Röportaj
19 Oca 2010 00:18 Son Güncelleme: 19 Kas 2018 14:03

"EKRANLARDA CEHALET DİZ BOYU!..İNSANLARA SALAK MUAMELESİ YAPIYORLAR!.." 24 MODERATÖRÜ HAKAN ÇELİK'TEN BOMBA AÇIKLAMALAR!..

Posta Gazetesi Ankara Temsilcisi ve 24 Televizyonu programcısı Hakan Çelik, Akşam'a verdiği röportajda medya ve siyasetle ilgili neler anlattı?

Posta Gazetesi Ankara temsilcisi Hakan Çelik, hafta sonları 24 haber kanalında 10:00-12:00 saatleri arasında Hafta Sonu Moderatörü isimli programı hazırlayıp sunuyor. Aynı zamanda  TRT 1'de hafta içi her gün öğle saatlerinde yayınlanan bir haber programı, TRT 3'te de cumartesi geceleri yayınlanan Tren Yolu isimli bir müzik programı var. Haftanın 7 günü çalışmak ve bir koltuğa bu kadar karpuz sığdırmak nasıl oluyor öğrenmek için Hakan Çelik'le buluştuk ve kendisini yakından tanımak üzere sohbet ettik...
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi 2. sınıf öğrencisiyken 1988'de Günaydın Gazetesi'nde çalışmaya başladığından beri aktif gazetecilik yapıyor. Uluslararası ilişkiler ve bilimkurgu sineması alanında iki master programı tamamlayan Çelik, akademik kariyerine devam etmemiş. 'Gazeteciliğe girdikten sonra çıkmak zordur, tıpkı sahne tozu yutmak gibi' diye tanımlıyor gazeteciliğe olan sevgisini. Gerçi girip de çıkamadığı o kadar çok şey var ki... 'O yüzden bugün sırtımda çok yük var. Girdim radyoculuğa, çıkamadım; girdim televizyonculuğa çıkamadım; gazetecilik zaten çıkılamayan bir şey' diye anlatıyor bu çok meslekli olma halini.
Meslek çeşitliliğinin yanında ilgi alanları da çok çeşitli; dinler tarihi, müzik ve bütün ulaşım araçları konusunda uzman. Buluşmamızı sırf bu nedenle Rahmi Koç Müzesi'nde gerçekleştirdik. Hakan Çelik, Türk medyasının ahvaline ilişkin ilginç tespitlerde bulundu.

- Türk televizyonlarında pek olmayan tarzda bir program yapıyorsunuz. Hem haber, hem sohbet ve müzik var. Buna nasıl karar verdiniz?
Televizyonculuk ve gazetecilik zekasına hayran olduğum rahmetli Ufuk Güldemir, önümüzü açtı. Türkiye'de komplekse kapılmadan yıldız yaratan çok az medya yöneticisi var. Kendilerine yeterince güveni olmayan yayın yönetmenleri yanlarında çalışanlarla bir rekabet ilişkisine girip, tırpanlamaya kalkıyorlar. Ufuk Güldemir bunlardan değildi. Onu Ertuğrul Özkök'e benzetiyorum; çok yıldız yarattı. 

- Hem rahmetli Güldemir hem de Ertuğrul Özkök, bu özellikleri nedeniyle eleştirildiler de...
Özkök, siyaseten çok tartışılabilir. Bu tarafını bir kenara bırakıyor ve onu bir meslek sihirbazı olarak görüyorum. Çok farklı güç odakları arasında bir zemin yaratmak ve bunu yaparken de gazeteciliğin çok ilginç örneklerini ortaya koymak, hiç yapılmamışları denemek ve en nihayetinde sitcom olarak tanımladığı platformu oluşturması, başarısıdır.

