatlatacak boyutundan habersiz bırakılan, ne malum, bilseler de çıkarlarına uygun bulmayan bazı Azeri siyasilerin gürültülü çıkışları Ankara’yı telaşa sürükledi.

Daha sonra olanı biliyoruz: O telaşla Bakü’ye gidildi ve Cumhurbaşkanı Gül tarafından açılan kapı, orada yapılan konuşmalarla, Başbakan Erdoğan tarafından kapatıldı.

Süreci yakından izlediğimi biliniz. Milli maçı izlemek üzere Cumhurbaşkanı Gül’le Erivan’a giden gazeteci heyetindeydim; sonrasında Dışişleri Bakanı Davutoğlu tarafından bilgilendirilen gazeteciler arasındaydım.

Yalnız Türk tarafıyla değil, Ermeni siyasilerle de görüşüyordum: Türkiye’de yapılan rövanş maçı için Bursa’ya gelen Ermenistan Cumhurbaşkanı ve ardından Ermenistan Dışişleri Bakanı ile de görüşmüştüm.

Gerçekten yazık oldu.

Umarım bundan böyle vahim yanlışlar yapılmaz.

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Soli Özel / Habertürk

Yas Tutabilmek


“Büyük Felaket: Soykırım Gölgesinde Ermeniler ve Türkler” adlı kitabın yazarı Thomas de Waal, soykırım kelimesi hakkında yazdığı bir makalede Türkiye’deki Cumhuriyet projesiyle ilgili şu tespiti yapar: Mustafa Kemal tarafından 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti, örgütlü unutma üzerine kurulmuş bir devletti. Yalnızca geç Osmanlı döneminde Ermeni, Süryani ve Rumlara yönelik suçların değil 1923’ten önce Müslüman halkların Anadolu ve Balkanlarda yaşadıkları acıların da unutulmasını istemişti.”

Bu unutma belki yeni devlet kurulurken anlaşılır bir tercihti. Kabul edilir olmasa bile. Talat Paşa’nın imparatorluk yıkarken devleti kurtarmak projesi, Anadolu’nun gayrimüslimlerden arındırılmasını gerektiriyordu. “Tehcir” ve kıyımlar sonucunda gerçekleşen de bu oldu. İttihatçıların çoğunun Cumhuriyet’in kurucularından olması, Ermeni mallarını gasp edenlerin yeni devlete bunların elden çıkmaması karşılığında sadakat bildirmesi ve bağlantılı nedenlerle unutma herkesin işine de geldi.

Bundan sonra sanırım hatırlamak gerekiyor. Hem çöken bir imparatorluğun dışında kalanların yaşadıkları acıları hem de imparatorluktan ulus-devlete geçerken Anadolu’da, buranın köklü halklarına yaşatılanları. O zaman yalnızca bir ruh tazelenmesi ve ferahlığı hissedilmeyecek, hangi ülke kendi tarihimizle ilgili ne dedi diye harap olmayacağız.

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Özcan Tikit / Habertürk

23.5’tan 24 Nisan’lara


2002’de ABD’deki Türk-Ermeni Uzlaşma Komisyonu, New York merkezli Uluslararası Adalet Geçiş Merkezi’nden Türkiye’den toprak ve tazminat talep edilmesinin mümkün olup olmadığına dair bir uzman raporu hazırlamasını istedi. Hazırlanan raporda, ABD’nin soykırımı tanıması halinde bile Ermenilerin Türkiye’den tazminat veya toprak talep edemeyeceği belirtildi. Bunun gerekçesi de şu şekilde açıklandı: “1948 tarihli BM Soykırımı Önleme Sözleşmesi, geriye dönük maddeler içermiyor.”

Raporun vardığı sonuç şaşırtıcı değil. Avrupa Parlamentosu’nun “soykırımı” kabul ettiği 1987 tarihli tasarıda bu gerçek çok daha net şekilde vurgulanıyor.

Çünkü AP de biliyor ki, soykırım sözleşmesi geriye dönük işletilse dünyada tazminat ödemek zorunda olmayan devlet kalmaz.

En iyisi, Türkiye’nin uzattığı elin daha fazla boşta bekletilmemesi... Aksi takdirde Ermenistan halkından başka kimseye zararı olmayan bu kör dövüşü belki bir yüzyıl daha böylece sürüp gidecek.

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Ali Bayramoğlu / Yeni Şafak

Taziye ve toplum


Cumhuriyet öncesi yakın dönem, 19. Yüzyıl ve 20. Yüzyıl'ın başı toplumsal açıdan “ortaya saçıldıkça” katliamlar, kırımlar, soykırım, çeteler, gizli teşkilatlar, nüfus politikaları, göçler, travmalar ve acılar tek tek kimliklerin ve liberal demokratlar nezdinde global Türk kimliğinin dekonstrüksiyonunun ve yeniden kurulmasının araçları olmaya yüz tutmuştur.

Tutturulan yol aslında “toplumsal meşruiyet yolu”dur.

Uzun, yavaş ilerleyen, buna karşın etkili, sahici ve kalıcı olacak bir yol...

Toplumun gerçeklerle baş başa kalıp, kendisini ve kültürü arındırma gayreti, katledilenlere yönelik tarihi, siyasi ve vicdani borcu algılaması hali...

Türkiye 1915'in 100. yılını bu koşullarda karşılıyor.

Ermenilere yönelik taziye toplumsallaşıyor.

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Özlem Albayrak / Yeni Şafak

Soykırım tartışması değil güç mücadelesi


Eğer soykırım niyeti olmadan, ırksal, etnik veya dini temelli tüm katliamlar soykırım olarak adlandırılacaksa 10 binlerce kişinin öldürüldüğü, Dersimlilerin çocuklarının kendilerinden zorla alınarak subay ailelerine verildiği Dersim olaylarından tutun, Bosna Savaşı'nda Boşnaklara yapılanlara, İsrail'in Filistinlilere yaptıklarına, Myanmar'da olanlara, Suriye'deki katliamlara “soykırım” dememiz gerekirdi. Bazılarının gerçekten de birer soykırım olmasına, soyu kurutmak için bilinçli ve sistematik olarak gerçekleştirilmesine rağmen bunu söyleyemiyoruz, çünkü dünya kamuoyu sözgelimi 10 bine yakın insanı Srebrenitza'da bir gecede öldüren, binlerce Boşnak kadının ırzına geçen Sırpların Bosna'da yaptıklarını soykırım amacıyla yaptığını kabul etmiyor, “savaş şartları” deyip geçiyor. Keza Filistinliler'e yapılanlar da soykırım değil, zira “onlar terörist”.

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Yaşar Taşkın Koç

100 yıl efsanesi de bitti gitti işte


Nihayetinde yüz yıllık propaganda da onun çoğu üretilmiş malzemesi de toplam nüfusu bir buçuk milyon olduğu halde öldürülen Ermeni sayısını bir buçuk milyon olarak göstermek gibi büyük çarpıtmaları da bir asır sonra işlevsiz hale gelip terk ediyor.

Geriye kalan tabii ki onlar için acılar, kötü hatıralar.

Tıpkı yanı başlarındaki, komşuları olan ve aynı acıları, katliamları, açlığı, sürgünü yaşayan neredeyse aynı sayıdaki Müslümanlar Türkler gibi…

“Acıları kıyaslamak acıları yarıştırmak acıları deşmek bir asır boyunca çok işimize yaradı” diyen varsa bu sahte bu yanlış bu manasız davayı da sürdürsün.

Ya da seneye hem Çanakkale'deki Osmanlı Ermeni askerlerinin hatırası için büyük törenlere katılsın; 23 Nisan'da Ermeni çocuklar da o rengârenk halaya katılsın.

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Mustafa Kartoğlu

1915’ten önceki 20 yıl ve Türkiye’nin son 20 yılı


Osmanlı operasyonlara karşı halklarını ve kendisini koruyamadı.