YÖNLENDİRMEK KOLAY DEĞİL
- Eski tip gazetecilik öldü mü?
Gazeteler, Gutenberg'in matbaayı icat ettiği dönemden beri yukarıdan aşağıya haberlerin sıralandığı ve aralarına fotoğrafların yerleştirildiği bir mecra... Ama artık teknolojinin de hızıyla yaşam öyle dinamik hale geldi ki 5 yıl içinde ya da en kötü ihtimalle 10 yıl içinde kağıda basılı gazete görmeyeceğiz. Yeni biçim ve üsluplar test ediliyor. Yoğurmaya devam ediyoruz, Özkök'ün sitcom'u bu arayışlardan biriydi. Artık okuru ve izleyiciyi yönlendirmek eskisi kadar kolay değil. 

- Geçtiğimiz hafta gazetelerin Ankara temsilcileri, Özkök'ün yerine atanan Enis Berberoğlu'na yemek verdiniz. Siz de oradaydınız, anlatır mısınız, neler oldu?
Tarihi bir toplantıydı. Herkes oradaydı, bütün gazetelerin temsilcileri, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Bakanlıkların medya sözcüleri de dahil... Neler yapmak istediğini anlattı, yaşadığı heyecanı gördüm. Onun da çok kırıldığı, küstüğü dönemler olduğunu biliyorum ama yine de iyi gazeteciler kazanıyor. Küsseler de, grupları, patronları onları dışlasa da iyi gazeteciyi hayatta olduğu sürece yok edemezsiniz. Ankara gazeteciliğinin önü hep açıktır ama Enis'in Hürriyet'in başına geçmesi Ankara gazeteciliğini taçlandırdı. 

- Ertuğrul Özkök, görevi bırakmasını yorgunluğa bağladı ama böyle olmadığını düşünenler var, siz ne diyorsunuz?
Ayrılmasında tek neden yorgunluk değil. Özkök'ü eleştirebilirsiniz ama başarısızdı diyemezsiniz. Gazetesini doğru yönetti. Ertuğrul Özkök'ü siyasi pozisyonundan ötürü eleştirmek doğru değil. 

- Ama kendisi en çok siyaseten eleştiriliyor. Özellikle '411 el kaosa kalktı' gibi manşetleriyle.
20 yıllık gazetecilik geçmişi olan birini 3-4 tane manşetle ya da bir olay karşısındaki tutumuyla değerlendirmek doğru sonuç vermez. Gazete günlük bir ürün. O kadar da abartmamak lazım. Gazeteler ülkeyi yönetmiyor. 

- Mevcut iktidar, gazeteleri çok ciddiye alıyor.
Gazete 24 saatlik bir yayın; bunlarla dünyayı kurtarmak, Türkiye'ye yön vermek yeni bir Türkiye yaratmak gibi bir iddiamız olamaz. Bizim görevimiz de o değil zaten. Biz parlamenter veya bilim adamı değiliz... Elimize gelen verileri değerlendirmeye çalışıyoruz ve bunu yansıtıyoruz. O günün koşullarında yanlış değerlendirmeler yapmış olabiliriz ama bu bir linç gerektirmez. Gazeteler de siyasetçiler gibi değişerek devam edecek yollarına. 365 gün içinde 1 günün manşeti bu kadar büyütülmemeli, çünkü bunun yanında nice tabu sayılan konularda hükümeti destekleyen manşetler de attılar. Ruhban okulu konusunda, Ermeni açılımında, Kürt meselesinde... Medyanın böyle bir kolaylaştırıcı yönü var; toplumu değiştiremez ama kimi değişimlerin önünü açmak ve sağlamlaştırmak açısından katkı sağlayabilir.

EKRANDA CEHALET DİZ BOYU
- Doğan ve Star grubunda, yani biri muhalefet, diğeri iktidar yandaşı kabul edilen yayınlarda çalışıyorsunuz. Yandaş medya tartışmalarına nasıl yaklaşıyorsunuz?
Çok rahatsız ve mustaribim. Bu tanımlar mesleğe zarar veriyor. Bu yaftalamayı yapmaya kimsenin hakkı yok. 