‘Yeni Türkiye’ bundan ders aldı; halklarını korumaya, kopan parçalarından kalan yaralarını sarmaya çabalıyor.

Ama operasyon da aynı yöntemlerle sürüyor...

‘Bölme’ projesi Kürtler üzerinde denenmeye devam ediliyor... Eski yaralar kaşınıyor, Türkiye’nin enerjisi, direnci, iradesi zayıflatılmaya çalışılıyor.

Türkiye’ye karşı ‘Ermeni soykırımı’ kararı alan ülkelere ve o kararların alındığı yıllarda Türkiye’de olanlara bakın...

20 ülke, 33 karar almış.

Bu kararların 22’si 2002’den sonraki yıllarda...

***

Unutmadan...

1897’de İsrail devletinin kurulma kararı verilmişti; İsrail 1948’de kuruldu.

1 yıl gecikmeyle!..

Projeye göre Türkiye’ye uzanan Büyük İsrail 1997’de kurulmalıydı.

28 Şubat’ın olduğu yıl...

28 Şubat ‘bir yıl’ sürmedi; ‘yeni Türkiye’ için ‘yenilikçi hareket’ başladı.

Bugün Türkiye halkları, hangisinin ‘bin yıl süreceğine’ karar verecek...

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Sibel Eraslan / Star

Ermeni meselesinde geçmişin yüküyle geleceğe bakmak


“Şark”!.. İçinde Türk’ü, Ermeni’si, Arap’ı, Kürt’ü, Hint’iyle birlikte rengarenk bir ‘’büyük öteki’’... Başımızdan geçenleri, bu Batı ana akımın ürettiği “büyük öteki” anlatısının içinden de düşünmeliyiz.

Geçtiğimiz 100 yılı, projelendirilmiş düşmanlıklarla birbirimizi imha üzerinden geçirdik. 100 yıl önce, 800 bin civarında Ermeni, 6 ay gibi bir sürede hayatını kaybetti. Buna ne isim vereceğimizden çok, evvela fevkalade büyük bir acı olduğunu fark etmemiz gerekiyor. Taziyesi verilmemiş bir yas, taziyesi verilmediği için bitmiyor, yok olmuyor...

Tüm bu ortak insanlık acılarımızdan sonra... Bayrakların dingin ve çırpıntısız zamanlarını da fırsat bilerek, ortak geleceğimize onurla, güvenle ve adaletle bakabileceğimiz yeni başlangıçlara ihtiyacımız var...          

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Resul Tosun / Star

O tehcir zaruri bir tehcirdir, insanlık suçu olan keyfi bir tehcir değildir


Rusya İran cephesinde savaşan Osmanlı ordusu komutanları başkentten orduyu arkadan vuran Ermeni çetelerinin durdurulmasını istemiştir.

İşte bunun üzerine 1 Haziran 1915’te iki maddelik bir geçici kanun çıkartılarak ordu komutanlarına isyanlara müdahale ve ihanetleri tespit edilen köy ve kasaba ahalisinin başka mahallere nakil yetkisi verilmiştir.

Daha sonra yayınlanan genelgelerle nakil işleminin can ve mal güvenliği içinde yapılması emredilmiştir.

Bu nakil veya tehcir sadece savaş bölgesindeki  Ermenilere uygulanmıştır.

Batıdaki Ermeniler tehcir edilmemiştir. Ayrıca savaş bölgesindeki memurlar, işçiler öğretmenler ve aileleri, ihtiyar kadınlar, 10 yaşın altındaki çocuklar yetimler, hastalar tehcir kapsamının dışında tutulmuştur.

Göçe tabi tutulanların mallarını muhafaza için Emval-i metruke heyetleri oluşturulmuştur.

Bu tehcir zaruri bir tehcirdir, insanlık suçu olan bir kimliği hedef alıcı tehcir değildir.

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Etyen Mahçupyan / Akşam

Bazı basit gerçekler


Kısacası önümüze gelen her vahşetin ‘soykırım’ olarak adlandırıldığı bir dünyada 1915’in bu tanımın dışında bırakılması pek gerçekçi bir beklenti değil. Buna karşılık Ermenilerin de görmesi gereken basit bir gerçek var: Soykırım terimi aynen ‘devrim’ gibi, yaşanırken gözlemlenen değil ancak sonradan tarihçinin koyduğu bir ad. Diğer bir deyişle yaşanan birçok şeyin toplu olarak adlandırılmasını ifade eden bir tanımlama. Soykırım bunun da ötesinde hukuk alanında üretilmiş olan bir kavram. Diğer bir deyişle 1915’in soykırım olup olmaması da söz konusu tanımın niteliği ve içeriği ile doğrudan bağlantılı. Eğer tanım değişirse bugün soykırım olan yarın olmaktan çıkabilir… Önemli olan yaşanmış olanın görülmesi, hissedilmesi, dokunulması, paylaşılması ve yüzleşilmesidir, ona hangi adın verileceği değil. İsteyen istediği adı verebilir. Yeter ki yaşanmışlığı gerçek haliyle ve bütün karmaşıklığıyla karşımıza koyabilelim ve ona adil bir biçimde birlikte bakabilelim.

Bu toprakların çocuklarının artık kendilerini hasta bırakan ideolojik ve psikolojik kıskacı kırmaları gerekiyor. Bu tür geçişler birlikte yapıldığı zaman çok daha kolaydır… Zaman bunun zamanı.

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Emin Pazarcı /Akşam

Bunlardır “soykırım” diyenler


Bakın HDP’nin içine düştüğü duruma…

İnanın şaka gibi!

HDP bile “soykırımdan” bahsedebiliyor. Hem de bu güne kadar savunduğunu iddia ettiği bütün değerleri ayaklar altına alarak. Ya tarih bilmiyorlar ya da “Türkiye Cumhuriyeti sıkıntıya girsin de ne olursa olsun” diye düşünüyorlar.

Çünkü Osmanlı döneminde Ermenilere yönelik sistemli bir kıyım yaşanmadı ama bölgedeki Müslüman Kürtlere yönelik büyük katliamlar gerçekleştirildi. Onu da Batı'nın desteklediği Ermeni çeteleri yaptı.

HDP ise bugün o katliamları gerçekleştirenlerin torunları ile kol kola. Ne diyelim, HDP’ye yakışır, hayırlı olsun!

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Vedat Bilgin/ Akşam

Türkler ve Ermeniler


Savaş sırasında Rus cephesinde bizzat Rus Genelkurmayı’nın belgelerinde ortaya konduğu üzere, Osmanlı ordusunu cephe gerisinden vurmak üzere teşkilatlandırılmış Taşnak çetelerinin saldırı ve katliamları yok sayılarak, devletin aldığı tehcir kararı tıpkı diaspora militanlarının ağzıyla soykırım olarak görülmüştür.

Tehcirin yani Ermeni nüfusunun, yine imparatorluğun başka bölgelerine yerleştirilmesi, göç sürecinin kötü yönetimi, savaş şartları içinde korkunç insani maliyeti, bilhassa Doğu ve Güneydoğu’da bazı aşiret ve toplulukların katliamlarına maruz kalması, bazı devlet görevlilerinin görevini kötüye kullanması, eşkıyalık, insanların o günkü ulaşım şartlarında hayatını karartan olaylardır.  Bütün bunların yol açtığı perişanlık, yoksulluk, açlık, soğuk ve salgın hastalıklar, ölümler, bu göçü, yani nakil görevini güvenlik içinde yerine getiremediği için bütünüyle devletin suçlu olduğunu göstermektedir, fakat ortada bir soykırım yoktur.  Devlet bunu yaparken yönetim mekanizmasında görevli Ermeniler bulunduğu gibi, göçün intikal ettiği yerlerde de yine Osmanlı idaresinin adamları intikal eden insanları, bugünkü Suriye, Lübnan, vb. yerlerde iskân etmişlerdir.