- Ama bunu yapanlar da yine meslektaşlar, gazeteciler...
Mesleğin itibarı zaten sarsıldı; gazeteler güvenilmez kurumlar arasında. Bu olanları kamikaze saldırılarına benzetiyorum. Karşılıklı bir yok etme süreci. Bundan hepimiz zarar görüyoruz. Gazeteciliğimize konsantre olmak yerine, günümüzün yarısı 'rakiplerimize nasıl çakalım', 'nasıl tuzağa düşürelim', 'onları nasıl güvenilmez hale getirelim' gibi işlerle geçiyor. Eskiden patronlar arasında olurdu bu rekabet, birbirlerini türlü şekillerde suçlarlardı; şimdi gazeteler bizatihi gazeteciler ve yayın yönetmenlerinin nefret matbuatına dönüştü. 

- 2 yıldır Star Grubu'ndasınız, bir izleyici olarak belirtmeliyim ki 24'ün yüzü genel olarak çok erkek.
Bahar Feyzan'ın gidişiyle böyle algılanmış olabilir. Aslında dengeli bir dağılım var. Bir tercihten kaynaklanmıyor, tesadüfi bir şey olabilir.

- Bahar Feyzan'ın yayına katılan konukların kolonya kokusundan hoşlanmadığını söylemesi ve ardından da işten atılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Olayın taraflarıyla konuşmadım.    Belki bu tartışmanın ötesinde kanal yönetimiyle arasında biriken anlaşmazlık konuları olmuş olabilir... 

- Diğer taraftan da bir moderatörün böyle bir metaforu bilmiyordum demesi de şaşırtıcı değil mi?
Zayıf bir ihtimal gibi ama maalesef olabilir. 20 küsur yıldır medyanın içindeyim, bazen çok iyi yerlerdeki arkadaşlarımızın çok bilinir şeyleri bile bilmediklerini ya da biliyormuş gibi yaptıklarını gördüm. Ekrana çıkan biri özellikle inançlar ve etnik hassasiyetler konusunda hassas ve bilgili olmalı. Gazetecilikte bunlar o kadar önemsenmiyor ama televizyonun anlık etkisi daha fazla. 

- Gazetede kaleminizden çıktığı gibi yayınlanmıyor ki, editoryal süreç var...
Ayrıca gazete daha eski bir mecra, daha tecrübeliyiz. Okur da daha deneyimli ve daha toleranslı. Televizyon daha yeni bir mecra; bu nedenle de bu derece büyük bir anlık gücü var. Avrupa'da televizyonculuk yaptığınızda bu kadar anlık patlamalar yaşayamazsınız.
Hülya Avşar, bir gazetede 'Ruhi Su'ya selamlarımı gönderiyorum' diye yazsaydı, biz bunu  bu kadar konuşmazdık. Televizyonda yaptığınız gaf, sulh değil ağır cezalık oluyor. Biz televizyoncular bunu biliriz ve ona göre konuşuruz.

- Bilgi meselesi şaşırtıcı, Türkiye'de ekran yüzü olarak izlediğimiz bu kişiler zannettiğimiz kadar bilgili değiller mi?
Değiller tabii ki. Hatta vahim noktada kötü ve başarısızlar. Türkiye'de bugün ekran yüzlerinin tamamını toplasanız belki bir tane televizyon kanalı ancak yapabilirsiniz. Evrensel normlarla baktığınızda gerek televizyonculuk bilgi ve birikimleri gerekse donanımlarıyla ekran önünde olmaması gereken çok kişi program yapıyor. Televizyon heyecan verici bir mecra. Kazandırıp, ünlendiriyor; o nedenle herkes ne yapıp edip ekrana çıkmak zorunda kalıyor. Bir yandan da neredeyse üste para vermek isteyenler var, o nedenle de ucuzluyor. Haber sunanların kalitesi öyle bir düştü ki sokaktan geçen birine haber sundurma noktasındalar. Bunun faturası önümüzdeki dönemde çıkar! 