“İttihatçı, Kemalist siyaset geleneğin Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünde yarattığı engeller, resmi tarihin gerçekleri çarpıtmasına yol açtığı gibi, gayrı resmi tarihi de simetrik bir anlayışta kin ve nefrete dayalı tarih görüşüne götürmüştür. Bu sebeple hala Ermeniler ve Türkler arasındaki bin yıllık beraberliğin kazanımlarını değil bunları konuşuyoruz”. Bunun için yeni sivil bir tarih anlayışı gerekmektedir. Alpaslan’ın ordusunda ki Ermenilerden, Osmanlı imparatorluğunun her kademesindeki Ermenilere kadar, bu topraklardaki ortak varlığımızın gereği olarak, bu olayları “ortak acıyı hisseden bir kavrayışa” ihtiyaç bulunmaktadır.

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Ufuk Ulutaş / Akşam

2015'ten sonra 1915'i konuşmak


Ermeni meselesi bir endüstriye dönüşmüş durumda. Paraların harcandığı, lobi şirketlerinin cirolarını artırdığı, yabancı ülkelerdeki milletvekillerinin siyasi kampanyalarına bağış topladığı ve bazı ülkelerin Demokles'in kılıcı gibi ellerinden bırakmadığı bir endüstri. Bu sektörden ise hem Türkiye hem de Ermeniler zarar görüyor. Bu kadar çaba ve para, tarihi olayların siyasi olarak kabul ettirilmesine harcanmayıp diskurların yakınlaştırılmasına harcansaydı şu an çok farklı bir safhada olabilirdik.

Türkiye'den devletin zirvesinden- Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu- yapılan açıklamalarda acıların paylaşıldığı ve bunun için Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Ermenilerle empati kurabildiği ifade edildi. Her iki açıklamada da vurgulanan önemli bir yaklaşım tarzı var: 1915 olaylarının bir boşlukta ve kendiliğinden değil; tam da aksine Birinci Dünya Savaşı şartlarında yaşandığıdır. Bu acıların hafifletilmesi çabası değil; acıların eşsiz olmadığı ve maalesef Osmanlı topraklarında yaşayan ve yaşamayan herkesin bu büyük savaşın yarattığı felaketlerle yüzleştiğidir.

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Rahim Er / Türkiye

24 Nisan


Gün barışma, helalleşme, kan izlerini suyla yıkama ve acıları paylaşma günüdür.

Bu bereketli topraklar, bütün unsurlarıyla cümlemize bin yıl yetti. Eğer, eski ihtişamlı günlerimizdeki adalet ve insafla yaşarsak kıyamete kadar da yeter.

Diasporanın güdümlü soykırım romantikleri, “soykırım kabul edilecek, Türkiye tazminata mahkûm olacak, biz de toprak alacağız!” gibi ham hayalleri bırakarak meseleye sağduyu ile bakmalılar.

Son söz:

Ankara, Bakü’yü de yanına alarak Revan’a karşı ikinci bir barış sürecini başlatmalıdır.

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Orhan Kemal Cengiz / Bugün

Bugün 24 Nisan


Aradan geçen yüzyıldan sonra bile bu kadar kuvvetli inkar için, sadece ayıptır, günahtır, vicdansızlıktır diyorum...

                                            * * *

Yüz yıl önce, 24 Nisan 1915’te bu ülkede ilk olarak Ermeni aydınlar bir ölüm yolculuğuna gönderildiler. Onların ardından, bu ülkenin her köşesinde yaşayan Ermeniler kadın, yaşlı, çocuk, hasta demeden evlerinden, yurtlarından sökülüp atıldı.

                                           * * *

Ne Ermeni çeteleri ne 1. Dünya Savaşı silahsız günahsız sivillerin öleceklerini bile bile çöllere sürülmesini, yollarda katliamlara uğramasını, ailelerin parçalanıp, çocukların yetimhanelere düşmesini, mallarının mülklerinin talan edilmesini maruz gösterebilir.

                                           * * *

Bugün 24 Nisan. Yüz yıl önce bu topraklarda feci bir şekilde yaşamlarını yitiren bir milyona yakın Anadolu Ermenisi’nin acı dolu hatırası önünde saygıyla eğiliyorum.

Onlara bu acıları yaşatan İttihat ve Terakki yöneticilerini, Ermeniler’in, canlarına, mallarına ve ırzlarına el uzatan bütün katilleri de lanetliyorum...

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Yavuz Baydar / Bugün

Adını bırakın içinde duran derin acıyı hissedin yeter


Savaş nedir?

Üniformalı, silahlı, emir altındaki erkeklerin ölümüne birbiriyle dalaşması.

Savaşın kendi kanunları, raconu vardır.

Tehcire ve sonunda çoğu ölüme gönderilen Osmanlı Ermenisi bebek, çocuk, kadın, ihtiyar.

Hiçbirinin ne bir üniforması vardı ne de silah tutacak hali.

Savaş acısıyla, savunmasız sivil halka sırf kimliği üzerinden reva görülen eziyet, acı hiç aynı kaba sığar mı?

Bu, vicdansızlık, izansızlık değilse nedir?

100 yıl öncesine bakarken önyargı ve ezbere kapılmadan bir an olsun sessiz kalalım ve bir zamanlar bu toprakları paylaştığımız insanların ruhu önünde eğilelim.

Çerkes, Boşnak, Uygur, Tutsi, Herero, Ermeni, Yahudi, Alevi, Sünni, Ezidi...

Hangi kimlik olursa olsun, toplu kıyıma maruz kalmışsa, onların acılarını paylaşmak için tek bir meziyet yeter.

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Gökhan Bacık / Bugün

Kaybedilmiş başka bir dava: 1915


Türkiye içine kapandı. Küresel tek albenisi olan “Batı ve İslam arasında köprü olan demokratik devlet” vasfını kaybetti.

Böyle ülkeler için dış politika “kaybedilmiş davalar koleksiyonu” haline gelir.

Daha kötüsü Ankara’da meskun siyaset esnafı, bu meseleyi iç politikada seçim meydanlarında köpürtmek de istiyor.

“Ermeniler’i kestiniz diyorlar bize” soslu “Çanakkale törenleri” sunumu içinde bir popülist dalga imkanı olur da Türk siyasetçisi kaçırır mı?

Nitekim uzun söze gerek yok. İçişleri eski Bakanı Efkan Ala’nın konu ile ilgili açıklaması her şeyi anlatıyor: “Yine yedi düvel harekete geçti başta Papa olmak üzere Avrupa Birliği parlamentosu, bizim tarihimizi, ecdadımızı soykırım yapmakla itham ediyorlar, kararlar alıyorlar.”

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Hüseyin Öztürk / Yeni Akit

Soykırım sadece bir belge


Allah’ın hidayet nasip etmediği kimseleri, elbet kimse hidayete erdirici değildir.

İçimizdeki tapınakçıların da ne Allah’a ne de Allah’ın vereceği hidayete ihtiyaçları yoktur. Çünkü Amentüsü olmayanın tanrısı çoktur.

Şimdi aşağıda okuyacağınız katliam, (Rabbim ehli İslam’ı bunların şerrinden korusun) bundan 97 yıl önce, yüzlerce yerde, yüzlerce katliamdan, sadece Bayburt’ta yaşananların özetli alıntısıdır.

Bayburt’taki katliamlar elbet bu kadar değil. Memleketin hemen her yöresinde böyle nice katliamlar yapılmış.

İnanmayan Tapınakçılar, arşivlere ve “Tarihten Günümüze Ermeni Meselesi ve Zulümler” isimli Kadir Mısıroğlu’nun eserindeki belgelere bakabilirler.