- Haber kanallarının dışındaki kanalların ana haberlerini nasıl buluyorsunuz? Anchorlara emanet edilen haberlerin kalitesi yükselmedi mi?
Çok kötü... Ben söz konusu kişilerin televizyonculuk geçmişlerine saygı duyuyorum ama bugünün televizyonculuğunu yapmıyorlar. Emeklilik zamanları geldi. Herkesin kenara çekilmesi gereken bir zaman vardır; artık o zamanın geldiğini anlamak da bir erdemdir. Bugünün televizyonculuğunu değil, geçmişin televizyonculuğunun Türkiye'ye uyarlanmış bir şeklini yapıyor, bunu yapmakta da direniyorlar. Türkiye'nin televizyon geçmişinde saygın isimlerdir ama bugün için bekleneni veremiyorlar.

- Ama yurtdışında da anchorların yaşı takdir konusudur; sizin bu kadar beğenmediğiniz nedir, haberlerin içeriği mi, sunum tarzı mı?
Türkiye'de ortalama televizyon izleyicisinin seviyesi çok yüksek olmayabilir ama insanlara da salak muamelesi yapıp bağıra çağıra haber bültenleriyle, bir şeyi 80 defa tekrar ederek, kötü grafiklerle, eksik bilgilerle ve yalan yanlış yazılmış bültenlerle ana haber bültenleri oluşturmak bu insanlara haksızlık etmektir.

- Haber merkezlerini mi eleştiriyorsunuz?
Hayır. Hayır, haber merkezlerinde de çok iyi yetişmiş insanlar var ama o iyi yetişmiş insanlardan istenen şey maalesef bu. Eminim çok daha iyisini yapabilirler ama çıtayı çok düşük tutup 'bu millet ancak bu kadarını anlar' demek haksızlıktır. Türkiye'yi bağıra çağıra, ciyak ciyak bir haber verme kültürüne alıştırdılar, sürekli bağıran adamlar var. Bağırmadan da bu işi yapmak mümkün... Ve çok eksik bilgiyle yapıyorlar haber bültenlerini; maalesef bazılarında 1980'lerin bulvar gazetelerini andıran bir haber dili var.


Herkes yayın yönetmeni olmak ister
- Hafta sonu sabah programlarının ilkini yaptınız. Şimdi hemen her kanalda var bu tür programlar. Formatı kime ait?
Habertürk'te başladık; formatı o dönemki yayın yönetmeni Melih Meriç'le birlikte oluşturmuştuk. Bugünkü hafta sonu kuşakları arasında hatta modern zamanların televizyon sohbet programları arasında ilginç bir yeri olan bir kuşak program bu. Bizim programlarımızın benzerlerini yapıyorlar. Yoga yapan da var, kedi, köpek çıkarıp sirk denemeleri yapanlar da...

- Siz de şarkılar söyletiyorsunuz konuklarınıza...
Benim yapmaya çalıştığım farklı. Televizyon eğlencesiz olmaz; eğlence olacak ama canlı yayında yoga yapmak falan farklı şeyler. Benim olduğum kuşakta, daha iyi haber refleksi olan, bilgilendiren ve daha iyi eğlendiren bir yayın yok. Bunu iddia ediyorum. 

- Gazeteci, televizyoncu ve radyocusunuz; hangisi sizin mesleğiniz?
Yayıncıyım. Yaptığım işler birbirini destekliyor. 

- Peki, kariyer planınızda nihai hedefiniz nedir, sonuçta çoğu gazetenin yayın yönetmeni Ankara temsilcileri arasından seçiliyor. Sizin yayın yönetmeni olma hedefiniz var mı, gazete ya da televizyon için?
Elbette var, bunu istemeyecek gazeteci de yoktur. Hangisi daha önce gelir, bilmiyorum; o, konjonktürün getireceği bir şey ama yayın yönetmenliği donanımına sahibim, her iki mecra açısından da.  

- Peki, aynı zamanda sunucusunuz da; hem de uzun yıllardır. Bir majör kanalın ana haberini sunmanız teklif edilse...
Bu işin, bir majör kanalda nasıl yapılması gerektiğini göstermek isterim. Tabii buna kolları sıvadım gibi bir anlam çıkmasın; ötekilere yapamıyorlar dedikten sonra ben yaparım demek doğru olmaz.


GÜLAY ALTAN/AKŞAM