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Serdar Arseven / Yeni Akit

24 Nisan!..


Soykırımcı Ermenilerin iddiaları neresinden tutulsa elde kalıyor.

İşte bugün 24 Nisan;

bizim de peşine takıldığımız gün, (sözde) Ermeni Soykırımı’nı anma günü.

Peki, 24 Nisan neyin, hangi olayın yıldönümü?..

Ermenilerin “tehcir” edildiği yani “göçe zorlandığı” gün müdür 24 Nisan?..

Hayır, değildir.

Sevk ve İskân Kanunu  (Tehcir Kanunu) 27 Mayıs 1915’te çıkmıştır.

Eğer diasporanın –filan- derdi gariban Ermenilerin ölmesi, öldürülmesi olsaydı, sözde ‘Soykırım Günü’ için “27 Mayıs”ı tespit etmeleri gerekirdi.

Hayır, öyle yapmadılar, “24 Nisan”da karar kıldılar.



Ermenilerin “öldüğü” 27 Mayıs (1915) tarihini değil de, Ermeni teröristlerin topluca tutuklandığı 24 Nisan (1915) tarihini “esas almaları” ne mânâya gelir?..

Gayet net:

“Bu adamlar için ÖLEN, ÖLDÜRÜLEN gariban Ermenilerin hiçbir önemi yoktur.

Onlar için önemli olan ‘İdeoloji’dir...

Onun için, garibanların tehcire tabi tutulduğu değil de, ‘teröristlerinin tutuklandığı günü esas alırlar ‘soykırım iddiaları’ için!”

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Ahmet Yaşaroğlu / Evrensel

24 Nisan


24 Nisan Ermeni halkı için kara bir gün, devleti yönetenler için çok ağır bir suçun işlendiği tarih, halk için ise büyük bir utançtır. Bu 24 Nisan Ermeni soykırımının 100. Yıldönümü. Ülkeyi yöneten egemen sınıflar, peşpeşe gelen hükümetler soykırımı gerçeğini inkar etmeye devam etselerde, insanlığın ilerici birikimi ve vicdanında, halkların bilincinde bu soykırım lanetlenmiş ve mahkum edilmiş durumda. Osmanlı İmparatoluğu sınırları içerisinde yaşayan Ermenilerin katledilmeleri kuşkusuz bir günde başlamadı. Bu tarihin çok öncesine giden olaylar var ve 1915’te en büyük felaket yaşandı. Ermeniler yaşadıkları topraklardan sürüldüler, katlediler, mallarına, mülklerine el konuldu.

Yazının tamamını okumak için tıklayın

Emin Çölaşan / Sözcü

Çanakkale 100. yıl


Sevgili okuyucularım, İstanbul’daki Ermeni teröristlerin tutuklandığı ve şimdi birileri tarafından “Soykırım (!)” günü ilan edilen tarih, 24 Nisan 1915… Sözde soykırımın 100. yılı.

Bir gün sonrası olan 25 Nisan 1915 ise Çanakkale cephesine düşman çıkarmasının yapıldığı günün 100. yılı.

Türk Ordusu aynı günlerde bir sürü cephede savaşıyordu.

Çanakkale, Doğu Anadolu, Suriye, Filistin, Hicaz…

Biz sadece Çanakkale’yi anıyoruz, diğerlerini neredeyse unutmuşuz! Oysa o cephelerde de on binlerce şehidimiz var.

Ermeni soykırımında (!) öldürdüklerimiz adına hükümet Patrikhane’de anma töreni düzenliyor, sadrazam Ahmet, Ermeni teröristler için başsağlığı mesajı yayınlıyor ama onların öldürdüğü Müslümanlar ve Türkler için yapılan bir şey yok!

Şimdi aradan 100 yıl geçmiş, Tayyip televizyona çıkıp şiir okuyor, Çanakkale şehitlerimiz üzerinden oy avcılığına soyunuyor.

Vatan uğruna can verenlerin ruhları inciniyor.

Yazının tamamını okumak için tıklayın